Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Koca Dünyaya Sığamayanlar: İklim Mültecileri – Psikolektif’ten – Sayı – 10

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

İnsanlık tarihinde birçok kez iklim değişikliği yaşanmıştır. Bu iklim değişiklikleri sonucunda, doğal yaşamda bozulmaların ve değişimlere bağlı olarak canlı türlerinin yok olduğu ya da yok olma sürecine girdiği bilinmektedir.


 

Küresel Isınma ve İnsan Yaşamına Etkileri

Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2013 raporunda, 1950’den bu yana görülmemiş biçimde dünyanın ısındığı, kar ve buz miktarlarının azaldığı, su seviyelerinin yükseldiği, kutuplardaki buzulların inceldiği belirtilmektedir. Bu küresel ısınma insan yaşamını birçok yönden olumsuz etkilemektedir. Yaşanan bu iklim değişimine ayak uyduramayan tarım ülkelerinde besin kıtlığı, temiz suya erişim sıkıntısı, canlı türleri çeşitlerinde azalma, insan sağlığında olumsuzluklar yaşanması kuvvetle muhtemeldir.

İklim değişikliği, sadece ada devletlerini ilgilendiren bir sorun olarak düşünülse de tüm dünyayı içine alan bir tehdittir. İklimden kaynaklı göçler sonrasında, kıt kaynakların azalması öncelikle bölgesel olmak üzere küresel yoksulluğu artıracak, sosyal güvensizliği had safhaya çıkaracaktır. 2050 yılına kadar, 200 milyon insanın (iki tane Türkiye) iklim sebebiyle yerlerini değiştireceği tahmin edilmektedir (Ekşi, 2016).


 

İklim Mültecileri: Yeni Bir Kavram, Büyük Bir Sorun

Çevresel etmenlerden kaynaklı yer değiştirmek zorunda kalan, göç eden insanların “iklim mültecileri” (climate refugees) veya “çevre mültecileri” (environmental refugees) gibi kavramlarla tanımlanması 1980’den bu yana tartışılmaktadır (Ekşi, 2016). Mültecilik, korunmaya ihtiyacı olan bir pozisyonda olduğu için “iklim mültecisi” tanımı çoğu devletin yasasında karşılık bulamamaktadır. Nitekim 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde de iklimden kaynaklı göç edenlere mülteci statüsü verilmemiştir. ‘İklim göçmeni’ ya da ‘iklim mültecisi’ adı her ne olursa olsun 21. yüzyılda bu kavramları daha çok konuşacağız gibi görünüyor.

İklimden kaynaklı göçler sonucunda ise hali hazırda kıt olan kaynakların dağıtımındaki sorunlar, sosyal huzursuzlukların çoğalmasına, bölgesel ve küresel yoksulluğun artmasına ve sosyal güvensizlik durumunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kitlesel göçler ve iklim değişikliği birbiriyle ilişkili problemlerdir. İklim göçmenleri yaşadığımız yüzyılın yeni güvenlik sorunu olarak karşımızdadır (Özerdem ve Barlas, 2021). İklim değişikliği bir takım bilim insanının meselesiymiş gibi düşünüldüğünden, toplumun çoğunluğu iklim değişikliğine terör veya ekonomik sorunlardan daha az öncelik verir. Oysa çevresel ve iklimsel etmenler insan davranışını, insan davranışı da iklimi etkilemektedir (Demirbilek, 2016). İklimdeki değişimi canlılar için var olan bir tehlike olarak ele alabiliriz. Tehlikeyle karşılaşan canlılar genelde üç şekilde davranır: donma, kaçma ve savaşma. Tehlike onunla baş edebileceğimizden büyükse donmayı, donmak çözüm olmayacaksa kaçmayı seçer. Her ikisi de çözüm olmadığında savaşmak zorunda kalır. İklim değişikliği karşısında yüzyıllardır dona kalan insanlık, krizin büyümesi sonrasında savaşmaya başlayacaktır (Çelik vd., 2017).


 

İklim Göçlerinin Psikososyal Etkileri ve Çözüm Önerileri

İklim mültecilerini göç yoluna düşüren temel sebep hayatta kalma kaygısıdır (Topgül ve Beytaş, 2022). İklim değişikliği stres artırıcıdır, yeme içme barınma gibi kaynaklarda rekabet oluştuğundan insanlar göç eder. Bu göç sonrası gidilen ülkelerde mali yük oluşur, sosyal sistem değişir ve sonrasında kültürel çatışmalar çıkması güçlü ihtimaldir (Özerdem ve Barlas, 2021). Yaşanılan mekanlardaki değişiklik insanlarda kayıp duygusu yaratabilir (Aras ve Demirci 2021). Ezcümle iklime bağlı göçler insanların iyilik halleri üzerinde etkilidir.

İklimden kaynaklı göç sürecinin stres ve psiko-sosyal etkileri bulunmaktadır. Kökenlerinden uzaklaşmak kimliğinden, kültüründen koparır, göç edenlerin sosyal çevrelerinin kısıtlanması ile toplumsal bağları azalır (Demirbilek 2016). İklim değişikliğinden kaynaklanan doğal afetler insanda akut etkilere, iklimdeki uzun süreli olan değişim ise insanda kronik etkilere sebep olur. İklim değişikliğinden kaynaklanan akut etkilerden bazıları: Travma ve şok, travma sonrası stres bozukluğu, bastırılmış stres, çaresizlik, depresyon, korku, kadercilik, inkâr, bırakma ve eko-anksiyete, kişisel ve mesleki kimlik kaybıdır. Kronik etkilere ise; saldırganlık, şiddet, kişilerarası şiddet, toplumla bütünleşme isteğinin azlığı örnek verilebilir.

Görüldüğü üzere iklim değişikliği ve bunun sonucunda oluşan yer değişiklikleri hem iklim mültecilerini hem de göç edilen yerdeki bireyleri birçok boyutta etkileyeceği açıktır. Tüm bunlara dikkat çekmek için yapılan çalışmalar bazen beklenenin aksi yönünde tepkiler doğurabilir. İklim değişikliği, iklim krizi-felaket senaryosu ile anlatıldığında alt edilmesi çok zor bir sorun olarak kodlanabilir. Bu var olan tehlikeden bir çıkış yolu gösterilmezse üzerine sorumluluk alan sayısı azalır, umutsuzluk artar. Korku, kaygı, son bulmayan istikrarsızlık, güven ve sadakati azaltır, insanlar geleceklerini öngöremez. Kapitalizmin de tetiklediği bu belirsizlik, bireyi çevresine ve yaşama karşı duyarsızlaştırır (Senett, 2002). Herkesin bildiği ama kimsenin müdahil olmak istemediği çoğulcu kayıtsızlık ortaya çıkar (Çelik vd, 2017). Milgram’ın itaat deneyinde olduğu gibi bireyler otoriteye itaat edip kaygılarından sıyrılmak isteyebilir.

Türkiye’de bir bakanlığın ismine ekleme yapılıp iklim değişikliği kavramı eklenmiştir. İsimle birlikte iklim değişikliğinin insan davranışlarına etkisini de göz önünde bulundurarak daha geniş perspektifli bir bakış açısına sahip profesyonellere görev verilmelidir. Ruh sağlığı uzmanları iklim değişikliğinden kaynaklı psikososyal problemlerle uğraşmaktadır. Ruh sağlığı uzmanları koruyucu ve önleyici çalışmalara daha çok eğilmeli gündemlerinde tutmalıdırlar. Çünkü ülkemiz, 2015 yılında yayınlanan çevresel kırılganlık endeksine göre çok savunmasız durumdadır (Akt. Yanardağ, 2019).

İklim değişikliği sonrasında iklim mültecisi adayları olarak, insan ile tabiat arasında yeni etkileşimlere yoğunlaşmalıyız. Hali hazırda var olan yapısal eşitsizliklere adil olmayan çevresel etmenlerin dahil olması, incinebilir grupların popülasyonunu artıracak, insanların genel refahını olumsuz etkileyecektir. İklimin değişmesi, afetlere davetiye çıkması, zorunlu yer değişiklikleri, refahın azalması, sosyal güvenlik açığının oluşması, belirsizliklerin artması ve sonunda kaygılarla dolu bir yaşama giriş. Felaket tellallığı değil ama “Eskiden buralar hep dutluktu” sözünü daha az kullanmak için, başta kendimiz olmak üzere tüm canlılar için, gerekeni yapalım.

Muhammet KİREMİTCİ

Uzman Sosyal Çalışmacı