Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Dr. Kübra Yılmaztürk Yıldırım – Klinik Psikolog/Psikoterapist Samsun Üniversitesi Öğr. Üyesi – Psikolektif Dergisi – Sayı – 13

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 10 Dakikadır.

Samsun Üniversitesi Psikoloji Bölümü Klinik Psikoloji Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan, klinik psikolog, psikoterapist, hipnoterapist ve cinsel terapist unvanlarıyla çalışmalarına devam eden Dr. Öğretim Üyesi Kübra YILMAZTÜRK YILDIRIM, Psikolektif Dergisi okuyucularına kendisini ve mesleki yolculuğunu anlattı.

Merhaba. Teşekkür ederim ince davetinize. Ben Kübra. Siz zaten güzel bir özet yapmışsınız. Bu çalışmalarımın yanı sıra hem kişisel hikayemde önemli bir yeri olan hem de co-terapist olmak üzere eğitimi tamamlıyor olduğum psikodrama grup terapisini de eklemek isterim. Lise eğitimimin sonuna kadar İzmit’te yaşadım ve ardından üniversite eğitimim için İstanbul’a geldim. Felsefe ve Psikoloji okudum. Özellikle felsefenin yeri bende apayrıdır. 23 yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra, şimdi hem klinik çalışmalarımı yürütmek hem de akademisyen olarak öğrenci yetiştirmek için Samsun’a yerleştim ve Samsun Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Her daim klinikle bir bağım olmasına rağmen eğitimden kopmadım. Anaokulundan, üniversiteye kadar eğitimin tüm alanlarında çalıştım, gözlem ve araştırma yapma şansına sahip oldum. İnsan gelişiminin evrelerine sahada şahitlik ettim diyebilirim. Bu ardı sıra deneyimlediğim çalışma şekli mesleki olarak bütünleyici şekilde ilerlememi mümkün kıldı. Felsefe eğitimi almam da, klinisyen olmanın ötesinde; ekollerin, uygulama alanındaki araçların mantığını çok daha iyi kavramamı sağladı. Doktora tezim de bu iki alanın tatlı bir bileşimi olarak şekillenmiştir.


 

Cinsellikten Ne Anlayalım?

Dergimizin bu sayıdaki konusu cinsellik. Cinsellik genellikle çiftlerde gündeme gelen bir konu ancak ben her yönden, ‘insan ve cinsellik’ başlığıyla soruyorum: Cinsellikten ne anlayalım?

Bu önemli konuyu dosya olarak ele aldığınız için tebrik ve teşekkür ederim. Cinsellik konuşulmayan, konuşturulmayan bir konu. Fakat yaşamın bütün evrelerinde anne karnından yaşlılığa kadar izleri ve etkileri olan bir yapı. Evet cinsellik genellikle çiftlerde ve evlilik sonrası sorunlar gündeme geldiğinde ortaya çıkan bir kavram gibi görünüyor. Özünde ise cinsel davranış anne karnında başlayan bir gelişim sürecine sahip. Bedensel deneyim üzerinde işleyen bir süreç. Beş duyu organının sürece dahil olduğu, elleme, tutma, sürtünme, tadına bakma, emme, işitme, görme, koku alma gibi somatik deneyimlerimizin içinde olduğu bir davranışlar bütünüdür cinsellik. Dediğim gibi anne karnından başlayarak tüm çocukluğa uğrayıp, gelişim dönemlerinden geçerek yetişkinliğe ulaşan bir hat olarak değerlendirebiliriz. Çift yaşamında da bir sürecin göstergesi gibi ele alınmalı. Sadece yatak odasında başlayıp, yine orada biten bir sevişme ritüeli gibi algılanmamalıdır. Çünkü cinsellik yakınlığın ve birlikteliğin en zirve noktası gibidir ve bu yakınlığı asla sadece cinsel birliktelik oluşturmaz. İlişkinin niteliğinin kamera arkası, aslında o sırada deneyimlenen şeyden çok daha büyüktür. Cinsel doyuma bakıldığında burada kişi veya kişilerin bütün yakınlık, ilgi, bakım alma ve bakım verme serencamı bulunabilecektir.


 

Cinsel Mitler ve En Yaygın Gözlemlenenler

Cinsel mitleri nasıl ele alabiliriz? En yaygın gözlemlenen cinsel mitlerimiz neler?

Cinselliği veya onunla ilgili herhangi bir şeyi araştırmak gerçekten insanı aldığı karşılıklar bağlamında oldukça zorlayan bir durum. Burada şunu söylemek istiyorum; cinsellik konuşulmayan bir şey. Özellikle bizim toplumumuzda hala tabu sayılabilecek bir yerde. Durum böyle olunca cinsellik oldukça seksi bir konu haline geliyor. Spekülasyonlara açık, gizlilik ve gizemliliğin oluşturduğu tülsü görüntünün ardından her türlü uydurma, hikâye, abartı ne derseniz çıkıyor. Kimi zaman korkulan bir durumu kontrol altına almak için, kimi zaman fantezi olarak her türlü abartıya uygun bir alan haline geliyor haliyle. Sizin de ifade ettiğiniz gibi mitler oluşuyor böylece… Aslı astarı olmayan mitler de oluşabiliyor, toplumu yönlendiren ve rehberlik eden mitler de. Ve mitlerin gücüne her daim inanırım, dolayısıyla kadınlarda da erkeklerde de, bazen bilginin ışığında dahi değiştirilmesi güç birtakım yargılara neden olabiliyor.

En sık rastladıklarım:

  • Mastürbasyonla ilgili çok fazla söylem var mesela, günah olduğuna, zararlı olduğuna dair söylemler bunlar. Günah olduğuna yaptığım araştırmalar neticesinde inanmıyorum ben. Fakat herkesin kendisine kalmış bir konu. Zararlı olduğu konusuna gelince; arkasında yatan başka bir patoloji olmadığı takdirde bilimsel olarak ispat edilmiş bir zararı yoktur.
  • Cinsel organların pis olduğu bir başka mit mesela; cinsel organlar kişi gerekli hijyen kurallarına uyduğu sürece kendi iç temizlik mekanizması olan organlardır. Bu algı cinselliğin, kötü, pis bir şey olduğuna götüren bir algıdır. Bilakis cinsellik insanın diğer bileşenleri gibi onu insan yapan parçalarından biridir.
  • Kadın için cinsellik görevdir. Eşi istediği sürece yapmak zorundadır gibi bir inanışa sıkça rastlıyorum mesela. Bunu kabul etmek zaten mümkün değil. Çünkü cinsel doyumun doğasında karşılıklı rıza ve kabul vardır. Taraflardan biri uygun, müsait ya da rahat değilse; çift ilişkisinin de yıllar süren yapısı göz önünde bulundurulduğunda cinselliğin kadın için değil taraflardan herhangi biri için görev olduğu fikri zaten bir gerçekliğini yitiriyor.
  • Cinsel birliktelik yanlıştır diye büyütülmek; insanların dini ya da toplumsal hassasiyetleri olabilir. Bunları yok sayamayız. Ne cinsellikte ne de insana dair başka bir konuda yok sayabiliriz bu tarafları. Fakat bu hassasiyetleri yeni nesle aktarmanın yolu cinselliği yanlış, yasak, fena olarak anlatmak olmamalıdır. Özellikle kadınlar uzun süre bu yargıyı böyle kabul edip, daha sonra bir gece içinde cinsel doyuma açık bir eş haline gelemez maalesef. Nice çaba ve çalışmayla, terapi desteğiyle bu olumsuz inanış ve duyguların temizlenmesi gerekir. Bu konuları ele almaya çalıştığım başka bir yayın da hazırlıyorum, orada daha açık ele almaya çalışıyorum.
  • Vajina dardır, penis vajinaya girerken acı verir mesela başka bir mit. O kadar gerçekten uzak bir inanış ki ifadesi güç. Vajina bir akordeon gibidir. Eğer kadın hazır ve rahat ise 20 cm’ye kadar uzayabilir. Dolayısıyla burada vurgu aslında zorlanmaya değil, hazır ve rahat olmaya yapılmalıdır.
  • Gebelik korkusu birçok mite zemin hazırlamaktadır başka bir husus olarak. Gebe kalmak için gerçek bir cinsel birleşme olması gerekir. Bunun dışında olan birçok söylenti var spermlerin canlı kalacakları bilgisine dair. Bir erkeğin arkasından tuvalete gitmek gebelik sebebidir gibi inançlar… Bunların tümü gerçeklikten uzaktır.
  • İlk cinsel birleşmede kanama olması gerektiği inancı başka bir yanılgı mesela. Bu yüzden insanlar ayrılma noktasına dahi gelebiliyorlar. Her kadının yapısı farklıdır. Dolayısıyla bazen kanama olmakta bazen ise hiç fark edilmemektedir.
  • Doğum kontrol yöntemlerinin kısırlığa ya da kilo almaya yol açtığı miti; bu konuda halk arasında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma yönelimi çok rastladığım bir durum. Doğru, kişiye uygun, uzman desteği ile yapılan doğum kontrolü sağlığa zararlı olmadığı gibi cinsel doyuma da katkı sağlamaktadır. Çünkü çiftler kaygı taşımadan birlikte olabilirler.
  • Cinsellikle ilgili konuşma ayıptır, heveslilik anlamına gelir. Bu doğru 😊. İlişki için bu kadar önemli olan bir konuyu konuşmak için hevesli olmak gerekir. Ama bunun ayıp olduğu, utanılması gerektiği inancı yanlıştır. İnsan cinsellik gibi derin paylaşım içine girebildiği biriyle bu konuda konuşabilmelidir de. Çünkü herkesin yapısı birbirinden farklı ve herkes hazzı bambaşka şekillerde deneyimler. Çiftler ancak konuşarak bunu birbirleri için tatmin edici hale getirebilirler.

Daha birçok mit var ama en temelde bunları ifade etmiş olalım…


 

Cinsel Terapinin Amaçları ve Başvuru Nedenleri

Cinsel terapide ne amaçlanmaktadır ve ilişki açısından bakılacak olunursa çiftler/bireyler genellikle ne zaman veya hangi durumlarda cinsel terapiye gelmektedir?

Cinsel terapide amaç çiftlerin cinselliğe dair düşüncelerinden, duygularında ve eylemlerinde yaşadıkları sorunlara çözüm aramak ve uygun çözümlerin çiftler özelinde üretilmesine rehberlik etmektir. Cinsellikle ilgili sorunlar sadece evlilik ya da çift yaşamından kaynaklanmayabilir. Eğer çift ilişkisinden kaynaklanıyorsa cinsel terapiye ilişki terapisi de eklenebilir. Fakat cinsellik daha önce de ifade ettiğim gibi anne karnında başlayan bir davranışlar bütünü olduğu için çoğu zaman kişinin kendisinin ve eşinin cinselliğe dair inançlarından başlayarak, enerji merkezleri olan duyguları, cinsel davranışları ve fizyolojik tepkileri dahi ele alınmaktadır. Cinsel terapinin duruma bütüncül bakan bir terapist tarafından yapılması önemlidir. Çünkü terapistin ne zaman başka uzmanlık alanlarından yardım almak gerektiğini bilmesi-kestirebilmesi oldukça önemlidir. Örneğin cinsel isteksizlik sorunu altta yatan fizyolojik bir rahatsızlığa bağlı olarak gelişmişse, bu sorun tedavi edildikten sonra cinsel isteksizlik çalışılmalıdır. Çok daha hızlı ve kalıcı çözümler bu şekilde sağlanır.

Çiftler daha çok sorunla yüzleştiklerinde ve yaşadıkları problem ne ise, bu problem kendilerini ve ilişkilerini zorlamaya başladığında terapiste başvurmaktalar. Bu durumun haklı bir yanı var elbette. Bazı cinsel sorunlar, deneyimle beraber fark edilmektedirler. Şunun önemle altını çizmek istiyorum; cinsel sorunların herkesçe yaşanabilecek sorunlar olduğu bilinmeli ve çiftleri kimi zaman yıllarca üzen, rahatsız eden bu sorunların çoğu zaman doğru uzman ve doğru yöntemle rahatça çözüleceği unutulmamalıdır.


 

Cinsel Terapiye Gelenlerin Tabuları ve Etkileri

Çiftler/bireyler terapiye cinselliğe dair hangi tabularla geliyorlar, bu tabular kişilerde görülen cinsel bozuklukları nasıl etkiliyor?

Biraz önce ifade ettiğim ve açıklamaya çalıştığım mitler benim çiftlerle çalışırken şahit olduğum tabuların nedenleri. Bu mitlerden dolayı birçok farklı durum yaşanabiliyor yatak odalarında. Konu ile ilgili konuşmamak bunların başında geliyor. Kadınların kendilerini eşlerinden orgazma ulaştırmalarını beklemesi de bir tabu değilse de direnç mekanizması denilebilir. Herkes kendi orgazmından sorumludur diyeyim burada. Elbette cinsellik bir çiftin birlikte yaptığı bir eylemler bütünüdür. Fakat herkes kendisini hazzın zirvesine taşımalıdır. Bazı dini inanışlar da var mesela, araştırdığımda aslında dini emirlerle ilgili olmadığını gördüğüm inanışlar… Geniş bir odada çıplak kalınmayacağına dair tabular. Bu inancın yerleşik olduğu bir çiftle çalıştığımı hatırlıyorum. Böyle bir durumda takdir edersiniz ki rahat bir yakınlaşma pek de mümkün olamaz.


 

Cinsellik Eğitimi: Ne Zaman ve Nasıl?

Bu tabulardan da yola çıkarsak gerek eğitimciler gerek aileler çocuklara cinselliği nasıl ve ne zaman anlatsın, buna dair de fikirlerinizi paylaşabilir misiniz?

Evet, oldukça önemli bir konu ve bu konuyu konuşmamız gerekiyor. Çünkü maalesef porno kültürünün çok etkin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ve internete ulaşma yaşı çok erken döneme kaymış durumda. Biz yetişkinler ayıp, yasak, yanlış mı yaparız diyene kadar çoğunlukla çocuklar kontrolsüz bir biçimde cinselliğin pornografik ayrıntılarına maruz kalmış oluyorlar zaten. Biz o konuları konuşmuyoruz diyerek kafamızı kuma mı gömeceğiz, yoksa ihtiyaçlar ve gelişim dönemleri gereğince, miktarınca; uzmanların ön gördüğü doğrultuda yeni nesli sağlıklı cinsel rehberlikle buluşturacak mıyız? Buna karar vermemiz gerekiyor. Sağlıklı cinsel rehberlikle birlikte yetişkin olan bireyler, hatalı mitlerden ya da yanlış inanışların etkisi altında savrulmaktan korunacaklar. Bu porno kültürüne karşı da oldukça koruyucu bir yaklaşımdır.


 

Cinsel Terapilerde Travma Çalışması

Cinsel terapilerde cinsel içerikli veya cinsel içerikli olmayan (sevgiyi şiddetle bağdaştırma gibi) travmalarda kimlerle ve nasıl çalışılıyor? Kısaca bahsedebilir misiniz?

Travma başlı başına bir konu. Çocukluk çağı travmalarını gelişimsel travma diye adlandırabiliriz. En zor çalışılan travma biçimidir. Çünkü kişi büyürken, travmaya maruz kalan yanı da onunla büyümektedir. Buradan gelişimsel travmanın cinsel travma kısmına geçeyim. En ağır travmadır cinsel travma. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan böyle makûs bir olay kişinin yaşamına damgasını vurur diyebiliriz. Cinsel travmaya karşı koruyucu önlemler mutlaka ama mutlaka devletin tüm birimlerinin dâhil edildiği biçimde oluşturulmalıdır. Çünkü kişilerin erken dönemde deneyimlediği her türlü travma fakat özellikle cinsel travmaya maruz kalmalarıyla birlikte –Türkiye’de son araştırmalara göre 3 kişiden biri çocukluk çağında cinsel travmaya maruz kalmıştır- tüm yaşam rolleri bundan etkilenmektedir. Kişinin kendisinin kim olduğunu, hayattan ne beklediğini belirlemesinden tutun da anne-baba rollerine kadar, eş oluşuna, arkadaş oluşuna meslek erbabı oluşuna kadar her rolü derinden etkileyen bir travmadır cinsel travma. Ben kişisel olarak travma tespit etmişsem önce onu çalışıp sonra cinsel terapiye geçerim. Bu travmayı tespit ve çalışmanın çok farklı biçimleri var literatürde; ben bireysel psikodrama, hipnoterapi, somatik deneyimleme gibi tekniklerden yararlanıyorum. Çünkü altta böyle bir dinamit varken sizin üstte sağlıklı bir yapı oluşturmanız mümkün olmaz. Cinsel travma lütfen sadece taciz ya da tecavüz olarak algılanmasın… Çocuğun yaşına uygun olmayan biçimde maruz kaldığı cinsel içerikli her türlü yaşantı cinsel travmadır. Sözünü ettiğiniz gibi sevgiyi şiddetle bağdaştırma da cinsel rollerin bozulması, başkalaşması ile sonuçlanabilir. Sevilen bir kadın olmanın şiddetle bağlantılı olduğuna bilinçdışı düzeyde inanan bir bireyin (kadın ya da erkek) neler yapabileceğini varın siz düşünün…


 

Kadın Cinselliği ve Toplumsal Kalıplar

Bir grup terapisti ve co-psikodramatist olarak özellikle kadınlarla yaptığınız cinsellik temalı grup çalışmaları bulunuyor. Toplumdaki cinsiyet kalıplarını da göz önüne alacak olursak ‘kadın cinselliği’ nasıl anlaşılıyor ve nasıl anlaşılmalı?

Gerçekten önemli bir konu. Şimdi benim kendi çalışma gruplarımdan yola çıkacak olursam 10 kadından 8’i vajinismus, disparoni ve anorgazmiden muzdarip. Çünkü kadın olmanın ve kadınlıkla ilgili yüklemelerin altından kalkıp da biraz önce saydığım sorunları aşarak cinsellikten haz almak pek de mümkün olamıyor. Bu söylem kimi zaman insanları endişeye sevk edebiliyor. Bir kadının rahat olması, eşini arzulaması, haz almak istemesi aslında arka planda akmakta olan yaşamın nasıl olduğuna dair bilgi veriyor her şeyden önce. Kadın ya da erkek olalım herkesten evvel ilk eşimiz olan annemizin bir kadın olarak bu rolü tam olarak almış, benimsemiş ve zevkle taşıyor olması, bizim kendimizle ve ötekilerle ilişkimizde hayati önem taşır. İlk eşimiz annemiz dedik, yani ilk eşlik eden bize annemiz. Yeni gittiğiniz bir yer düşünün, orası hakkında hiçbir deneyime sahip değilsiniz. Kız ya da erkek çocuğusunuz fark yok. Yanınıza bir rehber veriyorlar size eşlik etsin diye. Seviyor sizi, bakıyor, besliyor, rehberlik ediyor size. Ve bu rehber huzurlu, sakin, dayanıklı, kendisiyle barışık… Ne kadar huzurla keşfeder ve sevinçle büyüme fırsatı bulursunuz değil mi? İşte genel anlamda travma ve özelde cinsel travma bunu engelleyen darmadağınık hale getiren bir sabotajdır. Sadece kişinin kendisini sabote etmez. Sonuçları aktarıldığı için nesiller arası yayılım gösteren bir etkiye sahiptir. Grup terapilerinde “kadın, kadınlık rolleri ve kadın cinselliği” gibi spesifik konularda bu travmaların kişi tarafından fark edilip, grubun şifalandırıcı atmosferinde terapi edilmesini sağlıyoruz.


 

Psikiyatrik Bozukluklar ve Cinsel İşlev İlişkisi

Belli psikiyatrik bozukluklarla cinsel işlev arasında nasıl bir bağlantı var? Örneğin OKB, borderline kişilik bozukluğu, anksiyete, depresyon gibi sıkça rastlanan durumlar cinselliği nasıl etkiliyor?

Her bir psikopatoloji seçeneği ile cinsel işlev arasındaki ilişki birer ayrı başlık aslında. Belki başlı başına bir çalışma konusu. Her bir psikiyatrik bozukluğu ayrı ayrı ele alan ve bilimsel ölçütlerle sonuçları ortaya koyan çalışmalar var. Biz burada bir tanı ölçütünden değil de davranış örüntülerinden baksak daha genel ve kuşatıcı bir cevap olacağı kanaatindeyim.

Mesela OKB’nin temel davranış örüntüsü takıntılardır. Takıntılı kişilik örüntüleri için güven probleminden bahsetmek mümkün. Takıntılı kişilerin bağlanma dinamiği çoğunlukla olumlu benlik, olumsuz ve güvenilmez dış dünya çerçevesinde oluşmuştur. Dolayısıyla kendilerini güvende hissetmek için keskin sınırlar ve takıntı dediğimiz kontrol noktaları oluşturma ihtiyacında olur bu kişiler. Cinsel doyumun partnerle güvene ve karşılıklı birbirine açılmaya dayalı bir sonuç olduğunu düşünürsek, takıntılı davranış örüntüsüne sahip kişilerin cinsellikten doyum sağlamasının bu şekliyle mümkün olamayacağını kestirmek hiç de zor olmaz. Bu durumu deneyimleyen kişilerin, terapötik olarak çalışmaları ve farkındalıklarını artırarak davranış örüntülerini değiştirmeleri gerekir.

Anksiyete bozukluklarının temelinde kaygı yatar. Kaygılı kişiler de olumsuz benlik ve olumsuz dış dünya çerçevesinde bir bağlanma örüntüsüne sahiptir. Dolayısıyla her an kötü bir şey olacakmış ya da olumsuz bir durum kendilerini bulacakmış inancı içerisindedirler. Bu inanç onları sürekli düzenleme yapmaya ve alarm durumunda olmaya iter. Oysa cinsel haz ve orgazma ulaşmak kontrolü kaybetmeye razı olmaktır. 3-5 saniyeliğine her şeyin kontrolünü zaten kontrol dışı devam eden sistemlere bırakmaktır.

Depresyon ise başlı başına olumsuz benlik, çökkünlük, zevk almama halidir. Depresif bir bireyin cinsel doyumundan önce, yaşamsal alanlarda hazzı keşfetmesi daha gerekli ve öncelikli bir meseledir. Burada konu hazza gelmişken cinsel haz özel bir alana aittir evet ama, haz aslında yaşamın tümünde aranması, bulunması ve artırılması gereken bir öneme sahiptir. Tensel hazlar geçicidir düşüncesiyle çoğu zaman derinliksiz kabul edilmiştir. Fakat haz, dürtünün doyurulmasıyla birlikte bir rahatlık sağlamaktadır. Bu insanın ruh-beden sisteminde temel bir alandır ve buradan hareketle anlam arayışına ve derinliğe giden yol açılmaktadır. Çünkü beden, anlam gibi bir definenin keşfinde yol haritasıdır. Basılmak üzere olan kitabımda konuyu etraflıca ortaya koymaya çalıştım.


 

Bağlanma ve Cinsellik

Doktora tezinize ve yakında çıkacak olan Çocukluk Çağı Bağlanmalarının Yetişkin Cinselliğine Etkisi kitabınıza da atıf yaparak, ‘bağlanma ve cinsellik’ başlığıyla neler söyleyebiliriz?

Bebeklikte yakınlık, bağlanma ve bebeğin güvenlik ihtiyacı tarafından oluşur. Yetişkin ilişkilerde ise yakınlık, cinsel birleşme ve cinsel çekimin, bağlanmanın oluşumu için bir adım olduğunu ve bunun da yakınlık kurmak için önemli olduğunu söyleyebilirim. Karşılıklı çekimin ve cinselliğin olması çiftlerin yakınlığı için önemli olmakla birlikte, eşler birbirlerine karşı güven ve duygusal ihtiyaçların karşılanmasında başarısız oldukları takdirde cinsel doyumun da olumsuz olması olağandır. Şimdi bağlanma biçimlerine dönüp tekrar bakacak olursak, kendimizle ve bizim dışımızdaki dünya ile ilgili algımız bağlanma biçimlerimiz tarafından belirlenir diyebilirim. Dolayısıyla ebeveynleriyle, özellikle annesiyle güvenli bir bağlanma kurabilmiş olan bireyler, kendilerini ötekiyle beraber olurken genel anlamda güvende hissederler. Güvenli bağlanan bireylerin olumlu cinsel benlik şemaları vardır ve cinsel ilişki sırasında olumsuz duygulara daha az yer verip olumlu duygulara ve tutkuya odaklanırlar. Cinsel ilişkilerinde, cinsel etkileşimlerinde ve cinsel yakınlıklarında güvenli ve tatmin edici bir şekilde romantik ilişkilerine katkı sağlarlar. Kendilerini ötekine bırakabilirler. Cinsel doyum da bir tür bırakmadır zaten, kişinin kontrolü bırakmasıdır. İşte tam da burada biraz daha derine inersek, ebeveyniyle güvenli bağlanmış kişiler, kendilerinin güvende olacağı, güvenli bağlanabilecekleri eşleri seçmektedirler. Yani işin aslı bağlanma biçimimiz dünyayı ve kendimizi nasıl algıladığımızı kaba hatlarıyla belirleyen yapıdır. Birçok ilişki ve yaşam sorunu gibi cinsel sorunlar da bu bağlanmalardaki çarpıklıklardan kaynaklanmaktadır. Mesela kaygılı bağlanmaya sahip kişiler terkedilme ya da reddedilmeye karşın çok endişeli oldukları için bu kişiler eşlerine çok fazla bağımlıdırlar ve düşük benlik algıları vardır. Bu yüzden genellikle cinsel ilişkiyi, eşleriyle duygusal yakınlık kurmak ve ilişkilerindeki doyum için kullanırlar. Cinsel doyum ve ilişkilerindeki doyum birbirleriyle yakın ilişkilidir. Sanki ilişyi güvende tutma yolu gibi kullanırlar cinselliği. Kaçınan bağlanmaya sahip kişiler kısa süreli cinsel birliktelikleri tercih ederken, cinsel ilişkiyi eşleriyle karşılıklı olarak doyum almak için değil de daha çok kendi doyumları için kullanırlar. Cinsel ilişkileri ile ilgili memnuniyet düzeyleri düşüktür ve duygusal ilişkilerinde mesafeli ve soğukturlar.


 

Öyküsel Terapi ve Etkinliği

Yine tezinizden yola çıkarsak gittikçe sesini yükselten bir ekol olan öyküsel terapiden de bahsetmek isterim. Çalışmanızda iyi oluşun cinsel doyuma etkisini bulgulamış ve narrative terapi ile ilişkilendirmişsiniz. Şu anda narrative terapi ile çalışıyor musunuz? Bu çalışmalarda narrative terapinin etkililiğine dair neler söylemek istersiniz?

Naratif terapi oldukça ilginç ve tanımaya, araştırmaya ve uygulamaya değecek post modern bir terapi yaklaşımı. Benim için kişi demek bellek demektir. Bellek otobiyografiktir. Bir kamera gibi kayıt yapmaz. Duygu ekleyerek olan biten her şeyi kişisel hale getirir. Bu kişinin geçmiş ve gelecek ekseninde bir kendilik öyküsü kurması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kişi doğduğu andan itibaren bugüne kadar olan tüm değişime rağmen aynı kalan bir öze, kendilik dediğimiz bir zemine sahip olur. Bunu zaman ve mekân üzerinden kendi algısını ve öyküsünü oluşturan belleği aracılığı ile yapar. Kurgulanan öykünün niteliğine göre kişi uyumlu ve sağlam ya da uyumsuz ve sorunlu bir yaşam sürer. Dolayısıyla terapist olarak hangi yöntemi kullanırsanız kullanın, aslında kişinin deneyimlerinden süzülüp gelen bu kendilik algısı üzerinde, onu yeniden ve istenen biçimde yapılandırmak üzere çalışıyoruz. Öyküsel (narrative) terapi de en temel de bu önermeyi ortaya koymaktadır. Öyküsel terapiye göre insanların bir durum karşısında nasıl hissedeceklerini ve nasıl eylemde bulunacaklarını belirleyen şey, o kişinin, o durumu kendi açısından nasıl anlamlandırdığı ve yorumladığına bağlıdır. Bir insanın öyküsü bu öyküyü şekillendiren etkiler ve bu öyküyü farklı açılardan anlatma hakkı öyküsel terapi uygulamasının merkezinde yer alır (Epston, White, 1992). Dolayısıyla birçok başka yöntemi de kullanarak öyküsel perspektifte ilerlemek benim için çekici bir çalışma biçimi. Öyküsel Psikolojiyi, bu postmodern yaklaşımı öğrenmeyi ve bir metot olarak kullanmayı öneriyorum. Çünkü öyküsel psikoloji; ileri sürmüş olduğu iddialar, varsayımlar, amaçlar bakımından aşina olunan geleneksel psikolojik danışmanlık yaklaşımlarına, onlar “yanlış” ve “kötü” gibi bir imada bulunmaksızın, meydan okur (Payne, 2006).

Röportaj: Sena Kübra ÇATALOĞLU

Klinik Psikolog / Psikolojik Danışman