
Kitap Künyesi
Yazar Adı: Dilara Akıncı
Yayınevi: Altın Kitaplar
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2006
Sayfa Sayısı: 127
Bu sayıda inceleyeceğim kitap sıcacık bir çocuk kitabı. Yazarı Dilara Akıncı; çocuk kitapları söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden değil. Tam da bu keşfedilmemişliğiyle kitap, incelemeye değer. Yazar, 1971 yılında İstanbul’da doğmuş, çocukluğunu Arnavutköy gibi nezih bir semtte geçirmiştir. Kitaplarında, çocukluk anılarını hikayeleştirerek yazıya dökmekte; 1995 yılında yazdığı önsözde incelenen kitabını annesine atfettiğini ve kendini ona affettirmek istediğini belirtmektedir. Kitap on kısa eşsiz, yaşanmış hikâyeden oluşmaktadır. Her bir hikâyenin ana karakteri çocuk yaştaki Dilara’dır ve bu kız çocukluğundan beri yazar olmayı istemektedir. Dedesi bu küçük haşarı kızı hayal gücü geniş biri olarak nitelendirmektedir. Kuzeni Murat’ın kızların erkeklerden daha korkak olduğu savına karşın; o hiçbir uzaylıdan, köpekten, devden veya cadıdan korkmaz. Hikayelerde kâh kendi dünyasını savaşlarla yok eden uzaylı dostlarından kâh doğa ve hayvan sevgisinden bahseden bu korkusuz kız; dünyaya ve insanlığa karşı barışçıl, duyarlı bir bakış açısını temsil etmektedir. İstanbul’da, betonlardan gökyüzünün bile görülmediği bir şehirde yaşayan Dilara’nın ailesi sık sık yaz tatillerini doğayla iç içe olabilecekleri Anadolu’da geçirmektedir. Hikayeler de bu yaz tatillerinin izlerini taşımaktadır.
Çocukluk neden özlenir? Çünkü hayatla ilgili değerlerimizi ve sevmeyi bu yıllarda öğreniriz. Yazar, çocukluk yıllarında öğrendiklerini; bunları kimlerden öğrendiğini önemseyerek değerlendirdiği hikayelerde çocukluğa ilişkin psikolojik açıdan değerlendirilmesi gereken iki önemli noktaya uzun uzadıya yer vermektedir. Bunlardan ilki birçok hikâyede ortak geçen temalardan biri olan hayvan sevgisidir. Kahraman yazar, hayvanlarla dost olabilmek için çocuk olmak gerektiğine inanmaktadır. Dostluğu keşfetmenin tadını çıkaran bir diğer çocuk-evcil hayvan diyaloğunu da otizmli çocuklara destek olan eğitici köpekleri izlediğim videodan hatırlayarak bu anlatımı destekleyeceğim. Çocuk-evcil hayvan diyaloğu hem öğretici hem de sağaltıcı olabilmektedir. Ve hikâyede olduğu gibi yas sürecini de beraberinde getirebilmektedir. Evcil hayvanının kaybını yaşayan çocuklar ilk kez ölüm gerçeğiyle karşılaşmakta ve yas tutmayı öğrenmektedirler. Bu süreci yetişkinler olarak çocuklara yaşlarına uygun olarak ölümü anlatmak ve yas tutmanın normal bir süreç olduğunu vurgulamak için bir fırsata dönüştürmek gerekir. Dilara da köpeği Safir öldüğünde yaşadığı pişmanlıkla öğreniyor kaybetmeyi. Safir’i kaybetmesinin ardından Uğur ismindeki saka kuşlarını her bahar özgür bırakan yazar, saka kuşlarının kafeslerde yaşamaya zorlandığında tıpkı kabakulak olduğunda arkadaşlarından uzakta ve yalnız kalmış olması gibi yapayalnız kaldıklarını söyleyerek uygunsuzca hapsedilen hayvanlar için özgürlüğü savunurken minik okurları duygulandırmakta, düşünmeye itmektedir. Bir başka hikâyede ise dedesinin de bir evcil hayvan kaybı yaşadığını öğrenmekteyiz. Bu kez bir köpek değil, Şimşek isimli bir at bahsi geçen ve nedeni bile anlaşılamadan ölen bu atın yasını geç yaşına rağmen tutmakta olan dede paylaştıklarıyla Dilara’ya rol model olmaktadır.
Diğer önemli nokta kardeş kıskançlığıyla ilgilidir. Ailesinin tek çocuğu olan Dilara’nın birdenbire bir kardeşi olacaktır. Adler’in tek çocuklarda görüldüğünü belirttiği mükemmeliyetçi, sorumluluk sahibi ve başarı odaklı yapı Dilara’da birebir mevcuttur. Ayrıca aileye Elif’in evlat edinilmesiyle ortaya çıkan kardeş kıskançlığının da hikayelerde işlenmesi oldukça anlamlıdır. İlk başlardaki kıskançlığın yerini zamanla sapasağlam bir kardeşliğin ve neşeli çocuk kahkahalarının almasını okumak keyiflidir. Onun kıyafetlerini giymiş olan Elif’i ilk gördüğünde Dilara yoğun bir kıskançlık yaşamış; bu duygusunu içsel dinamiğinde nereye yerleştireceğini bulamamıştır. İmrenme duygusu ile kıskançlık farkını düşünerek; Elif’in Dilara’ya imrendiğini, Dilara’nın ise Elif’i kıskandığını düşünebiliriz. İmrenme; kişinin bir diğerinde olan ancak kendisinde olması mümkün olmayan şeylere özenmesi olarak tanımlanırken; kıskançlık ise kişinin kendisinde olup da kaybettiği şeyleri bir başkasında gördüğünde haset etmesidir. Bu fark psikolojik danışma sürecinde dikkat edilmesi gereken önemli, sosyopolitik bir farktır. Ancak Dilara bu haset duygusunun da üstesinden gelmiş ve ilk etapta anlamlandırmakta zorlandığı bu duygusunu işlemeyi ve dönüştürmeyi başarmıştır. Başarısının sırrı; kardeşiyle yaptıkları paylaşımlar, ona yönelik gösterdiği koruyucu tutum ve bir tutam yaramazlık olmuştur.
Kitaba İlişkin Kişisel İzlenimlerim
Çocukluğumda keyifle okuduğum bu kitap bana şimdi okuduğumda Marcus Aurelius’un Düşünceler kitabını anımsattı. Düşünceler’de Stoacı yazar; hayatını sürdürmesinde ona yardımcı olan öğretileri paylaşır ve bu öğretileri öğrendiği kişilere yönelik minnet duygusunu ifade eder. Ben de çocukken Betonlar Çiçek Açsa kitabını okuduğumda insanlara ön yargıyla yaklaşmanın yarattığı zorlukları, deneyimlere açık olmayı, doğa ve hayvan sevgisini, öğretmenlere değer vermeyi, birbirine hediyeler vermenin anlamını öğrenmişim. Yaşamanın anlamını giderek daha fazla birbirimize verdiğimiz hediyelerde, paylaşımlarda arıyorum. Günler Cadılar Bayramı’ndan yılbaşına ilerlerken, bir şeyler paylaşarak birbirimize hediyeler veriyorsak; hepimiz birer Noel Baba’yız, diyerek sözlerimi tamamlıyorum.
Elif GÖK
Uzman Psikolojik Danışman