Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

ŞİDDETİN GÖRÜNMEYEN TARAFI – Psikolektif Dergisi – Sayı – 21

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Şiddet olgusu, insanlık tarihi ile beraber ortaya çıkmış olup, bünyesinde bireysel ve toplumsal bileşenleri de barındıran karmaşık bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden şiddet olgusunu tanımlamak ve netleştirmek kolay olmamaktadır. Şiddet, birçok biçimiyle günümüzde hem bireysel hem de toplumsal boyutta sık karşılaştığımız bir durumdur. Ülkemizde şiddetin bir eğitim biçimi olarak tanımlanması ve bu durumun hem aile içinde hem de toplumsal yaşamda meşru görülmesinden kaynaklı; şiddetin hem tekrarlanmasına hem de örtbas edilmesine yol açmaktadır (Ayan, 2007). Aile içi şiddet; bir aile üyesinin çocuğuna, eşine, annesine, babasına, kardeşlerine ve yakın akrabalarına yönelik uygulamış olduğu her türlü saldırgan davranış olarak tanımlanmaktadır (ICN, 2001). Kendini fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik biçimlerde gösteren aile içi şiddet dünyada artarak devam eden ve oldukça yaygın olarak görülen, ciddi boyutları ile sadece bireyleri ya da aileyi değil toplumun tamamını ilgilendiren toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat aile içinde ortaya çıkan şiddetin özel hayat olarak kabul görmesi aile içi şiddete maruz kalma riskinin yüksek olduğu toplumlarda bu durumun ifade edilmemesine ve istatistiklere yansımamasına sebep olmaktadır (ICN, 2001).  

Yapılan araştırmalar aile içi şiddete maruz kalan kadınların; fiziksel sağlık sorunlarının yanı sıra depresyon, uyku problemi, intihar riski, regl düzensizlikleri ve sinirlilik gibi psikolojik rahatsızlıklar da yaşadığını göstermektedir (Öztürk, vd., 2016). Aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki etkisine bakıldığında; saldırgan davranışlar, uyku bozuklukları, düşük okul performansı, intihar riski, içe kapanma gibi sorunların gözlemlendiği, şiddete tanıklık eden çocuklarda ise sosyal öğrenmeye bağlı olarak şiddet davranışını kabul etme ve uygulama eğiliminde artış olduğu belirlenmiştir (WHO, 2010). Dünya Sağlık Örgütü (WHO)  aile içi şiddetin bir halk sağlığı sorunu olduğuna, bunun öncelikli sorun olarak ele alınması gerektiğine ve önleme stratejileri geliştirilmesine vurgu yapmaktadır (WHO, 2010). Özellikle halk sağlığı çalışanlarının, toplumun geleceğini etkileyen aile içi şiddetle mücadelede kilit bir sorumluluğa sahip olduğunu belirtmiştir (WHO, 2005). 

Aile içi şiddete ilişkin durumların bireysel, ailesel, toplumsal ve sosyal düzeyde çok yönlü olduğu görülmektedir. Düşük eğitim düzeyi, çocukluk çağında şiddete maruz kalma, madde bağımlılığı, sosyal öğrenme, silah ve türlerine kolay erişim, işsizlik, yoksulluk, şiddet öğelerini barındıran TV programları, toplumsal kodlar aile içi şiddeti besleyen faktörler olarak yansımaktadır. Toplumda aile içi şiddetin mağdurları erkekler, kadınlar ve çocuklar olabilir. Fakat kadınlara ve çocuklara yönelik erkek şiddetinin yüksek oranı, toplumda ve sağlık hizmetlerinde belirgin olarak görülmektedir. 

Dünya genelinde özellikle şiddetin meydana gelmeden önce önlenmesine yönelik uygulamalar amaç edinilmişken, ülkemizde ise ne yazık ki önleyici uygulamalar yetersiz kalmakta ve daha çok şiddet ortaya çıktıktan sonra uygulamalar yapılmaktadır.  Ülkemizde aile içi şiddeti önlemek adına imzalanan sözleşmeler genellikle şiddet olgusunun tespitinden sonra yapılması gerekenleri içermektedir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yürütülen projeler de şiddete maruz kalmış bireylere destek hizmetlerinin geliştirilmesine dair uygulamaları kapsamaktadır. Aile içi şiddete yönelik 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 2012 yılında yürürlüğe girmiştir (T.C. Resmi Gazete, 18 Ocak 2013, sayı: 28532). Bu kanun kapsamında kurulan “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin” yine şiddetin tespiti ve sonrasındaki koruma hizmetlerini içerdiğini ve önlemeye dair çalışmalara yer vermediği görülmektedir. Şiddetin azaltılması için benimsenen politikaların şiddet öncesi, şiddetin tespiti ve şiddet sonrası olarak değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir. Özellikle aile içi şiddet gibi bir durumun kolayca örtbas edilme olasılığı göz önünde bulundurduğumuzda önleme politikalarının ehemmiyetini daha iyi anlayabiliriz.

Elif KARATAŞ

Sosyal Hizmet Uzmanı