
Aşk “vücutta kalbin çarptığına beynin onay vermesi” olarak tanımlanabilir. Aşk duygusu ilk olarak edebiyatçıların, şairlerin, sanatçıların ve filozofların çalışma konusu iken son 30 yıldır sosyal psikologlar tarafından da çalışma konusu seçilerek incelenmeye başlanmıştır. Aşk psikoloji alanında çalışma konusu olduktan sonra birçok araştırmacı tarafından çeşitli aşk tanımları ve türlerini açıklamaya yönelik araştırmalar yapılmaya başlanmıştır.
Rubin’in 1970’li yıllarda yaptığı araştırmalar sonucunda aşk ve hoşlanma arasındaki farklılığı ortaya çıkarması ile birlikte aşk üzerine yapılan çalışmalara farklı bir boyut kazandırılmıştır. Rubin’in araştırmasına göre, aşk; Bağlanma, gözetme ve yakınlık gibi bileşenleri içeren tutum olarak değerlendirilmiştir.
Aşkın vücudumuzda yarattığı birtakım etkiler vardır. Bu etkileri çevremizdeki birçok kişiden şu şekilde duymak mümkündür; “Sanki karnımda kelebekler uçuşuyor”, “Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor”, “Onu gördüğüm zaman tarifi imkânsız bir mutluluk yaşıyorum”. Bu cümleler kulağa imkânsız ve abartı gibi gelse de aşkın fizyoloji üzerinde yarattığı etkileri tanımlama konusunda az da olsa doğruluk payı vardır.
Peki nasıl aşık oluruz ve aşk vücudumuzda ne gibi etkilere yol açar? Aşk fizyolojik açıdan incelendiği zaman aşık olmak için ilk uyaranın güzellik yani fiziksel özelliklerin olduğu görülmektedir. Sonrasında ise koku sinyalleri olarak adlandırılan feromonlar sayesinde biyolojik açıdan kendimize en uygun eşi seçmeye çalışıyoruz. Feromonlar eş adaylarına genetik kodumuz ve biyolojik uyumumuz hakkında bilinçaltının seçim yapmasını sağlamaktadırlar. Son adımda da beynimiz devreye girerek çok sayıdaki hormonlar ve nöro kimyasallarla aşkı pekiştirmektedir. Aşık olduğumuz zaman, beyin; mantık, eleştirel düşünme ve tedbirli davranmayı yöneten bölgelerini kapatmaktadır. Aşık olan kişi, aşık olduğu kişinin hatalı davranışlarını görmezden gelerek ilişkiyi devam ettirmektedir. Bu durumda kişi adeta kör olur ve çevresindekiler onu sevdiğine karşı uyarmış bile olsa o kendisini uyaran kişilere tepki verir. Çünkü onun gözünde aşık olduğu kişinin bir hatası ve kusuru yoktur.
Özetle beynimizin çalışma şeklinden, bilinç altımızın seçimlerinden dolayı bir kişiyi seçip aşık oluyoruz. Aşık olmak kişinin iradesi ile yaptığı bir şey değildir. Aşkın hormonlar üzerindeki etkisi incelenecek olursa; aşık olan kişide ödül ve bağımlılık üzerinde önemli bir role sahip olan “Dopamin ve Oksitosin” hormonları salgılanmaktadır. Nasıl ki herhangi bir maddeye bağımlı olan bir kişide bu hormonların bulunduğu bölge çalışır ve salgı miktarı yükselirse aşık olan kişide de aynı etkiler görülmektedir. Aynı zamanda aşka izin veren beyin, mantık, eleştirel düşünme ve tedbirli davranmayı yöneten bölgelerini kapattığı için bu hormonların salgı miktarında çok belirgin bir şekilde artış göstermektedir. Ve aşık olan kişide bu hormonların etkisiyle oluşan duygu, çok yoğun bir şekilde devam etmektedir. Kişi, aşık olduğu kişiye tam anlamıyla bağımlılık hissetmektedir. Yani alkol, uyuşturucu bağımlıları nasıl ki bu maddelere ulaşamadığı zaman yoksunluk sendromuna girip sinirli ve agresif oluyorlarsa aşık olan kişi de aşık olduğu kişiyi yanında bulamadığı zaman böyle bir yoksunluğa girmektedir. Dopamin ve oksitosinin bir diğer etkisi kişide gerginlik ve şüpheciliği ortadan kaldırmasıdır. Bireyin aşık olduğu kişiye karşı hiçbir şüphe duymaması bu nedenledir.
Tüm bunlardan çıkarılabilecek sonuç; Aşk kişinin iradesi dışında meydana gelmektedir ve aşık olan bir kişinin vücudunda fizyolojik açıdan birtakım değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Fizyolojik açıdan ortaya çıkan değişiklikler ile romantik aşkın vazgeçilmezleri tek bir kişiye bağlılık ve ona güvenmektir. Aşk sürdüğü sürece monogamiktir (tek kişilik). “Bir aşk bir zamanda sadece bir kişiyle mümkündür o da kalbimizin çarptığı beynimizin onay verdiğidir”.
Salim KATRANCI
Psikolojik Danışman