
Avusturyalı Psikolog Viktor Emil Frankl, 1942-1945 yılları arasında, Nazi Toplama Kampları, Auschwitz ve Dachau’da esir tutulmuştur. Nazilerin II. Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle birlikte Frankl, özgür kalmış ve Toplama Kampları’ndan sağ kurtulan ender kişiler arasında yer almıştır. Onun ölüm odalarına gitmekten kurtulup, hayatta kalmasında, hayat ve anlam arasında kurduğu ilişkinin önemli bir rolünün olduğunu anlaşılmaktadır (1). Kendi ifadesiyle: “Geleceğe ve gelecekte yerini bulması mümkün olan bir anlama bel bağlayanlar, hayatta kalma şansı en yüksek olanlardı” (2). Aynı zamanda Frankl, Toplama Kampı’nın ağır şartlarında “buradan çıktıktan sonra psikoloji adına önemli bir kitap yazacağım” diyerek hayata tutunmaya çalışmıştır. Bu çerçevede Nietzsche’nin “Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıl’a katlanabilir” sözü onun hayata tutunması bakımından çok değerlidir (3). Bahsi geçen düşünceler onun yaşam felsefesine dair fikirlerinin oluşumu bakımından önem arz etmektedir.
Frankl’ın eserleri incelendiğinde “anlam” konusunun onun fikirlerinin oluşumunda baş rol oynadığı anlaşılmaktadır. Buna göre öncelikle onun psikoterapi yönteminin “anlam terapisi” (logoterapi) olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Anlam terapisi ‘varoluşçu psikoloji’ ve ‘yaşam felsefesi’ile doğrudan ilişkili bir psikoterapi yöntemidir. Bu noktada “Varoluşsal psikoloji nedir?” diye bir soru karşımıza çıkmaktadır. Engin Geçtan’a göre varoluşçu psikoloji, varoluşçu felsefenin psikoloji alanına uyarlanmasıdır. Varoluşçuluk, insanın dışındaki bütün varlıklar varlığını başka bir varlığa borçlu iken, insanın kendi varlığını bizzat kendisinin yarattığı anlayışını içeren felsefi anlayıştır. Şu hâlde insan insanlığını kendisi inşa ederken, ağaçlar için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü insan yaşamaya başlamadan önce onun yaşamı yoktur, yaşama anlam veren insanın kendisidir (4). Bu çerçevede Frankl, özellikle yaşadığı çağda yaygınlaşmaya başlayan varoluşsal boşluğu aşmaya yönelik düşüncelere ve logoterapi yöntemine yönelmiştir. Söz konusu içeriğine istinaden onun kuramını “varoluşsal psikoloji” olarak da adlandırmak mümkündür. Ona göre insanların varoluşsal boşluğu doldurabilmeleri için yaşam felsefesinin ve anlamın vazgeçilmez bir önemi söz konusudur (5).
Frankl’ın ileri sürdüğü “kendini aşma” düşüncesi onun yaşam felsefesinin önemli ögelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi ifadesi ile “İnsan, sadece varoluşundaki bu kendini aşmayı gerçekleştirdiği zaman gerçekten insan, ya da gerçek benliği olmaktadır” (6). Şu hâlde insanın yaşamında anlamı keşfetme sürecini “kendini aşma” olarak da ifade etmek mümkündür. Frankl bu noktada psikoloji ve anlam arasında vazgeçilmez bir ilişki olduğunu iddia etmektedir. Bununla birlikte o psikolojinin kendi adının anlamını gerçekleştirebilmesi için bu ismi oluşturan iki kavram olan psiko/ruh ve logosun (7) anlamın hakkını vermesi gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre insan ruhunun peşinde olduğu şeyler anlamlardır (8). Kendini gerçekleş- tirmek ya da kendini aşmak, insan ruhunun anlamları keşfetmesi suretiyle gerçekleşecektir. Bununla birlikte insanın maddeleşmekten ve nesne olmaktan uzaklaşabilmesi için kendini aşmaya ihtiyacı vardır. Çünkü dünyada olmak, dünyaya açık olmayı gerektirmektedir. Ona göre hayatın anlamlarına karşı kapanarak anlamı keşfetmek mümkün olamayacağından, insanın mevcut varoluşunu aşması elzemdir.
Frankl’a göre; İnsanı salt arzu tatmini peşinde olan bir varlık olarak sınırlandırmak eksik bir tutum olacaktır. Çünkü insan bir gaye ve amaçlılık çerçevesinde yaşamın anlamına yönelmesi mümkün olan hatta buna ihtiyacı olan bir varlıktır (9). İnsan; bir hasta yatağında da bir toplama kampında da, en temel ihtiyaçlarının bile karşılanmadığı durumlarda da anlam arayışında olabilir. İnsan, sadece itkiler/içgüdülerden oluşan kapalı, mekanik bir sistem olarak düşünmek, onu nesneleştirecektir. Oysa insan bir özne olarak kendi varoluşunu kendi inşa eden bir varlıktır ve bunu gerçekleştirebilmesi için anlama yönelerek, kendini gerçekleştirmesi mümkündür.
Frankl insan yaşamının ve deneyiminin öznelliğini, yaşam felsefesinin önemli unsurlarından biri olarak belirlemiştir. O bir taraftan insanların kendini gerçekleştirme/kendini aşma biçimlerinin aynı olamayacağını savunurken, diğer taraftan da kişisel deneyimlerin öznelliğine vurgu yapmaktadır. Frankl insan hayatının öznel anlamını İnsanın Anlam Anlayışında detaylı bir biçimde açıklamaya çalışmaktadır. Kendi ifadesiyle “Önemli olan genel olarak hayatın anlamı değil, insanın hayatının verili bir andaki öznel anlamıdır. […] Herkes hayatında tamamlanması gereken bir ödevi beraberinde getiren bir iş veya misyonla karşı karşıyadır. Kimsenin yerine bir başkası geçemez ve kimse hayatını tekrar yaşayamaz” (10). Çünkü insan varoluşu farklı hayat koşullarını ve farklı deneyimleri gerekli kılmaktadır. Frankl’a göre insanın karşılaştığı her durum farklı bir deneyimi gerektirebileceğinden hayatın anlamı zamana ve duruma göre değişebilir. İnsanın genel anlamda hayatın anlamını sormak yerine içinde bulunduğu durumla anlamın ilişkisini sorması daha doğru bir tutum olacaktır. Öyle ki insan hayatı sadece kendi bakış açısı (Weltanscha- uung) tarafından kavrayabilir ve anlamlandırabilir (11). Dolayısıyla Frankl’ın yaşam felsefesine yönelik tek bir anlamın olmadığı anlaşılmaktadır. İnsan hayatının farklı zorlukları ve çözüm yollarının farklılığına istinaden farklı anlamların ortaya çıkması olasıdır.
Frankl’ın öznellik ve anlam bağlamında ileri sürdüğü görüşlerden biri de mukayese/kıyas konusudur. Öyle ki insan hayatını tekdüze/yeknesak bir çizgiye indirgeyemeyeceğimiz için kıyas yapmak, yaygınlaşmış, ciddi bir sorunsal olarak karşımıza çıkmaktadır. Ona göre “Hiçbir insan ve hiçbir yazgı, başka bir insan ve yazgıyla kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrar etmez ve her durum farklı bir cevap gerektirir” (12). Frankl; kıyasla ilgili düşünceleriyle beraber mutluluğu da farklı bir bakış açısıyla ele almaktadır. Kendi ifadesiyle “Mutluluğa engel olan şey, “mutluluk arayışı”nın kendisidir. Bunu ne kadar çok hedefimiz yaparsak, bu hedeften de o kadar çok şaşarız” (13). Buna göre mutluluk peşinde koşmanın mutluluğa ulaşmaktaki en büyük engel olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki insan haz ve mutluluğun ne kadar çok peşine düşerse bunlar insandan o kadar uzaklaşacaktır. Onun yaşam felsefesinde mutluluk, neşe, haz vb. şeyleri doğrudan hedef yapmaktan ziyade bireyin anlama yönelmesi temel dayanak noktasıdır. Buna göre insanın mutluluğunun (haz, neşe, keyif vb.) nedenini/ kaynağını görmezden gelerek, doğrudan sonuca ulaşmaya çalışması mutsuzluk ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla insanda mutluluk vb. duyguları ortaya çıkaracak olan nedenleri/kaynakları hedef yapmak önem arz et- mektedir.
Mutluluğa bakış açısıyla beraber, acıya olan bakış açısıda çok öğreticidir. Nazi kamplarındaki sıkıntılı anlarıyla ilgili şu cümleleri kullanmaktadır: “Zihnimi başka şeyler düşünmeye zorladım. Bir anda kendimi iyi aydınlatılmış, sıcak ve güzel bir derslikte kürsüde dururken buldum. Önümde, rahat sandalyelerde oturan ilgili izleyiciler vardı. Toplama kampının psikolojisi üzerine bir ders veriyordum! (…) Bu şekilde, durumun üstüne, o anın ıstıraplarının ötesine geçmeyi başarmış ve onları geçmişte kalmış şeyler olarak gözlemlemiştim” (14).
Görebildiğimiz kadarıyla acı ve ıstırap durumlarında insanın zihnini başka bir düşünceye yönlendirmesi mümkün olabilmektedir. Böylelikle yaşananları yine zihinde dönüştürebilmek, anlamın inşasında önemli bir oynamaktadır. Ona göre hayatın bir anlamı varsa çekilen acıların da bir anlamı olmalıdır ve hayata devam edebilmek için acının anlamını keşfetmek önem arz etmektedir (15). Kendi ifadesiyle “Yaşamda gerçekten bir anlam varsa, o halde ıstırapta da bir anlam olmalıdır. Istırap, kader ve ölüm gibi yaşamın alaşağı edilemez bir parçasıdır” (16).
Frankl; Varoluş, yaşam arzusu ve psikolojiyle derin bir şekilde ilgilenmiştir. Hayatındaki zorlu anılarını dönüştürerek, yaşam arzusunun insanın her anındaki en temel ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. Ona göre her insanın yolu, patikası farklıdır. Kader yazılmıştır değiştirilemez ama insan doğası gereği kendini değiştirebilir. İnsanın gücünü ve biricikliğine oldukça önem vermiştir. Diğer varoluşçu psikologlara göre daha optimistik bir tutum sergileyip, acının bir dönüştürücü olduğunu ve insana hizmet ettiğinden bahsetmiştir. Mutluluk arayışını gereksiz bulup, hatta bu arayışta olan insanların daha çok psikolojik rahatsızlıkla uğraştığını gözlemlemiştir. Ona göre anlam arayışında olmak temeldir. Anlam arayışına giren bir insan gerçek mutluluğu tadacaktır.
Berivan Acet
Psikolojik Danışman