Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

SINIRLARI ZORLAYAN YÖNETMEN: DAVID FINCHER – Psikolektif + – Sayı -1

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

SINIRLARI ZORLAYAN YÖNETMEN: DAVID FINCHER

Bugüne kadar çektiği filmlerle adından çok söz ettiren hatta sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran bir yönetmen oldu, David Fincher. 1962 yılında Denver-Colorado’da dünyaya gelen yönetmen, küçük yaşta izlediği filmlerden etkilenerek sinemaya yöneldi. Daha Lise yıllarında eline alındığı kamerayla kısa filmler çeken Fincher, tecrübe kazanmak amacıyla bir animasyon şirketinde çalışmaya başladı. George Lucas’ın şirketinde çalıştığı yıllarda, Star Wars IV: Jedi’nin Dönüşü ve Indiana Jones: Kamçılı Adam gibi filmlerin yapımında yer aldı. Aralarında Pepsi, Nike, Converse gibi markaların bulunduğu birçok firma için reklam filmleri çekti. Madonna, Aerosmith, The Rolling Stones, Nine Inch Neils, Rammstein, Rick Springfield, George Micheal, Micheal Jackson, The Wallflowers gibi ünlü isimler ve gruplar için klipler çekti.

Fincher’in filmografisine gelecek olursak, ilk uzun metrajlı filmi 1993 yılında, sinema tarihinin önemli yapımlarından olan Alien serisinin 3.filmiyle gerçekleşir. Serinin devam filmi, uzayda bir hapishanede geçer. Bir avuç dolusu mahkumun yaratığın avı olduğu filmde, hapishanenin daracık, uzun koridorları, loş ve karanlık ortam gerilimi oldukça iyi yansıtır. Fincher filmlerinde yarattığı klostrofobik atmosferin ilk örneğini burada ortaya koyar. Erkeksi, androjen karakteriyle tanıdığımız Teğmen Ellen Ripley (Sigourney Weaver) yaratıktan hamile kalır. Yaratık soyunu devam ettirmek için onu seçmiştir. Ripley ise kendisiyle birlikte embriyoyu yok etme ya da yaratığı doğurma ikileminde kalır. İlk filmi Ridley Scott, ikinci filmi James Cameron tarafından çekilen Alien serisinin bu üçüncü filmi epik finaline rağmen çok beğenilmez ve diğer iki filme göre düşük bir puan alır.

Bu filmin ardından Fincher, 1995 yılında kendisine büyük ün getirecek Seven (Yedi) filmiyle izleyicinin karşısına çıkar. Sinema tarihinin en sıra dışı seri katil hikayelerinden birinin anlatıldığı film, İncil’de geçen 7 ölümcül günahı (kibir, açgözlülük, şehvet, öfke, haset, tembellik ve oburluk) işleyenleri kendine has vahşi yöntemlerle öldüren bir seri katili ve onun peşine düşmüş iki dedektifin hikayesine odaklanır. Fincher’in filmlerinde sık rastladığımız karmaşık ruhlu karakterler bu filme de yansır. Filmlerinde çok sık yer verdiği seri katiller, paranoyak karakterler, sado mazoşist karakterlere girişi bu filmle birlikte başlar.  Sürekli yağmur yağan ve adı bilinmeyen bir kentte geçen hikaye, Fincher’in neredeyse her filmindeki klostrofobik ve karanlık atmosferi çok iyi yansıtır ve psikolojik gerilim hiç düşmez. Film genel olarak, işlediği cinayetler sonrası ipuçları bırakan ve rakiplerinden hep birkaç adım önde olan bir seri katil ile cinayetleri aydınlatmak için görevlendirilen emeklilik arifesindeki dedektif Somerset (Morgan Freeman) ve çaylak Mills (Brad Pitt) arasında bir kedi-fare kovalamacası şeklinde geçer ve akıl dolu finaliyle de sinema tarihindeki kült filmler arasına girer.

“Ernest Hemingway, ‘Dünya güzel bir yer ve de uğruna savaşmaya değer’ demiş. Ben cümlenin ikinci yarısına katılıyorum.” (Seven)

Bu filmin ardından yaklaşık iki sene sonra The Game (Oyun) filmiyle ekranlara döner Fincher. Filmin konusuna kısaca bakacak olursak, Nicholas Van Orton (Micheal Douglas) zengin, işinde başarılı, düzenli bir hayat yaşayan fakat kendi içinde sorunları da olan biridir. Orton’un kaderi 48. yaş gününde kardeşi Conrad (Sean Penn) tarafından verilen sürpriz hediyeyle değişir. Orton kendini sınırları belli olmayan, sadistçe kurgulanmış bir oyunun içinde bulur. Fincher’in paranoyak işaretlerle süslediği bu karanlık öyküde, Orton yaşananların hangisinin “gerçek” hangisinin “sahte” olduğu noktasında, adeta paranoyak bir karaktere dönüşecektir ve son ana kadar oyunun bilmecesi çözülmeyecektir. The Game, insanların sınırlarının değiştirildiğinde nasıl çaresiz hale gelebilecekleri, paranın ve tüketim toplumunun insanları nasıl alaşağı edebileceği mesajını verir ve seyircide oluşturduğu rahatsızlık, merak ve gerilimle Fincher’in hatırı sayılı filmleri arasında yerini alır.

-“Şu numarayı ara.

+ Niye?

– Hayatını… eğlenceli kılmak için.” (The Game)

Bir sonraki sayıda Fincher’in diğer projeleri Dövüş Kulübü, Panik Odası, Zodiac ve Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi filmlerini inceleyeceğim. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere…

Hoşçakalın, sinemayla kalın.

Ahmet YAŞAR

Psikolojik Danışman