
Hocam öncelikle sizi tanıyarak bir başlangıç yapmak istiyorum. Sizin Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora programlarını tamamladığınızı, bağımlılık alanında yayınlarınızın olduğunu ve şu anda da Sabahattin Zaim Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığınızı biliyoruz. Bu bilgilerin dışında kendinizi biraz tanıtabilir misiniz, Psikolektif Dergisi okuyucularına kendiniz hakkında ne söylemek istersiniz?
İstanbul’da büyüdüm; ilk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Kartal Lisesi mezunuyum. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimimi Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümünde tamamladım. Orada uzun yıllar araştırma görevlisi olarak çalıştım, daha sonra çeşitli üniversitelerde de çalıştım ve hala Sabahattin Zaim Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Bununla birlikte özel sektörde çalışıyorum ve bir taraftan da psikolojik danışman olarak vaka görmeye devam ediyorum. Öte yandan da özel eğitim kurumlarıyla ilgileniyorum. Mesleki gelişimimde hemen hemen her psikoloğun veya psikolojik danışmanın yaşadığı seyri yaşadım. Önce çocuklarla, sonra ergenlerle, sonra yetişkinlerle ve sonra genele hitaben çalıştım. Bir dönem şiddet gören kadınlar ve şiddet olgusu üzerine çalıştım, hala da çalışıyorum. Doktora tezim aile temelli bağımlılık rehabilitasyonu üzerineydi. Genellikle de bağımlılık çalışıyorum, özellikle bu aralar daha çok üzerine eğiliyorum diyebilirim.
“Bağımlılık” nedir, bu kavramla ilgili öncelikle neleri anlamamız gerekir?
Bağımlılık kontrol edemediğimiz davranıştır diyebiliriz. Madde ve davranış olarak iki başlıkta ele alınıyor. En yalın tanımıyla kontrol edemediğimiz davranışlarımız için bağımlılık davranışı diyebiliriz ya da bir nesneye karşı kontrol duygumuzu kaybetmeye başladıysak, irademiz dışında ona dair istemediğimiz bir davranış geliştiriyorsak bağımlıyız diyebiliriz. Daha açık bir ifadeyle: Bir şeye istemediğimiz halde zaman ayırıyorsak da buna bağımlılık diyebiliriz. Bu ilişki bağımlılığı da olabilir yani bizi üzdüğü, hoşumuza gitmediği, zarar verdiği halde birine zaman ayırmak gibi. Durumu nesne olarak düşündüğümüz zaman (madde, teknoloji, telefon şeklinde sayabiliriz) teknik tanımlarıyla ele alırsak bağımlılıkta iki kritik eşik var: Bir tanesi yoksunluk bir tanesi tolerans. Birinci kritik eşik tolerans; yani gittikçe daha çok zaman ayırmaya başlıyor, daha çok kullanma ihtiyacı duyuyorsanız o insana, o nesneye bağımlı olduğunuzun en önemli işaretidir. Gittikçe tatmin olamama ve daha çok kullanma şeklinde ortaya çıkıyor. İkinci kritik kavram ise yoksunluk belirtileri göstermek yani o madde, kişi, alışveriş, telefon, oyun olmadığında bazı stres belirtileri gösteriyorsanız bağımlılıkla ilgili çok önemli bir eşiktesiniz demektir. Yoksunluk belirtilerinin en önemlisi strestir. Terleme, gözümüzün kararması, baş dönmesi, mide bulantısı, sosyal endikasyon diye ifade edebileceğimiz bazı kasılmalar, merkezi sinir sistemindeki bazı reaksiyonlar… Madde ve alkol kullanımında özellikle tıbbi açıdan müdahale edilmesi gereken bazı reaksiyonlar vardır. Tanılayıcı başka kriterler de var tabii ama en temel kriterler bunlardır ve kişide bulunduğunda bir uzmandan mutlaka yardım alınması gerekiyor.
Geçmişten bugüne bağımlılığın seyriyle ilgili neler söyleyebilirsiniz? Mücadelesini daha zor olarak tanımladığınız bir tür var mı?
Aslında insan doğası gereği bağımlı bir varlıktır. İnsanda bağımlılık geni diye bir gen var, bu genimiz olmasa yaşayamayız. Mesela insanlara bağımlıyız, tek başımıza yapamayız: Trafikte kalabalıktan rahatsız olsak bile diğer insanları görmek bizi rahatlatır. Yiyeceklere bağımlıyız, kendimizi iyi hissetmeye yönelik içgüdüsel ihtiyacımız doğrultusunda güvende hissetmeye de bağımlıyız. Önemli olan her konuda olduğu gibi bu konuda da kontrolü elden bırakmamak. Yoksa biliyoruz ki insanlara ihtiyacımızın olması kötü bir şey değil. Kişilerin birbirleriyle eş, dost, sevgili, arkadaş olması iyi bir şey ancak bu ilişkiler bize zarar vermeye başladığında kötü bir hal alır. Geçmişten bugüne insanın bir nesneye ya da eyleme bağımlı olma ve kontrolünü kaybetme durumları var olmuştur yani bağımlılık insanlık tarihi kadar eskidir. Sadece biyolojik kökenleri değil, davranışsal ve psikolojik kökenleri de olduğu gibi hedonik kökenleri de var biliyorsunuz. Hedonizm en genel anlamda hazcılık olarak ifade edilebilir yani hayattan mümkün olduğunca daha çok haz almaya dayanır. En eski toplumlarda da alkol bağımlılığının, kumar bağımlılığının olduğunu görebiliyoruz. Bunun yanında yazılı ve yazılı olmayan tarihte karşımıza sportif etkinliklere, eğlencelere yönelik bağımlılıkların ve cinsel bağımlılıkların çok eski toplumlarda da var olduğu çıkıyor. Son dönemleri kastettiğimizde ise elbette teknolojinin hayatımıza girmesiyle teknolojik bağımlılıkların fazlasıyla zirvede olduğunu söyleyebiliriz. İnternet ve yaş grubuna göre oyun bağımlılığı, yaş grubu fark etmeksizin sosyal medya ve televizyon bağımlılığı son zamanlarda daha revaçta. Eski toplumlarda madde bağımlılığı açısından baktığımızda alkol ve bitki bağımlılığı var. Haşhaş ve türevlerine ilişkin bağımlılıklar da yaygın. Günümüzde ise daha çok sentetik ve kimyasal bağımlılıklar yaygın; günlük tabirle hap diye ifade edilen bağımlılıklar var. Amerika’da, Avrupa’da ilaçların kötüye kullanımı ya da opioid bağımlılığı olarak ifade edebileceğimiz bir takım ilaç gruplarına yönelik bağımlılıklar daha fazla. “Mücadelesi en zor olan bağımlılık türünü” düşündüğümüzde her bir bağımlılık, kendi özelinde bağımlı birey için mücadele edilmesi çok zordur. Ancak madde bağımlılığı ömür boyu devam etmesi gereken bir mücadele olduğu için alkol de dahil olmak üzere bir yıl, iki yıl, üç yıl, on yıl boyunca kişi “kuru” kalsa bile o bağımlılık bitmiş olmuyor. On yıl sonra bir dal sigara tetikleyebiliyor veya bir bira içtiğinde bağımlılık tekrar nüksedebiliyor. Yani alkol ve madde bağımlılığına bu açıdan mücadelesi en zor bağımlılık türü diyebiliriz ancak teknoloji, oyun gibi bağımlılıkların da sağaltılması çok zor, tabii ilişki bağımlılıklarını da katmamız gerekir bu zor gruba. Çünkü insanların hayatını yaşanılmaz kılıyor ve kişilerin kendilik algısı ve kişilikleri üzerinde yıkıcı bir etkisi var. Buna iş, okul, meslek hayatlarını ve aile hayatlarını da katalım. Dolayısıyla zorluk düzeyini bunların kendi içinde belirlemek daha doğru olabilir.
İnsanlar neden bağımlı olurlar, kişileri bağımlı olmaya yönelten başlıca unsurlar nelerdir?
Literatüre baktığımızda insanları bağımlı olmaya iten pek çok unsur var. Doktora çalışmamda bunu hem nitel hem nicel olarak çalıştım ve şunları gözlemledim: Çocuk yaş gruplarında bağımlılık sebepleri farklı seyrederken, yetişkin ve genç yaş gruplarında farklı seyrediyor. Bir de bağımlılık türleri değiştikçe de nedenleri farklılaşıyor: Örneğin ilişki bağımlılıklarında sebepler farklılık gösterirken alışveriş bağımlılığında başka bir şey, teknoloji bağımlılığında başka bir şey, maddede ve alkol bağımlılığında başka. Madde ve alkol bağımlılığı için genelleme yapacak olursak (doktora tez çalışmamda bunu çalıştım) ortaokula giden küçük yaş gruplarından itibaren madde alkol kullanmaya başlayan ve bağımlılık hikayesi oluşan bireylerin bağımlılık nedenleri; daha çok arkadaş ortamı, temelde görerek kullanma ve ailede ihtiyaçların karşılanmaması, anne veya babanın veya her ikisinin olmaması, ailede psikolojik, fiziksel veya sevgi ihtiyaçlarının karşılanmamasıyla dışarda bir aile arayışı madde kullanmaya itiyor. 14-15 yaşından önce diyebiliriz ki ailede disiplin yoksa, ebeveyn kontrol figürü yoksa bunlar itici sebepler. Özellikle baba kontrol figürünün altını çizmek istiyorum. Yoksa da anne veya amca yani bir ebeveyn kontrolü… Çocuk bu duyguyu yaşamıyorsa madde bağımlılığına daha yatkın bir durumda oluyor. Ebeveyn kontrolü olmayan bir çocuk madde kullanan bir arkadaş grubuyla tanıştığında bu çocuğun madde kullanma riski çok büyük. Bu bağlamda ortaokul ve öncesindeki çocuk yaş gruplarında ebeveyn kontrolünün olmaması, ailede ihtiyaçların karşılanmaması en temel neden olarak karşıma çıktı. Lise ve sonrasında ya da beliren yetişkinlik diye ifade ettiğimiz yaş grubunda madde kullanma konusunda temel kavram merak duygusu: “Herkes kullanıyor kullansam ne olur?” şeklinde haz arama. İkinci temel kavram yaşama anlam katma çabası. Bu yaş gruplarında da yine yalnızlık önemli bir unsur. Yalnız hissetme, yakın kaybı, travma sonrası maddeye yönelme, alkole yönelme karşımıza sıkça çıkıyor. Bu bağlamda yaş gruplarına göre farklılaşabiliriz. Oyun ve teknoloji bağımlılığında da ailede ihtiyaçları karşılanmayan, psikolojik doyum sağlayamayan, yaşamında anlam hissetmeyen, sanat ve spor başta olmak üzere hayatlarına anlam katacak bir etkinlikte bulunmayan çocuklar, ailesinde şiddetli geçimsizlik olan çocuklar ya da boşanmış ailelerin çocukları teknoloji bağımlılığı konusunda daha yüksek risk grubunda. Şiddet ve boşanma durumu yoksa ama ilgisizlik veya her istediğini elde etme durumu varsa ya da yemek yerken tablet kullanma gibi durumlar varsa bunlar da çocukları risk grubuna itiyor. Bunların dışında genetik faktörler de var. Annesi babası sigara içen, alkol kullanan çocukların eğilimleri daha fazla. Ebeveynlerin maddeye karşı tutumu da çocuğun bunlara yönelmesinde etkili. Alışveriş ve internet için de aynı şey geçerli rol model olma anlamında.
Bağımlılığın orta öğrenimden önceki nedenleri (Ulaş, 2017) Bağımlılığın orta öğrenimden sonraki nedenleri (Ulaş, 2017)
Masum gibi görünen ancak son zamanlarda diyabetin, obezitenin yaygınlaşmasıyla gündemde olan şeker kullanımının da bağımlılık literatüründe yer alması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunun duygusal yeme bozukluğu ile ilişkilendirildiğini biliyoruz. Birçok yayından duygusal yeme bozukluğunun da aslında beynimizde ödül mekanizmalarının doğru çalışmamasından kaynaklandığını biliyoruz. Bu günlük hayatta şu anlama geliyor: İhtiyaçları karşılanmayan bireyler yeterince mutlu olamıyorlar ve yeterince mutlu olamayınca yolakları doğru çalışmıyor. Bu durumda dopamin, adrenalin, endorfin, seratonin gibi hormonlar sağlıklı bir şekilde salgılanmamış oluyor. Bu hormonları yeterince salgılanmayan yani mutsuz olan insanlar başka şeylerde mutluluk arıyorlar. Sigara içerek, alkol kullanarak ya da hap, esrar gibi yollarla ödül yolaklarını kullanmış oluyorlar. Benzer bir şey alışveriş bağımlılığında da oyunda da var. Kişi maddeyi aldığında beyin ödül yolaklarını çalıştırıp endorfin patlaması yaşamış oluyor böylece doğal hayatın içerisinde ihtiyaçlarını karşılayarak elde etmesi gereken mutluluk düzeyini yapay yollardan elde etmiş oluyor. Biz de biliyoruz ki bütün yiyeceklerin içerisinde bu ödül yolaklarını çalıştıran birtakım maddeler var ve hepimizde işe yarıyor aslında. Yani yemek yemek hepimizi mutlu eder, yemeye de bağımlıyız bu anlamda. İnsan tabii ki karnı acıktığı için yer ama bununla beraber mutlu da eder bizi yemek yemek. Beynin ödül yolaklarını, mutluluk hormonlarını en fazla çalıştıran glikoz ve türevleri. Onlar da çikolatada, tatlı yiyeceklerde, tatlı içeceklerde daha çok olduğu için beyin bizi oraya sevk ediyor. Bunları çok tüketince de vücudumuz ihtiyacı olan belli bir oranı kullanıyor ihtiyacı olmayanı da yağ olarak depoluyor. Bu da kilo alımına sebep oluyor ve kişiyi sağlıksız hale getiriyor. Bu bağlamda şeker bağımlılığını da kapsayan duygusal yeme bozukluğu literatürde daha çok kullanılan bir ifade. Birisi hap atıyor bir başkası Nutella kullanıyor. Birbiriyle akraba şeyler bunlar: Hap attığında olan şey ile çikolata yediğinde olan şey aynı şey hemen hemen sadece çikolata biraz daha doğal olduğu için daha az yıkıcıdır. Öbürü sentetik olduğu için daha da yıkıcıdır yani daha fazla uyarır ve kısa sürede etki eder. Tatlı yiyeceklerin tamamı bağımlılık yapar. Bunun kökeni ise mutsuz ve umutsuz olmanın tetiklemesi, sağlıklı baş etme mekanizmalarının olmaması. Bizim günlük ortalama bir neşe oranımız var. Yani sabah kalktığınızda hepimiz kişilik, karakter gibi farklılıklara bağlı olarak değişmekle beraber ortalama on üzerinden beş gibi bir ruh hali ile kalkarız. Kişinin baş etme becerileri iyiyse, hayatı seviyorsa, genel mutluluk düzeyi iyiyse bu bir süre sonra altı olabilir, gün içerisinde yedi olur daha sonra iyi haberlerle vs. bu daha da artar. Normal insan etkinlik yapmak, sevdiklerini görmek gibi yollarla mutluluğunu arttırır. Kötü bir olay olduğundaysa bu normal insanın mutluluk düzeyi yediden altıya, altıdan beşe düşer. Ama bağımlı insanların sabah kalktığında mutluluk düzeyi üçtür. Kötü hisseder ve kalkar kalkmaz maddeyi arar. Bağımlının zamanının yarısı, maddeyi aramakla diğer yarısı maddeyi kullanmakla geçer ya da bağımlı olduğu davranışı yapmak için para arayışıyla geçebilir. Madde, bağımlıların mutluluk düzeyini tırmandırır sonrasındaysa bu maddenin etkisi geçer. Maddenin türüne bağlı olarak belli bir süre sonra maddenin etkisi geçtiğinde mesela mutluluk oranı on üzerinden yediyse ikiye düşer buna bağımlılık literatüründe “düşüş” denir. Biz normalde on üzerinden dört olan bir mutluluk düzeyinde kötü bir haber aldığımızda ikiye düşerken bu kişi sekiz olan mutluluk düzeyinden ikiye düşer. Bulutların üzerinde iken yeryüzüne çakılmak gibi. Kişi bunun etkisini azaltmak için başka bir maddeye sarılır, yemekte de aynı şey olur.
Doktora tezinizde birçok noktada bağımlılığın sadece tedavi açısından değil birçok unsurun (aile, çevre, iletişim) göz önünde bulundurulduğu bir yaklaşımla ele alınması gerektiğine dair vurgu var. Bağımlılığın tedavi sürecinden ve başlıca koruyucu faktörlerinden bahsedebilir misiniz?
Bağımlılık tedavisinde onlarca yıldır dünyanın her tarafında başarılı çalışmalar yapılıyor ancak bağımlılık tedavisinde bağımlılık yapıcı maddeyi bırakmak başlıca problem değildir. İnsanlar sigarayı pat diye bırakırlar mesela, hiç desteğe ihtiyaç duymazlar. Hatta alkol, esrar, kokain, alışveriş, yemek için de aynı şey geçerli. Tedavide yoğunlaşılması gereken şey depreşme. Örneğin iki ay ya da bir yıl sonra kişinin bağımlılığının nüksetmesi. Bunun ortaya çıkmaması için kişinin sağlıklı bir hayatının olması gerekiyor. Kişinin sağlıklı bir hayat içinde sürekli destek kaynağına ihtiyacı var ve bu da tabii ki ailedir ve bağımlılık tedavisinde sosyal çevre ile aile olmazsa olmazdır. Bu bağlamda sadece bağımlıyla çalışmak bize etkili ve kalıcı sonuçlar vermez, bağımlının ailesine ulaşmak gerekiyor. Bağımlı birey çoğunlukla aileyi de tüketmiş, anneyi babayı yıkmış oluyor: Belki maddeyi bulmak için birçok eşyasını, evini satmış ya da hırsızlık yapmış; adli suçlara karışmış olabiliyor. Temel hedeflerden bir tanesi bağımlıyı tedavi etmek ancak diğer önemli bir temel hedefimiz ise bağımlı olan kişinin yakınlarını toparlamak, onlara destek olmak zaten bu yapılması zorunlu bir şey çünkü bağımlıyı tedavi etmek bu olmadan imkansızdır. Bu yüzden de ben doktora çalışmamda da gördüğünüz gibi aile temelli grupla terapi yaptım ve bir tarafta bağımlıları bir tarafta aileleri toplayarak süreci yürüttüm, çok da etkili sonuçlar aldım. Madde ve alkol bağımlılığında kişi birçok yakınını tüketmiş olsa bile mutlaka ilişki içinde olduğu insanlar oluyor ve onları işin içine katmamız lazım. Bu söz konusu kişinin halası, teyzesi, dayısının-amcasının oğlu olabilir. Onu bulup onunla terapiye başlamak daha sağlıklı olur çünkü bağımlıları önce ikna etmek gerekir. Bunun için de motivasyonel görüşme teknikleri çok önemlidir. Tabii telkin, bilişsel çarpıtma listelerini kullanmak da çok etkilidir. Seçim teorisi de aynı şekilde işin içine katılabilir. Gördüğüm kadarıyla seçim teorisi ve telkin Türkiye’de daha etkili. Bir taraftan kişinin psikiyatrik destek olması gerekiyor ancak mutlaka psikoterapi desteği de gerekli. Bir taraftan kişinin normal hayatına geri dönmesi için iş yaşamına başlaması, gerekirse yaşadığı yerin değiştirilmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Bazen mahalleyi değiştirmek, ilçeyi değiştirmek, gerekirse de ili değiştirmek işe yarayabiliyor çünkü uyarıcı maddeden uzak kalmalı ve birisi onu arayıp teşvik ettiği zaman ona ulaşamamalı.
Çocuk ve ergenler başta olmak üzere vurgulamak istediğiniz bir koruyucu faktör var mı?
Neredeyse tüm bağımlılıklar çocukluk ve ergenlikte başlıyor diyebiliriz aslında ve en önemli koruyucu faktör tabii ki aile. Teknoloji bağımlılığı, kumar bağımlılığı aklımıza her ne gelirse bu geçerli. Ailede en önemli faktör ebeveyn kontrol figürünün olması. Çocuğun arada bir okuluna gidilmesi, arkadaşlarının kim olduğunun sorulması bir de çocuğun sevgi ve güven ihtiyacının karşılanması çok önemli. Burada da karşımıza çıkan en önemli şey zamanı etkili değerlendirmek. Gün boyunca birlikte olmak çocukla vakit geçiriyor olmak anlamına gelmez, elbette ki bu da çok kıymetlidir ancak zamanı etkili kullanmak gidip bir alışveriş merkezinde gezmekten fazlasıdır. Telefonunuza bakmadan muhabbet edip anı yaşayabileceğiniz iki üç saat… Bunu sadece çocuklar özelinde söylemeyelim. Bir kişiyle telefonunuza bakmadan iki üç saat sohbet etmek her gün birlikte olup beş dakika konuşamadan geçirdiğiniz zamandan daha kıymetlidir. Ayrıca çocuk için etkinlik planlamak da çok önemli. Bir başka koruyucu unsursa bu maddelerin yasaklanması. Karşımızda iki yüzlü bir dünya var: Bir yandan sınırsız teknoloji, sınırsız zarar verici yayınlar, sınırsız siteler, filmler, maddeler, sigara satışları… Bir yandan da psikologlara, öğretmenlere hadi bununla mücadele edin demek… Dünyadaki en büyük sıcak para kaynağı dev ekonomiye sahip ülkelerin büyük uyuşturucu tarlaları. Bunlardan elde edilen çok büyük bir akış var. Diğer taraftan bu ülkeler aynı şekilde birtakım kurumlar kurup bununla mücadele etmek istiyor. Bütün dünya bunu sadece tedavi amaçlı kullanımı dışında yasaklayabilir. Anglosakson diye ifade edilen ülkelerin dışında dünyanın hiçbir yerinde maddelerin sınırsız kullanımı serbest değildir. Hollanda vs. için söylenen şeyler kulaktan dolma şeyler oluyor genelde. Belli oranlarda içinde maddeyle satışı yapılan ürünler de aslında mücadelelerinin bir parçası. Yasaklanırsa bunların kullanımı el altından sağlansa bile çok çok azalır. Ben eminim ki internetin belli bir saatten sonra olmaması kişilerin daha sağlıklı ilişkiler kurmasına fırsat verir. İnsanoğlu bundan 30-50 yıl sonra bunun olması gerektiğini tartışacaktır çünkü kapitalizmin öznesi yok. Yasaklamak, insanların özgürlük alanına müdahale etmeden yapılabilir. En azından ebeveynler bunu kendileri teknoloji alanında yapabilirler. Ben ebeveynlere çocuklarına liseye geçmeden telefon almamalarını tavsiye ederim. Hiçbir zaman tablet almamalarını tavsiye ederim. Eğer sınava çalışma söz konusuysa masaüstü bilgisayar alınabilir ve ekranı da herkesin görebileceği bir yerde olmalıdır. Bazı insanlar çocukları yaşarken çocuklarını kaybederler ve bunun farkında olmazlar ne yazık ki. Davranışçı çözümlerle çocuğun maddeye, alkole, teknolojiye ulaşımının zorlaştırılması önemli.
Bağımlılıkla ve bağımlılarla çalışan ruh sağlığı uzmanlarının öncelikle nelere dikkat etmesini önerirsiniz?
Öncelikle kendilerinin bu süreçte tükenmemeleri gerekir. Bağımlılıkların nüksetmesi durumunda kendilerini başarısız görmemeleri çok önemli. Meslek çalışanlarının başarısızlık duygusuyla baş etmek için güçlü bir bilişsel yapıya ihtiyaçları var. Bağımlılıkla çalışma, unutmamak gerekir ki ömür boyu süren bir durum ve takip etmek bu noktada çok önemli. Ruh sağlığı uzmanlarının dikkatlerini bağımlılığın sonlanmasından ziyade nüksetmesine vermesi de önemli.
Röportaj: Sena Kübra ÇATALOĞLU
Klinik Psikolog & Psikolojik Danışman