
İnsan, sadece düşünen ya da hisseden bir varlık değildir; aynı zamanda eyleyen bir varlıktır. Ancak birey her zaman davranış gösteremeyebilir. Bu durum içsel motivasyonla ilgili olmanın yanı sıra zorlayıcı toplumsal koşulların etkisiyle de oluşabilir. Bağlam adı verilen bu koşulların bireye sağlanamadığı ortamlarda birey, eylemek için içsel motivasyonunu destekleyecek bir dışsal motivasyonu bulamamanın çökkünlüğünü yaşayabilir. Bu nedenle, birey yalnızca düşünce ve duygu dünyalarında sıkışıp kalma hissini taşıyabilir.
Bireyin içinde olduğu bu bağlamda, psikolojik iyi oluşuna ve hatta diğer pek çok pozitif psikolojik duruma katkı sağlayacak güven ortamına ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. Bireyde ve bireyin bağlamında bulunan güven ortamının davranış göstermek ile birlikte iyileştirici etkisi olabilir. Ancak güvenin sıkça sorgulandığı bir ortamda birey, içsel sıkışmışlık yaşayabilir. İşte tam da bu noktada, eylemin, yani davranıyor olmanın dönüştürücü gücüne dikkat çekmek, insanın kendi varoluşunu yeniden inşa edebilmesi açısından büyük önem taşır. Bireyin davranışı; kişinin sosyal çevresiyle olan etkileşimini artırırken bir yandan da sosyal ilgi dediğimiz kavramı da artırabilir. Bu, bireyin kendinden öte bir şeyin parçası olarak bireysel varlığını anlamlandırmasına yarayabilir. Bu bağlamda sosyal ilgi; bireyin sadece kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda toplumun ve diğer insanların iyiliğini düşünme kapasitesidir (Sweeney, 2019). Bu kavram, bireyin başkalarıyla empati kurabilme, dayanışma içinde olma ve toplumsal katkı sağlama eğilimini kapsar. Örneğin, depresyon, bireyin hayattan çekildiği, rutinlerinden koptuğu ve anlam duygusunu kaybettiği bir ruhsal durumdur. Uzmanlar tarafından kullanılan davranışsal aktivasyon dediğimiz yaklaşım, bu pasifliğe karşı bireyi yeniden harekete geçmeye çağırır. Bunu yaparken bireyin enerjisini, keyif aldığı ya da yapması gereken küçük günlük eylemlere yönlendirerek, yavaş yavaş duygu durumunun iyileşmesini hedefler. Başlangıçta güçsüz hisseden birey, zamanla eylemle birlikte enerji kazanır, daha önce yapamadığı şeyleri yeniden yapabildiğini fark eder ve bu farkındalık bir iç dönüşümü başlatır. Bu dönüşüm, yalnızca depresyonun üstesinden gelmekle kalmaz; kişinin yaşamına dair kontrol ve anlam duygusunu da artırır. Birey bu eylemliliği her zaman, salt duygu durumunu düzenlemiş ve bilişsel çarpıtmalar dediğimiz düşünce hatalarını tamamen düzenlemiş olarak yapmış olmaz. Bazen, bireyin önce hareket etmesi gerekebilir.
Depresyon gibi çökkünlüğü, isteksizliği kapsayan ve hatta tükenmişliği beraberinde getirebilen bireysel gözüken bir sorun yalnızca birey ile değil toplum ile de açıklanabilir. Van Stekelenburg ve Klandermans’ın (2017) sosyal psikolojiye dair çalışmaları, bireyin toplumla bağdaşan davranışa katılımı üzerinedir ve insanda ne gibi etkiler yarattığına dikkat çekmektedir. Onlara göre, birey bir toplumla bağdaşan bir davranış gösterdiğinde yalnızca bir duruma tepki vermiş olmaz; aynı zamanda kendi kimliğini yeniden şekillendirir. Bu süreçte duygular, düşünceler ve motivasyonlar iç içe geçer ve toplumsal bir konuyla bağdaşan davranış, bireyin yalnızlık hissini azaltır, aidiyet duygusunu güçlendirir, onu daha umutlu kılar. Bu kapsamda düşünüldüğünde depresyon gibi bir konuyla mücadele eden birey, toplumla yaşadığı birliktelik ile depresyonun tam zıttı deneyimler elde edebilir. Eylem, bireyin edilgenlikten çıkıp “özne” haline gelmesidir. Belki de bu nedenle depresyon gibi bireyin kendisini sevemediği hatta hiçe saydığı bir durumda işlevsellik gösterebilir. Davranarak özne olabilme, insanın kendi iç dünyasını da toplumu da dönüştürme potansiyelini içinde barındırır.
Kısacası, harekete geçmek, davranışsal aktivasyon, yapmak… adı ne olursa olsun bu davranış, depresyon ve pek çok ruhsal sıkıntıda bireyleri dönüştüren, kısır döngüden çıkaran ve en nihayetinde topluma katan bir eylemdir. Eylem, insanın “varım” deme biçimidir. Bazı durumlarda bu katılım, bağlamın elverişsizliğiyle karşı karşıya kalabilir ve bireyi davranmaktan uzak tutabilir. Adorno (1951), Minima Moralia, Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar adlı eserinin, plurale tantum (yalnızca çoğulda) adlı pasajında şu ifadeye yer verir: Bir kişi öfkesiyle ne kadar meşgulse, toplumun bastırıcı ilkesini o kadar eksiksiz temsil eder. Bu anlamda –belki de diğer tüm anlamlardan daha fazla– şu kural geçerlidir: en bireysel olan, en genel olandır. Bu anlatı bize bireyde gözlemlenen özelliklerin aslında nasıl toplumsal yapıların yansıması olduğunu gösteriyor olabilir. Diğer bir deyişle belki de ruhsal olan, aslında toplumsal olandır. Bazen öfke, bazen üzüntü, bazen hissizlik…
Metin Pulat
Uzman Psikolojik Danışman / Doktora Öğrencisi