
Kadın Sanatçıların Sahne Kostümleri Üzerinden Mahremiyet ve Teşhircilik Tartışmaları
Son yıllarda neredeyse her gün kadınların herhangi bir konuda suçlandığı haberlerle karşı karşıya kalmamız, eminim birçoğumuzun dikkatini çekmiştir. Bu konuda yeni tartışma alanlarından biri de kadın sanatçıların sahne kostümleri. Bu konu herkesi ikiye bölüyor; bir kısım kadınların nasıl giyineceğine özgürce karar vermesi gerektiğini savunurken, bir kısım ise bu kadınları teşhircilikle suçluyor. Peki biz bu suçlamalara şahit olurken bu kavramlara ne kadar hakimiz ve yaptığımız yorumların nasıl bir dayanağı var? Bu yazıda bunu biraz olsun aydınlatmayı hedefledik.
Mahremiyet Kavramının Değişen Anlamları
Mahremiyet kavramı, insan yaşamının her alanında ve yaşamın her döneminde varlığını sürdüren önemli bir kavramdır. Toplumların geçirdiği dönüşümlere paralel olarak, mahremiyet kavramının ifade ettiği değer de değişime uğramıştır. Bu nedenle mahremiyet kavramını her dönemde, o dönemin şartlarına özgü yeni tanımlamalarla ifade etmek gerekmektedir (Kaplan, 2017). Temel olarak “mahrem” kelimesi samimi, herkes tarafından bilinmemesi uygun bulunan, ifade edilmeyen, gizli şey anlamına gelmektedir (Göle, 2001; Akt. Utma, 2018).
Mahremiyet kavramının birçok insan için aynı anlama gelmemesi ve özel yaşam sınırları içerisinde kalan konuların zaman içerisinde, kişiden kişiye ve kültürden kültüre değişiklik göstermesi, kavramın tanımlanmasını ve sınırlarının belirlenmesini güçleştirmektedir (Utma, 2018). Her insanın sahip olduğu mahremiyet hakkı, sadece bir kimsenin özel ve aile hayatının saygı görmesini kapsamamakta; özel hayat, fiziki ve ahlaki bütünlük üzerindeki mahremiyet hakkını, bireyin kişiliğini geliştirme özgürlüğünü, başkalarıyla kişisel ilişkiler kurma hakkını ve profesyonel iş yaşamına ilişkin etkinliklerini muhafaza ve idare etme yetkisini de içine almaktadır (Yüksel, 2009). Özetle ifade etmek gerekirse mahremiyet, sosyokültürel faktörlere bağlı olarak farklı anlamlar taşıyabilse de kesin bir tanıma sahip değildir; bireyin kendine özgü bir alandır ve esasında mahrem alanın sınırları kişi tarafından belirlenir.
Teşhir, Toplumsal Cinsiyet ve Beden Politikaları
Günlük yaşam içerisinde genellikle gösterme anlamında kullanılan teşhir ise, göstermenin/gösterilmenin istendiği bilinçli bir sergilenme halidir. Teşhirde gösterilen sadece bireyin kendisi ya da benliği değildir. Teşhir, aynı zamanda gösterme isteği yüklenen nesnelere, kendisini ya da benliğini de iliştirmek olarak ele alınabilir. Amaç her ne kadar yalnızca kendini göstermek gibi algılansa da asıl amaç sosyal bir var oluşun ortaya konmasıdır (Can, 2018; Akt. Çağlak, 2020). İşte tam da bu noktada, toplumsal cinsiyet kavramıyla ve üretilen cinsiyet stereotipleriyle karşı karşıya kaldığımızı söylemek yerinde olacaktır. Kişi tarafından belirlenen mahrem alanın ne kadarını halka açmanın teşhircilik olarak değerlendirmenin doğru olacağını söylemek oldukça güç. Ancak bu noktada şunu değerlendirebiliriz: Gördüklerimiz maruz kaldıklarımız mı yoksa görmek istediklerimiz mi? Her gün gördüklerimizden şikâyet ederken, gördüklerimiz dayattıklarımız ve ürettiklerimiz olabilir mi? Peki bu tutumlarımız gündeme gelen kişilerin mahrem alanına yaptığımız saldırılar olabilir mi?
Tarihsel süreç içerisinde toplumların çoğunda kadın bedeni, erkeğin bakışına hitap etmekle yükümlü cinsel bir nesne olarak tasavvur edilmiştir. Böyle bir tasavvur karşısında kadın bedeni erkeğin denetimi altında olması gereken sosyokültürel bir olgu olarak görülmüştür. Bu yaklaşım, erkeklik ve kadınlığın geleneksel toplumlarda doğrudan ataerkil kültür içerisinde cinsellik aracılığıyla kurgulandığı savına da vurgu yapmaktadır. Modern toplum tiplerinin tümünde, örtük bir biçimde bu ataerkil kültür devam etmektedir. Hatta geleneksel toplumsal cinsiyet düzenlerinin beden politikalarına, kadınlık, erkeklik ve cinselliğin nasıl oluşturulduğuna ve ne tür sosyal anlamlandırmalar çerçevesinde yapılandırıldığına bakıldığında, bu geleneksel toplumsal yapının modern topluma önemli söylemler, toplumsal cinsiyet yaklaşımları, bedenin cinsel inşası stratejileri bıraktığı görülmektedir. Bu kalıplaşmış algıları içeren örtük sistem içerisinde bir cinsin diğerine olan konumu ve üstünlüğü pekiştirilirken, kadın bedeni de cinsellikle bezeli güzellik, saflık, yumuşaklık, temizlik, namus, ar, cazibe ile özdeşleştirilerek pekiştirilmektedir. Bu sistem içerisinde hâlâ zihinsel işler erkeklere atfedilirken kadın bedenin güzellikten ibaret olduğu düşüncesi kendine yer bulmakta, kadından güzel ve alımlı olmasının yanı sıra namuslu olması beklenmekte, namus kavramı çerçevesinde kadın bedeninin nasıl olması gerektiğine yoğunlaşılmaktadır. Kadına sosyalleşme ve toplumsallaşma süreci içerisinde bedenini nasıl kullanması, algılaması ve nasıl davranması gerektiği öğretilmektedir. Bu öğretinin bir sonucu olarak kadın baştan çıkarıcı, ayartıcı, erkeğin bakışına sunulan ve beğendirilmesi gereken bedensel konumuna göre giyinebilmekte, davranış ve tutum sergileyebilmekte, pratiklerde bulunabilmektedir. Günümüzde kendisini daha çok bedeni üzerinden ifade etme kaygısı taşıyan kadınların varlığı, aslında modern toplumlarda baştan çıkarmanın kadın için doğal tutum olarak toplum tarafından kabul edilmesine, güçlendirilmesine veya yönlendirilmesine dayanmaktadır. İmajın önemli bir yer tuttuğu günümüz toplumlarında, kadının toplum içerisinde yer edinmesinin, itibar kazanmasının, sosyal benliğinin ve kimlik inşasının önkoşulu olarak sahip olunan bedensel ve cinsel imaj hâlâ önemli bir yer tutmaktadır. Başka bir ifadeyle, kadınlar sosyal bir varlık olarak toplumsal yaşam içerisinde kendilerine yer edinmek istediklerinde, örtük bir şekilde bedenlerini kullanmaya itilmektedir. Kadınları cinsel nesne olarak kabul ederek istismar eden ve cinsiyetçi ayırımı gözeten yaklaşımlar, kadının varlığına erkeğe nazaran değersiz ve ikincil konum atfeden toplumsal bakış açısının sonucudur (Bilgin, 2016).
Kadın Bedeninin Söz Hakkı
Bu konudaki kilit noktalardan biri ise kadının bedensel söz hakkıdır. Bu tür beklentilere karşın böyle bir toplumsal yapıda kadının bedeni üzerindeki hakları kendisine bırakılmamaktadır. Kadın yerine ailesi, akraba çevresi ve toplum kendini bu noktada otorite saymakta ve kadın bedenini denetim altına almaya yönelik eylemlerde bulunmaktadır (Bilgin, 2016).
Sonuç
Sonuç olarak, bugün bedenini teşhir etmekle suçlanan kadınlar olsa da, birçok kaynak kadınların sosyal bir var oluş sergilemek için tarihsel süreç içerisinde sürekli bedenini kullanmaya itildiğini göstermektedir. Öte yandan, kadın bedenine yönelik beklentilere karşın hala kadınlara bedenleri ve mahremiyetleri hakkında söz hakkı tanınmamakta ve kadınlar denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. Mahremiyet sınırları, kişinin kendi tarafından belirlenir. Bu bağlamda bu alanın dışarıya ne kadar açılması gerektiğine dair kesin bir veri olmamakla birlikte, ne ölçüde açılmanın teşhircilik olup olmayacağını söylemek de mümkün görünmemektedir. Bir durumu sorun haline getirip bu duruma tepkiler yöneltmeye başlamadan önce, durumun tarihsel geçmişini bilmek ve kavram ayrımını iyi yapmak, bu noktada hepimize yardımcı olacaktır. Ancak kadın bedeni üzerinden yaptığımız yorumlar, kadınların mahremiyet sınırlarına bir müdahaledir ve kadın bedenini denetim altına almaya yönelik girişimleri güçlendirir. Özellikle kadınların bu konuda suçlamalarla karşı karşıya kalması, basit bir arka plana sahip olmamakla birlikte hepimizi bir kez daha düşünmeye yönlendirmelidir.
Onur İbrahim ATAY
Psikolojik Danışman