
“…güya namuslu geçiniyor, kız çocuğu diye okula göndermiyor ama anasını da satmayı düşünüyor, öyle bir insan işte.”
Birey üzerindeki yıkıcı etkisi tartışmasız olan şiddet, çeşitli biçimlerle toplumu ve içerisinde bulunan bireyleri etkilemektedir. Bu etki günümüzde süreğen bir biçimde artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2019 verileri, küresel çapta her 5 kadının, erkeklerde ise her 13 erkekten birinin çocukken cinsel istismara uğradığını ortaya koymuştur (Euronews, 2019). Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2012-2018 yılları arasındaki Adli Tıp kayıtlarından ulaştığı verilere göre de Türkiye’de 6 yılda 7 bin 347 birey cinsel şiddete maruz kalmıştır. Cinsel şiddete maruz kalan bireylerin 1779’unun ise çocuk olduğu bildirilmiştir (Sputnik, 2019). Veriler durumun vehametini ortaya koyarken alanyazında cinsel şiddet eylemlerinin bildirilme oranının düşük olduğu kabul edilmektedir. Bu açıdan ele alındığında aslında tablo göründüğünden daha karmaşık ve vahim bir durumdadır.
CDC (Centers for Disease Control and Prevention)’ye göre ise cinsel şiddet, mağdurun özgürce rızası olmadan veya rıza gösteremeyeceği, reddedemeyeceği birine karşı başka bir kişi tarafından işlenen veya teşebbüs edilen cinsel eylemlerdir (Smith, Breiding ve Black, 2014). Bu cinsel eylemler tecavüz, sözel/fiziksel taciz, cinsel ilişkide onay almaksızın cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel pozisyonlar konusunda zorlama; ilaç, alkol veya uyuşturucu madde etkisine sokmaya çalışarak cinsel ilişkiye zorlama, cinselliği ceza-ödül mekanizması olarak kullanmak, bedeni ve kişiliği aşağılayıcı dil kullanmak, teşhircilik, zorla pornografik görüntü izletmek, teknolojik araçları kullanarak cinsel içerikli araç ve konuşmalara maruz bırakmak, onay olmaksızın cinsel içerikli görüntü kaydı çekmek bunu şantaj konusu haline getirmek, başka kişilerle cinsel ilişkiye girmeye zorlamak, seks işçiliğine zorlamak, başka bir bireyle cinsel ilişkiye girme durumunda bunu zorla izletmek, cinselliği kendine göre yaşamak karşı tarafın istek ve beklentilerini görmezden gelmek şeklinde açıklanabilir (Mor Çatı, t.y).
Cinsel şiddet toplumda diğer şiddet türlerine oranla konuşulması, yazılması daha zor olan bir şiddet türüyken toplumda taciz, tecavüz, istismar biçimlerinde daha çok görünürlük kazanmıştır. Cinsel şiddeti sadece bu yönüyle ele almak, kimi bireyler tarafından cinsel şiddetin sadece dışarıdan ve yabancı bireylerden gelen bir eylem olduğunu düşündürebilmektedir. Oysaki İshakoğlu (2018)’nun cinsel şiddet mağduru kadınlar üzerinde yapmış olduğu araştırmasına göre cinsel şiddete başvuran bireylerin %82,9’u mağdurun daha önce tanıdığı bireylerden oluşmaktadır.
Yaşanan cinsel şiddeti meşru kılma çabaları ise toplumdaki yıkıcılığı beslemektedir. Tecavüz kültürü olarak adlandırılan bu durum cinsel şiddet ve tecavüz davranışlarının yoğun olarak gözlendiği kültürlerde bu eylemlerin çeşitli normlar ve yanlış inanç, inanışlar yoluyla normal olarak algılanması veya doğal bir eylem gibi gözükmesidir (Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, t.y). Kadının gece yarısı sokakta ne işi var (NTV, 2018), kızın rızası var, kot giyiyordu, piercingi vardı, çantasında doğum kontrol hapı buldum, hamile kadının sokakta dolaşması terbiyesizliktir (Onedio, 2015) gibi yorumlar bu kültürü beslemekte ve cinsel şiddeti haklı göstermekte, normal kılmaktadır.
Jung tüm bireylerde kolektif bilinç dışının bulunduğunu düşünmektedir. Kolektif bilinç dışı ruhsal bir miras olarak adlandırılabilir. Bu miras, tıpkı somut bir miras gibi bireylerin tüm geçmişlerini kapsayan izlenimlerinden oluşur. İzlenimler, insanın psikolojik kimliğini oluşturan önemli bir ögedir. Ortak miras; düşlerde, masallarda, destanlarda ortaya çıkmaktadır (Fordham, 2011:27, akt. Kızıl, 2015). Bu yönüyle toplumun anı deposu olarak adlandırılabilecek olan kolektif bilinçdışının, cinsel şiddetin de nesilden nesile aktarılmasında, kültürde yer edinmesinde olumsuz ama önemli bir görev üstlendiği söylenebilir. Aşan ve Demir (2015)’in yapmış oldukları çalışmalarında kültürde yer edinen cinsel şiddet ve ayrımcı dili atasözlerinde ve deyimlerde de görmek mümkündür: “On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde”, “Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez”, “Karı gibi”, “Elinin hamuruyla erkek işine karışmak”, “Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir”, “Kadının yüzünün karası erkeğin elinin kınası”. Kültürü oluşturan bu öğeler, toplumun kadına ve kadına yönelik cinsel şiddete ışık tutmaktadır. Erkeğin egemen ve ne yaparsa yapsın haklı olduğu görüşü, cinsel şiddet eylemlerinde mağdura büyük zarar vermekte, erkeğin cinsel şiddet eylemine başvurmasını ise kolaylaştırmaktadır. Bu durumda dini dayanak göstererek kadına şiddet uygulanabileceğini düşünen diğer bir görüş ise aynı şekilde erkeğin zarar verebilme hakkının olduğunu belirtmektedir. Oysaki Hz. Muhammed “”Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin!” sözleri ile şiddetin meşru kılınamayacağını ifade etmiştir.
Kadına yönelik şiddet karşısında çoğu zaman namus kavramına sığınan birey, tecavüz kültüründen beslenmektedir. Yavuz (2001)’a göre bireyi cinsel saldırıya götüren yolda namus ve cinsel doyum sağlama yer almamakta, saldırının temelinde karşı tarafa hükmetme ve aşağılama motivasyonu yer almaktadır. Cinsel şiddeti namus ölçeğinde haklı çıkarma çabası içine giren kültür, namusu giyilen kıyafette, dışarı çıkılan saatte kısacası kadının yaptığı ve yapmadığı birçok şeyde aramaktadır. Bu inanç sistemi, erkeği kusursuz görmekte, kadının ise güvenilmez ve erkeğin egemenliği altında olan bir birey olduğunu düşündürmektedir.
İshakoğlu (2018)’nun 14-51 yaşları arasındaki 70 cinsel şiddet mağduru kadın ile yapmış olduğu araştırmaya göre; mağdurların 47’si zor kullanılarak cinsel ilişkiye zorlandığını, 24’ü ters ilişkiye (anal, oral) zorlandığını, 2’si fuhuşa zorlandığını, 4’ü cisimle zorbalık yaşadığını, 8’i pornografik film izlemeye zorlandığını, 5’i çoklu cinsel ilişkiye zorlandığını, 5’i çocuklarının önünde cinsel ilişkiye zorlandığını, 16’sı sürekli tacize uğradığını ve 7’si de cinsel ilişki sırasında rızası olmadan videoya kayıt edildiğini ifade etmiştir. Bu cinsel şiddet eylemlerinin büyük çoğunluğu ise mağdurun kendi evinde olmaktadır. Kültür tarafından kadına yönelik olan ve yine kadının sokakta olmasından kaynaklı olarak suçlandığı cinsel şiddet öyküsünde erkeğin egemen konumda olduğu, sayılan sebeplerin ise geçerliliğini yitirdiği söylenebilir.
Toplumda her ne kadar kadına yönelik cinsel şiddet kültürü baskın gelse de cinsel şiddet; kadın, erkek, hayvan, eşya fark etmeksizin görülebilmektedir. Yavuz ve Akdaş Mitrani (2008)’nin 126 eş cinsel ve 120 heteroseksüel erkek grubu üzerinden yaptıkları çalışma sonucuna göre eşcinsel erkeklerin %44’ü, heteroseksüel erkeklerin ise %56’sı hayatında en az bir kez cinsel şiddet eylemine maruz kaldığını bildirmiştir.
Cinsel şiddet kültürü, toplumsal yapı içerisinde nesilden nesile, günden güne inşa edilmektedir. Otobüste, gece sokakta, bireyin çalıştığı iş yerinde, okuduğu okulda kısacası yaşamını ikame ettirdiği herhangi bir yerde bireyler, kendilerini güvende hissetmemektedir. Bu güvensiz yaşam, bireyde ciddi kaygılar yaratmakta, cinsel şiddete maruz kalan bireyde ise ciddi travmalar oluşturmaktadır. Kültürde yer alan ifade ve görüşler ne olursa olsun, esas olan önleyici olmak ve mağdurun yanında olmaktır. Cinsel şiddet eylemi karşısında “kesin bir şey yapmıştır o da” gibi yaklaşımlar cinsel şiddet kültürünü beslemekten öteye gidemeyecektir.
Toplumun en temel yapı taşını oluşturan çocukların, küçük yaşlardan itibaren kendi bedeni üzerinde söz hakkının, kendi bedenlerinin kendilerine ait özel ve değerli olduğunun öğretilmesi cinsel şiddetin önlenmesinde önemli bir rol oynayabilir. Kendi bedeni üzerinde söz hakkı olduğunu bilen çocuk, onay almadan başka bir bireyin kendi bedenine dokunamayacağını, nelerin güvenli nelerin güvensiz temas olduğunu bilecek ve kişisel sınırlarını koruyabilecektir. Aynı şekilde bedensel söz hakkı bilinci ile yetiştirilen çocuk, hayır diyebilmeyi de öğrenecek ve istenmeyen durumlarda hayır diyebilecektir. Saldırgan açısından bakıldığında ise başkasının bedeninin özel ve değerli olduğu bilinci ile yetişen çocuk, onay olmaksızın kendi bedeni dışında başka bir bedende söz hakkı olmadığını da öğrenecektir. Önleyici çalışmaların dışında tüm farklılıklar bir yana bırakılarak şiddetin varlığı ve etkileri, toplumda görünür kılınmalı, rızanın olmadığı her eylemin bir cinsel şiddet olduğu unutulmamalıdır. Cinsel şiddet kültürü, şiddetin sadece kitaplarda kaldığı bir kültüre yerini bırakabilmelidir.
Okan USLU
Psikolojik Danışman