Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

“Erkek” Sayısı Atilla Yardaş Röportajı – Psikolektif Dergisi – Sayı – 12

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 7 Dakikadır.
Siz Atilla Yardaş Kimdir?

Merhabalar, ben Atilla. 1995’te Mersin’de doğdum ve liseyi bitirene kadar oradaydım. 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji lisans eğitimime başladım. İlgi alanlarımı da lisans eğitimime başlamamla beraber keşfetmeye giriştim. Toplumsal cinsiyet, sınıf, toplumsal hareketler lisans eğitimi hayatım boyunca ana ilgi odaklarımı oluşturan konulardı. Fakat günümüze yaklaştıkça bu odakları, toplumsal cinsiyet perspektifinden incelemenin beni daha çok tatmin edeceğini fark ettim ve 2019 yılında yine Hacettepe Üniversitesi’nde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Yüksek Lisans Programına başladım. Şimdi de tez döneminde bir yüksek lisans öğrencisiyim. Aynı zamanda 2017’den beri sivil toplumda özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışıyorum.

Sıkıcı kronolojik otobiyografi kısmını mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. Çünkü bu tür bir hayat anlatısı, kişilerin hayatındaki birçok deneyimi, nüansları, zorlukları vb. yani en nihayetinde kişiyi, o günkü kişi yapan birçok şeyi silikleştiriyor. Bu silikleştirmenin de bir tür normalleştirme ve normatifleştirme aracı olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda oldukça düz bir anlatı mevcut ve tahmin edin kim düz değil? Ben. Bu nedenlerle Atilla’yı daha az normatif bir şekilde anlatmaya çalıştığımda, klişe de olsa, kendim için belli başlı sıfatlar seçmenin daha çok gerçeği yansıttığını düşünüyorum: kafası karışık, obur, fevri (üstüne çalışıyorum) ve atılgan.


 

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Sadece Kadınların Sorunu mu?

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği denildiğinde, iktidarın/gücün tahakküm ilişkisine dönüşmüş bir şekilde asimetrik dağılımının akla gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu asimetrik güç dağılımı da erkek(lik) ve diğer cinsiyetler arasında gerçekleşiyor. Erkekliği sık sık iktidar ilişkileri bağlamında ele aldığım için en baştan iktidarı tanımlamak isterim. İktidar/güç kavramını Foucault’cu bir anlamda ele alıyorum: “İktidar” bir “şey” değil, ilişkisellik üzerinden var olan (etkileşim gerektiren), baskıcı ve (devamlılığını sağlamak için) üretken olabilen, devletin tekelinde olmayan (devletin erişemediği yerlere sızabilen, farklı şekiller alabilen) bir kavramdır. İktidarın bu tür kavramsallaştırılmasının erkekliği ve asimetrik güç ilişkilerini anlamamız için elverişli olduğunu düşünüyorum. Elverişli olabilecek ve Foucault’nun iktidar anlayışıyla kesişen noktalar barındıran Marksist perspektif de kullanılabilir ama röportajın sağlıklı bir uzunlukta kalması namına ben Foucault ile devam edeceğim.

İktidarı elinde bulunduranlar, iktidarın ve ayrıcalıkların devamı için söz konusu tahakküm ilişkisini sürdürüyorlar. Bu sebeplerden dolayı tahakküm altındaki kadınların özgürlük mücadelesi, daha merkezi bir konumda. Erkekler ise bu sorunların dışında değil pek tabii, hatta direkt sorunun merkezindeler. Özgürleşme mücadelesi de bu sorunlu merkezi ortadan kaldırmak üzere ilerliyor.

Burada özellikle belirtmek istiyorum; erkekler dediğimde tek tek atanmış cinsiyeti erkek olan cis-gender kişileri değil, patriyarkal sistemin iktidarını işlevselleştirdiği tarihsel-toplumsal bir kurumu kastediyorum. Cis-gender heteroseksüel erkekler de bu iktidarın pratiğe dökülebildiği optimum özne oluyorlar.

Ve her tahakküm ilişkisine sahip iktidar gibi iktidarın vücut bulduğu özne olmak, güç ile bu gücün her an kaybedilebileceği gerçeğiyle geliyor ve siz iktidarın optimum özneleri olarak bunun sert fakat kırılgan toksisitesi ile yoğruluyorsunuz. Bu da sizin ne yapabileceğinizi, neyi hayal edebileceğinizi hatta direkt olarak hayal gücünüzün sınırlarını belirleyen bir toksisite oluyor. Bu durumda erkekliği, sağaltılması gereken bir kimlik olarak görüyorum (kendim için, en azından şimdilik, bunun tamamen mümkün olduğunu öngöremiyorum). Sağaltmak ile demek istediğim de sahip olunan ayrıcalıkların farkında olmak ve bunları tahakküm ilişkisinden uzaklaştırmak ve hatta terk etmek.


 

Sivil Toplum Deneyimleri: Erkeklerin Farkındalığı ve Katılımı

Sayısal verilerden yola çıkarsam bu alanda oldukça az erkek mevcut. Bunun farklı sebepleri var: Bu alanın itibarsızlaştırılması, ayrıcalıkları tehdit ettiği için değersiz addedilmesi ve direkt olarak zayıflatılması. Zayıflatılmasına örnek olarak bu alana ulaşımın ve etkinliklerin gerçekleştirilmesinin zorlaştırılması, maddi desteğin kesilmesi gibi şeyler verilebilir. Böyle algılandığı için de uzak duruluyor. Diğer bir sebep de en “elverişli” (sistematik ayrıcalıklarını en kolay şekilde tahakküme dönüştürebilen) potansiyel şiddet öznesi olarak bu alanda var olmak zor bir şey ki bunu negatif bir şey olarak görmüyorum. Çünkü tahakküm altındaki özneler tarafından oluşturulmuş bir alan ve siz iktidar öznesi olarak yoğrulduğunuz (yüzyıllardır süren erkek egemen sistem içerisindeki ayrıcalıklı konum üzerinden sosyalize olmayı kastediyorum) toksisite ile bu alana girdiğinizde güvenli alanları bozuşturabiliyorsunuz (bu nedenle erkekliği sağaltılması gereken bir kimlik olarak görüyorum). Bu alanda çalışan heteroseksüel cis-gender erkeklerin varlığı bu nedenle oldukça sınırlı. Deneyimlerimin çerçevesinde konuşacak olursam, kendini erkek olarak tanımlayıp bu alanda çalışan kişiler çoğunlukla LGBTIQA+ oluyor ki bu da aslında eril iktidarın tahakküm altına aldığı kesişimde.

Erkeklerin katılımcı konumda olduğu yerlerde sayılarının az olması aslında alanda da neden az olduklarını anlamamıza yardımcı oluyor. İktidar düşünme şeklimizden hislerimize kadar o kadar çok alana sinmiş, tesir etmiş ki düşünce akışımız sık sık engellerle karşılaşıyor. Bu aslında toksisiteyi sağaltmak için önemli bir fırsat fakat her türlü toplumsal kurumun beslediği düşünce akışını yıkmak çok zor oluyor. Örneğin lise öğrencileri ile yaptığım bir toplumsal cinsiyet eğitiminde “Feminizm sizce ne demek?” diye sorduğumda direkt olarak erkek düşmanlığı, erkekleri öldürmek isteyen kadınlar gibi cevaplar vermişti katılımcı erkek lise öğrencileri. Yetişkinlerle yaptığım benzer bir eğitimde yine yetişkin erkek katılımcılar sık sık üzerine kendilerinin bile çok düşünmediği fakat endoktrine edilmiş, öz’e atfedilen söylemlerde bulunmuşlardı (kadının daha güçsüz olması, iradesinin daha zayıf olması, erkeklerin yönetme gücünü doğuştan barındırması gibi).

Az önce de belirttiğim gibi toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları, hem farkındalığı artırmak hem de erkek egemen sistemin endoktrinasyonundan uzaklaşmak için çok kritik bir alan. Erkekler için ekstra önemli bir hale geliyor öznelliklerinin konumsallığı itibarıyla. Bu nedenle bu tür çalışmalara/etkinliklere ulaşım herkes için daha ulaşılabilir kılınmalıdır.


 

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinin Birey ve Toplum Üzerindeki Etkileri

Toplumsal cinsiyeti, diğer birçok alanla kesişim içerisinde düşünmemiz gerekiyor. Sınıf, ırk, etnisite, din vb. birçok alan toplumsal cinsiyet ile farklı bir şekilde etkileşime girebiliyor ve bu nedenle herkesin toplumsal cinsiyeti nasıl deneyimlediği farklılık gösterebiliyor. Bu nedenle toplumsal cinsiyeti analitik ve/veya teorik bir kategori olarak kullanmamız, erkek egemen sistemin işleyiş mekanizmalarını ortaya çıkarmak ve bunları ortadan kaldırmak için çözüm yolları üretmekte bir zorunluluktur.

Toplumsal cinsiyetin direkt kendisini sorunsallaştırıp sorunsallaştırmayacağımız ayrı bir konu fakat yarattığı eşitsizliklerin ortaya çıkardığı sorunları kesin olarak sorunsallaştırabiliriz. Önceki sorulara olan cevaplarım doğrultusunda toplumsal cinsiyet, iktidarın hayatımızın her alanına sinmesinde işlevselleştirilebilecek yegane enstrüman olarak var olmaktadır. Zira toplumsal cinsiyet çalışmaları da iktidar tarafından “özel” ilan edilmiş fakat öyle olmayan, kamusal iktidar ilişkilerine benzer hatta bazı noktalarda daha derinleşmiş bir şekilde tecrübe edildiği alana odaklanmaktadır. Bu nedenle “özel” ve “kamusal” ayrım, ikinci dalga feministlerle beraber söylenegeldiği üzere sağlıklı bir ayrım olarak görülmemektedir.

Bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri; sınıf, din, ırk nasıl hayatımızı etkiliyorsa öyle etkiliyor ve aynı zamanda bunları da nasıl deneyimlediğimizi şekillendiriyor. Tersi de geçerli pek tabii, sınıf da toplumsal cinsiyeti nasıl deneyimlediğimizi etkileyen bir faktör.

Bu sebeplerden ötürü nasıl etkilediği sorusu, çok fazla cevaba sahip. Düşünsel süreçlerimizden tutun, günlük hayat pratiklerimize, kararlarımıza, duygulanımlarımıza, dayanışma biçimlerimize kadar her türlü alanda etkili. Bir erkeğin, toplumsal erkekliği referans alarak gelişen karakteri onun nasıl hissetmesi gerektiğini, neyi “doğal” neyi anormal karşılayacağını, meslek seçimini hatta mimiklerini bile etkileyebilir. Söz konusu etkilenmeler de masumane değil, iktidarın toksik endoktrinasyonları ile dolu oluyor. Benzer etkilenmeler, ataerkil bir toplumda sosyalize olmuş her birey için geçerli oluyor fakat deneyim, iktidar ilişkilerindeki konumunuz ile değişkenlik gösteriyor. Trans kadınsanız, cis bir erkeğin etkilendiğinden çok daha şiddetli bir şekilde bu ilişkilerden etkilenebilirsiniz.


 

Cinsiyet Kalıplarının Erkek Bireylere Yarattığı Avantaj ve Dezavantajlar

Avantajların, dezavantajlardan çok daha fazla olduğunu belirterek cevabı ma başlamak istiyorum. Avantajı kavramsallaştırırken Nancy Fraser’dan oldukça yararlandım. Nancy Fraser’a göre toplumsal cinsiyet sadece eşitlik ya da farklı oluş üzerinden düşünülemeyecek kadar karmaşık bir yapı ve bu nedenle daha çoklu düşünmemiz gerekiyor. Her anlamda her bireyin yapabilirliklerinin artırılması gerekiyor. Bu yapabilirlikler maddi kaynaklara erişimden boş zamanın nasıl kullanıldığına, ötekileştirmemeden saygıya kadar birçok alanı içeriyor. Mevcut ataerkil düzende normatif kabul edilen erkeklerin yaşam şekli ve kadınlar ve her türlü cinsiyetin bu norm üzerinden değerlendirilmesi, buna yaklaşmaya çalışması söz konusu. Oysa erkeklerin yaşam şekli, yayılmacı bir nitelik ile yaşamın büyük bölümünü işgal ediyor. Kadınlara ve diğer cinsiyetlere de var olabildikleri fakat her zaman erkeklik tarafından işgal edilebilme tehlikesine sahip sınırlı alanlar kalıyor. Yani avantajları direkt cis erkek olmak ve bununla var olan koca bir kültür olarak kapsayabiliriz.

Dezavantajlar da aslında direkt dezavantajlar olarak var olmuyorlar. Mesela erkekler rasyoneldir, duygusal değildir ve duyguları doğrultusunda karar vermezler basmakalıbını mercek altına alalım. Yanlış bir basmakalıp olması bir kenara (hem kurgulanış hem de ampirik anlamda) erkeklerin hissettiklerini kabul ve ifade etmelerini zorlaştıran (ve bence bu nedenle toksisitenin sağaltılması zorlaşıyor) bir kalıp. Fakat topluma baktığımızda görüyoruz ki aslında rasyonalite (duygudan-arınıklık) çok yüce bir nitelik ve bu niteliğe sahip olanlar olgun, objektif kişiler oluyorlar. Yani pratikte dezavantaj olarak var olan bir nitelik, ataerkil toplum tarafından avantajlaştırılıyor. Yine diğer birçok basmakalıp (meslekler, giyim, davranış vb.) bu bağlamda anlaşılabilir.


 

Hegemonik Erkeklik ve Etkileri

R.W. Connell tarafından geliştirilen hegemonik erkeklik kavramsallaştırması aslında bizim toplumsal cinsiyet anlayışımızı da oldukça geliştirdi, özellikle erkeklik çalışmalarına katkısıyla. Connell iktidar, emek ve kültürel ilişkilenme üzerinden dört erkeklik türü tanımlıyor: hegemonik, suç ortağı, madun ve marjinal erkeklik. Ön planda olanı hegemonik erkeklik çünkü diğer erkeklik türleri de bunun etkileri ile tanımlanabiliyor. Bunun ideal bir tip olduğunu belirtmekte fayda var, yani hegemonik erkek diye gösterebileceğimiz bir erkek yok aslında. Daha çok hegemonik erkekliğe yaklaşmak/hegemonik erkeklikten pay almak söz konusu oluyor ve yaklaşma/pay alma ne kadar artarsa toplum içerisinde cinsiyetinizden ileri gelen bir iktidar sahipliği ortaya çıkıyor. Hegemonik erkeklik de kültürden kültüre farklılık gösterebiliyor. Türkiye bağlamında hegemonik erkek ideali zengin, Sünni Müslüman, Türk, kentli ve genç olma gibi özelliklere sahip. Bu ideal, Amerika Birleşik Devletleri’nde genç, kentli ve zengin olma gibi özellikleri korurken din ya da dil konusunda farklılıklar gösteriyor.

Connell’ın kendisi de hegemonik erkekliğin oldukça zorlu bir ideal olduğunu belirtiyor. Her ne kadar iktidardan pay almak ve gücün bu doğrultuda artması arzu edilebilirliğini korusa da kesintisiz bir yeniden üretim ve enerji yatırımı söz konusu olmak zorunda kalıyor. Yani kaslı bir vücuda sahip olmak kültürel olarak hegemonik erkekliğe içkinse, kaslı kalmak için sürekli çaba sarf etmeniz gerekiyor. Zenginliğinizi asla kaybetmemeniz gerekiyor. Böylesine bir istikrar talebi de gerçek dışı olmanın yanı sıra göz korkutucu ve acımasız. Bunlara rağmen erkekler çoğunlukla, hegemonik erkeklik lensinden yargılanıp buna göre değerlendirirler. Bu da aslında erkeklerin, öznesi olduğu iktidar tarafından nasıl “kurban” edildiklerini de gösteriyor bizlere.


 

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve LGBTİQA+ Bireyler

Judith Butler’ın heteroseksüel matris kavramı, kültürün nasıl algılandığını açıklamamızda kilit bir noktada duruyor. Butler’a göre heteroseksüel matris, aslında “doğal” olmayan, sosyal inşa olan beden, cinsiyet, arzu, davranış vb. birçok şeyi doğalmış ve öz’e aitmiş gibi algılamamıza sebebiyet vermektedir. Bu “doğal”lar arasında da kurucu olarak (diğer toplumsal fenomenlerin anlaşılmasına etki eden ana faktör olarak) heteroseksüellik mevcut. Bu nedenle homofobi/LGBTIQA+fobi heteroseksüel matrisin devamlılığında (erkek egemen sistemin devamlılığı olarak da okuyabiliriz) kilit bir noktada. Homofobi, her ortaya çıkışında heteroseksüelliğin doğallığını yeniden üretiyor ve öteki olanın alanının sınırlı kalmasına yardımcı oluyor. Bunu, hegemonik erkeklikle birleştirdiğimizde aslında LGBTIQA+ içindeki erkeklerin madun erkeklikler olarak konumlandırılabileceğini ve iktidarın optimum öznesi olmaktan oldukça uzak olduğunu görüyoruz. Çünkü heteroseksüellik, hegemonik erkek olmanın yegane gerekliliği.

LGBTIQA+ komünitesi içerisinde cis erkek olmayanların ise, heteroseksüel olmamalarının getirdiği dezavantajların yanında halihazırda cinsiyetleri itibarıyla sıkıştırılmış/yapabilirlikleri azaltılmış durumdalar. Yani toplumsal cinsiyet eşitsizliği LGBTIQA+ iseniz sizi çok daha fazla etkiliyor. Bu sebepten olsa gerek ki LGBTIQA+ komünitesi toplumsal cinsiyet çalışmalarını oldukça geliştirmiş ve geliştirmeye devam etmektedir.


 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması İçin Neler Yapılmalı?

Toplumsal cinsiyetin sosyal inşa olmasının getirdiği özelliklerden biri eğilip bükülebilirliğinin/değişebilirliğinin/esneyebilirliğinin yüksek olması. Kendi arkadaş ortamınızda ya da belirli bir komünite içerisinde ortaklaşılmış bir anlayış (örnek olarak “erkek ve kadın yoktur. Cinsiyetlerimiz sadece elma, armut ve ayva olabilir şeklinde bir uzlaşma”) artık o bağlamda toplumsal cinsiyetin şekil değiştirdiği/bozuşturulduğu anlamına gelir. Çok kabaca toplumsal cinsiyet eşitsizliği bu arkadaş ortamındaki uzlaşının çok büyük ölçekli, tarihsel bir uzama sahip, zalim ve sistematik hali olarak anlaşılabilir. Bu özelliklerine rağmen sürekli değişiyor. Fakat bu değişim her zaman herkes için daha iyi olacak şekilde olmuyor. Bu nedenle kitlesel değişimlere, dolayısıyla kitlesel eylemliliklere ihtiyacımız var.

Bunun yanında İstanbul Sözleşmesi’nin sıkı bir şekilde uygulanması, şiddete maruz bırakılan merkezli politikaların geliştirilmesi ve yürürlüğe koyulması, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair eğitimlere ulaşımın kolaylaştırılması yapılabilecekler arasında bulunuyor. Hepsinin ortak noktasının ise örgütlü hareket etmekten geçtiğini düşünüyorum.


 

Psikolektif Dergisi Okuyucularına Son Mesaj

İktidar çok sinsi bir şey. Bir haberi okuduğunuzda verdiğiniz ilk duygusal tepkiden, bir araba kazası gördüğünüzde aklınızdan geçen ilk düşünceden, şakalaşırken ettiğiniz gayri ihtiyari bir küfre kadar her noktada mevcut iktidar. İktidar her zerremize sinmişken, daha barışçıl, özgür, adaletli ve eşit bir toplum istiyorsak iktidarın bize sunduğu düşünce akışına ket vurmamız gerekiyor. Her şeyimizi iki kere düşünmek, kendimizden olmayana alan açmak, onu dinlemek, deneyimlerini dikkate almak gerekiyor. Eğer birlikte daha iyi bir hayat hayal ediyorsak, kapladığımız alanlar üzerine düşünmek, bazı alanlarda geri çekilmek gerekiyor. İç gözlemin yol boyunca bize oldukça yardımcı olacağına ve dayanışmayı kuvvetlendireceğine inanıyorum.

Teşekkür ederim.

Röportaj: Merve YÜKSEK

Psikolojik Danışman