
İnsanın varoluşuyla başlayan birçok şey gibi, şiddetin başlangıcı da insanın varoluşuyla aynı zamana denk düşer. Karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip olan şiddet, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından gücün ya da fiziksel kuvvetin amaçlı bir şekilde bir başkasına ya da kendine zarar vermek niyetiyle kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Bu çatı tanımla birlikte, şiddetin kendine yönelik şiddet, kişilerarası şiddet ve kolektif şiddet olarak temel başlıklara ayrıldığı bilinmektedir (Yöyen, 2017). Temel olarak ayrılan bu üç başlığın da birçok alt başlığı bulunmaktadır. Örnek olarak, kişilerarası şiddet başlığı altında mansplaining ve gaslighting gibi şiddet biçimleri yer alır. Bu iki şiddet biçimi ilişkilerde görülen, çoğu zaman şiddet olduğu düşünülmeyen bazı tutumları kapsamaktadır.
Mansplaining, ilk olarak 2012 yılında erkeklerin konuşurken kullandığı kibirli konuşma tarzını eleştiren bir makale yazan Rebecca Solnit tarafından tanımlanmıştır. Solnit’in kendi yaşam tecrübelerinden yola çıkarak yazdığı bu makale yayımlanmasından kısa süre sonra oldukça ses getirmiş ve bu vesileyle “mansplaining” kavramı ortaya çıkmıştır. “Bir kimsenin (genellikle bir erkeğin), bir kimseye (genellikle bir kadına) küçümseyici ya da patronluk taslayıcı olarak kabul edilen bir tavırla konuşması” şeklinde tanımlanan bu kavram aslında sadece konuşmanın niteliğiyle ilgili bir durum değildir. Erkeklerin abartılı özgüvenleri kadınların erkeklerle konuşurken kendinden şüphe etmesine ve kendisini sınırlamasına sebep olmaktadır. Bu durum, kadına düşüncesinin erkeğinkine oranla daha değersiz olduğunu düşündürmektedir (Kidd, 2017). Pek tabii, bu da şiddettir. Sıkça duyulan mansplaining örnekleri şunlardır:
- “Bak güzelim…”
- “Şimdi orda bir dur, elinin hamuruyla erkek işine karışma…”
- “Sen bilmezsin bu erkekleri…”
Gaslighting (gaz lambası) kavramı ise 1944 yılında bir tiyatro oyunundan uyarlanan Gaslighting isimli filmden literatüre giren şiddet kavramıdır. Filmde Gregory, eşi Paula’yı sistemli olarak bir şeyleri hayal ettiğine ve gerçeği saptırdığına ikna etmeye çalışmaktadır. Paula geceleri duvarlara vurulduğunu ve gaz lambasının ışığının yanıp söndüğünü söylemektedir fakat Gregory, bunları Paula’nın hayal ettiğini iddia etmektedir. Bir dedektif olan Brian, Paula’yla ilgili bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar ve Paula’yı Gregory’nin manipülasyonlarından kurtarır. Olanları Paula uydurmamıştır, eşi Gregory tarafından gaslightinge maruz bırakılmıştır (Gass ve Nichols, 1988).
Film özetinden yola çıkılarak akademik bir tanım yapılacak olursa: Gaslighting, bir kimseye kasıtlı olarak uygulanan kişinin fiziksel çevresini ya da akıl sağlığını istismar eden ve bunu kişinin hayal gücüne ve zayıf gerçeklik algısına bağlayan sistematik duygusal istismardır (Roberts ve Andrews, 2013). Kısacası, kişinin kendi gerçekliğinden şüphe etmesine neden olan bir durumdur. İçinde yaşadığımız toplumda da birçok gaslighting örneği bulunmaktadır. Partnerlerden birinin diğerine “Seni artık sevmiyorum” cümlesini kurmasından sonra cevap olarak gelen “Hayır, seviyorsun. Şu an sinirli olduğun için böyle söylüyorsun.” cümlesi gaslighting örneğidir. Sevmediğini ifade eden tarafın kendi duygularından ve gerçekliğinden şüphe etmesine neden olmaktadır. Bir diğer örnek ise yine filmlerde görülen aldatılan/aldatan sahnelerinden biridir. Kadın eşini arar ve telefon açılır. Karşılıklı konuşulurken arkadan bir kadın sesi duyulur. Yabancı kadın adama bir şey söylemektedir. Telefondaki kadın sesin kaynağını sorduğunda gelen cevap şudur: “Televizyon açık. Ses televizyondan geliyor.” Telefondaki kadının duyduğundan şüphe etmesine ve akıl sağlığı konusunda endişelenmesine neden olmaktadır. Benzer birçok örnek verilebilecekken değinilmesi gereken şey ilişkilerde oldukça yaygın olan bu durumun diziler ve filmler aracılığıyla normalleştirilmesidir. Gaslighting ve mansplaining maruz kalan kişiye zarar veren, akıl sağlığını tehdit eden şiddet türleridir. Sıkça tanıklık edilen fiziksel şiddet türlerine oranla daha az fark edilir olsalar da yok sayılamazlar. Flört şiddeti başlığı altına da yerleştirilebilecek bu iki kavram genellikle partnerler arasında görülür.
İlişkiler içerisinde flört şiddetine maruz kalan kişi çoğu zaman kadındır. Özellikle erkek egemen toplumlarda büyüklenmeci tavır erkekliğin getirisi olarak görülmekte ve bu sebeple normal karşılanmaktadır. Bu durumun “normal” sınırları içinde olmadığını fark etmek, konuyla ilgili bilgi edinmek uygulayan ve maruz kalan açısından oldukça önemlidir. Bu farkındalığın kazanılması her iki taraf için de koruyucu ve önleyici olacaktır.
Şafak ATAY
Psikolojik Danışman