Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Aşka Hudut Çizilmiyorsa Lambada Titreyen Alev Üşür – Editörden – Psikolektif Dergisi – Sayı – 2

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Gerçek aşk, şans oyunları gibi. Hayali bile mutlu edebiliyor insanı; fakat tutturabilene aşk olsun.”

Cemal Safi

“Aşk eski bir yalan Adem’le Havva’dan kalan” diyen de var “ ölümü bile ikinci sıraya düşürüyor aşk.” Diyen de… peki insanların kafasını bu kadar karıştıran Aşk’ın hayattaki yeri neresi?

Doğumundan itibaren insanın en temel ihtiyacının sevme ve ait olma olduğu kabul edilir. Yaşamın ilk yıllarında anne ve bebek arasında başlar aşk ve adına bağlanma denir. Bebek bu dönemde aşkı sağlıklı bir şekilde öğrenirse hayatı boyunca işine yarayacak güven duygusunu kazanır ve ileri de romantik ilişki başlatma ve sürdürme konusunda hayata 1-0 önde başlar.  Çünkü kendini sevilebilir ve değerli bir varlık olarak görür. Aynı şekilde partnerini de sağlıklı bir şekilde sevmeyi başarır. Bir şarkı da “sevmesini bilmiyorsam geçmişin sonucuyum.” diyor ya, bundan da sevme ve aşk denilen olgunun insanın kendini hatırlayamadığı zamanlarda bile oldukça önemli olduğu anlaşılıyor. Öyle ki Neşet Ertaş Aşk’ın yaşamın ilk yıllarında başlayıp sonraki yıllarda devam etmesinin önemini “İki nimetim var benim biri anam biri yarim, biri var etti beni biri yar etti beni.” Sözü ile özetlemektedir.

Sahi neydi hayatta bu denli etkili bu aşk? Edebiyatçılar, Filozoflar, Psikologlar hepsinin gündemi olan aşk? Montaigne için “aşk denilen şey, arzulanan bir varlıkta bulunacak tada susamaktan başka bir şey değilken” Platon için“ciddi bir akıl hastalığıdır.” Freud’a göre ise “geçici bir körlük halidir.” Peki ortak nokta nedir? İnsan üzerinde oldukça etkili olması mı?, İnsanı kendinden farklı bir şekilde davranmaya zorlaması mı?, İnsanı yetersiz kılması mı?, yoksa hayata anlam katması mı?

Dostoyevski’nin “Cehennem nedir? Bence o sevmeyi başaramamaktan acı çekmektir.” Sözü aşkın olumsuz ele alınmasının sağlıksız bir şekilde yaşanmasına vurgu yapmaktadır. İlişkide bir birey olarak kendini kabul etmek, karşıdaki kişiyi değiştirmeyi düşünmeden öznel varlığına saygı duyarak kabul etmek ve biz duygusunu sağlıklı bir şekilde yaşamak oldukça önemlidir. Bir Zen Budist, İyiliği, merhamet, neşe ve sakinliği aşkın yapı taşı olarak görmektedir.  Saygı ve güven duygusunu ise destek kuvvet olarak tanımlamaktadır. Haksız da değil sanki, fiziksel çekim ve dış görünüş ile başlasa da aşk, insanların birbirine karşı naif olması, birlikte gülmesi, birlikte huzur bulması, sohbetinden keyif alması ve yokluğunu göğsünde bir ağırlık olarak taşıması ile devam etmez mi? Kültürümüzde hayat bulan “Yüzü güzel olana 40 günde doyulur gönlü güzel olana kırk yılda doyulmazmış” sözü de zen budist’in açıklamasına paralel bir düşünce sergilemektedir. Saygı ve güven duygusunun ise hem ilişki doyumunda hem de ilişkinin devamında etkili birer faktör olduğu birçok araştırma ile desteklenmiştir. 

Aşk mutluluk üzerinde de oldukça etkili bir faktördür. Gönlünde koca bir kara delik taşıyanlar zaman zaman sebepsiz mutsuz olabilmekte ve bu olumsuz duygudurum hayatının diğer alanlarını da etkilemektedir. Ve bu nokta da insanlar çeşitli baş etme yolları ile durumu telafiye gidebilir. Kimi günübirlik sağlıksız ilişkiler tercih etmekte, kimi romantik ilişkilerde güven duygusunu kaybedip etrafına demir parmaklıklar çekmekte, kimi ilişkiye çok derin anlamlar yükleyip yücelterek etrafına kalın duvarlar örmekte, kimisi ise bu gönül boşluğunu sağlıklı bir şekilde dolduracak ilişki kurup hayatını devam ettirmekte… 

Gönlünün eşini bulan garip değilse eğer, gönül eşi ile kısa bir ömrün anlamlı şekilde yaşanması umuduyla EDİTÖR’den sevgilerle 😊

Asiye Dursun 

Psikolojik Danışman & Dergi Editörü