Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

BENİ CEZALANDIRMA – Psikolektif Dergisi – Sayı – 14

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

‘’Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir.’’ Franklin D. Roosevelt (Smıth, 2019:157).


Duygularımızın en temeli olarak görülmeye başlanan korku, çeşitli tehditler karşısında hissedilerek bireyin hayatta kalmasını sağlayacak içgüdüsel tepkileri ortaya çıkarmaktadır. Tehdit karşısında paylaşılan bu tepkiler türün devamlılığını sağlamak için evrilerek insanlık için ortak içgüdüsel davranışları oluşturmaktadır. Fakat karşısında korku hissettiğimiz durumlar elbette birbirinden farklılaşmaktadır. Partnerin ayrılacağından duyulan korku ile bir arabanın hızla kişinin üzerine doğru geldiği durumda hissedilen korku birbirinden farklılaşmaktadır. Korku duygusu, bireyi tehlikelerden korumaya yardımcı olurken bir yandan da bireyin işlevselliğini bozucu bir etkiye de sahiptir. Böyle bir durumda korku; mantıklı davranışlarımızı ketleyebilmekte, amaca yönelik hareketlerimizi sığlaştırmakta ve bastırılmış kaygılarımızı yeniden canlandırabilmektedir (Smıth, 2019:156-157). Lacan (2006) da bilinçdışı, bastırma ve tehdit kavramları bağlamında bilinçdışı kastrasyon karmaşasını “İnsan, türünün ayırt edici özelliklerini niçin yalnızca bir tehdit sayesinde hatta bir yoksunluk görünümünün altında üstlenmek mecburiyetindedir?” sorusu ile açmıştır (akt. Tüzünoğlu, 2004).


Psikanalitik kurama göre psikoseksüel gelişim evreleri, her bir dönem için libidinal enerjinin yatırıldığı ve doyum sağlandığı belirli erotojenik bölgelerle karakterizedir. Anal dönemin ardından gelen fallik evrede doyum sağlanan erotojenik bölge genital organlardır. Bu dönemde kastrasyon korkusunu ortaya çıkartan oedipus kompleksinin de temelleri atılmaktadır. Kastrasyon, çocuk bireyin yaklaşık beş yaş civarında bilinçdışı olarak deneyimlediği ve cinsel kimliğinin belirlendiği psişik bir deneyimdir. Çocuk kastrasyon korkusu ile çocuksu tümgüçlülük düşlemlerinden sıyrıldığı temel bir deneyim yaşantılamaktadır. Freud’un Küçük Hans vakası kastrasyon korkusunun simgeleştirilerek deneyimlendiği bir örneği oluşturmaktadır (Tükel, 2004).


Freud, öznenin cinsiyet belirlenmesinin özdeşleşilen ebeveynin cinsiyetine göre gerçekleştiğini ve bu bağlamda feminenlik maskülenlik konumunun ortaya çıkarak üstlenildiğini ifade etmektedir (Evans, 1996; akt. Aydoğ, 2019). Lacan ise özdeşleşmenin cinsiyetlenmeyi belirlemek için yeterli olmadığını savunarak öznenin fallusa göre aldığı konumun bu süreçte daha büyük bir payı olduğunu öne sürmektedir. Penisin varlığı veya yokluğu bağlamında kastrasyonu tanımlayan Freud’dan farklı olarak Lacan bu kavramı, öznenin ilk büyük başkası (çoğu zaman anne) ile olan yapışık ilişkiden elde edilen jouissance’ının (zevk) bir bölümünden vazgeçilmesi sonucu ortaya çıkan eksikliğin tanınmasını sağlayan simgesel bir süreç olarak betimler (Lacan, 2006; akt. Aydoğ, 2019).


Ödipal karmaşa, anne-baba-çocuk üçlüsünü içermesi ve her bireyin doğal biseksüalitesi gerekçelerinden dolayı oldukça karmaşıktır ayrıca çocuk cinselliği için en önemli temel olgudur. Anneyi libidinal yatırıma tabi tutan erkek çocuk, baba konumundaki figür ile de özdeşimsel bir ilişki içindedir. Fakat, çocuğun anneye olan libidinal yatırımı artmaya başladığı zaman baba figürü bir engel olarak görülmeye başlanmaktadır. Bu durum baba figürüne yönelik düşmanca duyguları açığa çıkarmaktadır. Özdeşimsel ilişki babadan kurtulma arzusuna dönüşmektedir. Böylece babaya yönelik ambivalans duygular belirgin hale gelmektedir. Bu dönemde genital organların duyarlılığını anımsayan erkek çocuk hem penisi ile oynadığı için hem de yatağını ıslattığı için anneden kastrasyon tehditleri almaktadır. Bu tehdit ise baba veya doktor tarafından gerçekleştirilecektir. Yaşadığı kültüre göre sünnet olma ya da çocuğa söylenen “çükünü keserim” gibi söylemler çocukta penisini kaybedeceğine dair korkuları artırır. Ödipal karmaşadan çıkmayı sağlayacak olan da söz konusu kastrasyon tehdidi olacaktır. Bu durum karşısında çocuk, narsisistik değeri olan penisinden yana seçimini kullanmakta ve ödipal karmaşadan vazgeçmektedir. Cinsel organ bir taraftan yok olma tehlikesine karşı korunurken bir taraftan da işlevi felç edilmektedir. Bu durum bir bastırma hatta bastırmadan daha fazlasını içermektedir. Eğer benlik bastırmadan daha fazlasını gerçekleştiremezse bu süreç altbenlik içinde etkisini devam ettirmekte ve patolojik etkisini daha sonra göstermektedir (Akvardar ve diğerleri, 2019: 100-103).


Ödipal çatışma yaşayan bireyler hayatları boyunca ödipal üçgeni kuracak ilişkilenmeler içine girmektedirler. Buradaki tekrar, çocukluk döneminde temelleri atılmış yoğun biçimde yaşanan ödipal çatışmayı çözme girişimleridir. Ödipal bir üçgende arzulanan bir figür ve bu figürle bağı olan ve korkulan, aşılması gereken bir üçüncü otoriter figür vardır. Bu ilişkilenme içinde birey yoğun arzu hissettiği ötekini elde etmeye çalıştığı sırada otoriter bir üçüncü tarafından cezalandırılma korkusuyla kendini kastre eden davranışlar içine de girebilmektedir. Söz gelimi tıraş olmak, öz güven düşmesine neden olabilecek durumlar içine girmek, iş yerinde üstüyle ilişkisel problemler yaşamak vs. tekrarlayıcı ödipal ilişkiler kişinin yaşam boyunca arzusu ve korkusu arasında uçlarda yaşamasına neden olmaktadır. Birey ne arzusunu sahiplenebilir ne de korkusunu. Aslen arzu, korkuyu doğurmaktadır. Kişi korktukça arzuya sığınmaktadır. Arzu, bireye hem güveni hem de güvensizliği hissettirmektedir. Arzu duyduğu öteki tarafından sevilme, onaylanma, görülme, beslenme ihtiyacının karşılanması ama arzu duyup elde etmeye çalıştığı için otoriter bir üçüncü tarafından yok edilme kaygıları yani güvende hissedememe durumudur.


Birey, ne hissedeceği ve düşüneceği konusunda gelecekteki ilişkilerinde sürekli ikilemlerle boğuşacaktır. Yoğun korku altında olma hali bireyin büyümesini, olgunlaşmasını engeller ve/veya geciktirir. Bu durumda ilişkilerinde zaman zaman veya çoğunlukla çocuksu bir tavrın ortaya çıkmasına neden olacaktır. Örneğin; erişkin bireylerin partnerleriyle yaşadığı çatışmalı durumlarda regrese olmuş bir biçimde çocuksu niteliklerin görülmesinin nedeni de budur. Ses tonu küçük bir kız/erkek çocuğu gibidir. Bu durum, bireylerin ilişkisinde asıl ihtiyaçlarının neler olduğunu görmelerini engellemektedir. Dolayısıyla kastrasyon korkusu bağlamında çözülemeyen ödipal karmaşa, gelecekte bireyin ilişkide olduğu kişilerle arasındaki sınır meselelerinde zaman zaman sorunlar yaşamasına neden olabilecektir (Parman, 2002; Keser, 2004).

Ayşe BAŞBUĞ

Psikolog