Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Maya Vakfı ile Röportaj – Psikolektif Dergisi – Sayı – 28

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 6 Dakikadır.

Maya Vakfı Kıdemli Klinik Koordinasyon Sorumlusu / Klinik Psikolog Melisa Varol ile gerçekleştirdiğimiz röportajda “Maya Vakfı bünyesinde yapılan çalışmaların neler olduğu, toplumsal travma, sosyal ilişkiler, psikolojik iyi oluş ve özellikle psikososyal destek çalışmaları noktasındaki faaliyetlerine” yönelik gerçekleştirdiğimiz röportajımızı “Sınır” sayımızda siz okuyucularımızla buluşturmak istedik. Bu röportajda bizlere destek olan ve her türlü kolaylığı sağlayan omg! iletişim Marka ve Medya İlişkileri Temsilcisi Yaren Suluoğlu’na da teşekkür ederiz.

Maya Vakfı kimdir ve hangi alanda çalışmalar yapar?

Doğal afet, göç, aile kaybı, çeşitli zorbalık ve şiddet gibi sebeplerle 5-24 arası çocuklara, gençlere, destek sunan sivil toplum kuruluşudur. Potansiyeli ortaya çıkarmak ve kendini ortaya koyabilmek için sanat temelli uygulamalar yapar. Faaliyet alanlarımız temelde dört başlıkta toplanmakta ve bu alt alanlarda derinleşerek farklı uzmanlık alanlarındaki arkadaşlarımızla birlikte çalışmaktayız.

Bu alanlar:

  • Ruh Sağlığı ve Psikososyal Destek & Çocuk Koruma
  • Afet ve Acil Durumlarına Yönelik Çalışmalar
  • Kapasite Geliştirme Eğitimleri – Travmaya Yönelik Çalışmalar
  • Eğitim ve Eğitimi Araç Olarak Kullandığımız Çalışmalar

Aynı zamanda İstanbul Balat, Hatay ve Şanlıurfa’da kalıcı ve yerleşik ofislerimiz bulunuyor. Oralarda görev alan ekip arkadaşlarımız çalışmalarını sürdürüyor. Şu an için ek olarak Adıyaman bölgesinde gezici şeklinde çalışmalar yapıyoruz.

Maya Vakfı olarak 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremlerinde sahada ne gibi çalışmaları yürüttünüz?

Deprem olduğu zaman sahaya çıkan ilk STK’lardan birisiyiz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile yakından çalışıyoruz. Geçtiğimiz zamanlarda gerçekleşmiş deprem ve yangın sahalarında yürüttüğümüz çalışmalardan dolayı afet süreçleri hakkında tecrübelerimiz vardı. Kahramanmaraş depreminde ise afetten 3 hafta sonra Şanlıurfa’ya gittik. Şanlıurfa ofisimiz, stabil merkezimiz ve deprem bölgesine en yakın alan olduğu için ilk ziyaret edilecek saha olarak seçtik. Akut dönemde ihtiyaç tespiti ve sonrasında da kapasite geliştirme eğitimleri yaptık. Sonrasında psikolojik yardımlara başladık ve sanat temelli grup aktivitelerinde bulunduk. Bu sürecin ardından Mart ayında ise Hatay Reyhanlı ve Defne ile Kahramanmaraş Pazarcık’ta bulunduk. Buralarda sanat temelli, şok ve yas ile ilgili ilk yardım, akut dönemli çalışmalar ile kadınlara yönelik kişisel hijyen, mahremiyet gibi çalışmalar yaptık. Orta döneme gelindiğinde Hatay Samandağ’a yerleşke kurduk. Burada 4 oturumluk, çocuk ve ergen gruplarına yönelik psikososyal destek grup oturumları başlattık. Bunlara eş zamanlı olarak ebeveyn güçlendirme, pozitif disiplin, sınırlar ile ilgili çalıştık ve özellikle o dönemde iç içe geçmiş rolleri sebebiyle daha bireysel ve temel ihtiyaçlarını gözlemlediğimiz cinsiyet rollerine de odaklanarak kadın ve erkek olmaları yönünde çalışmalar yaptık. Şimdi ise sanat temelli uzun döneme yayılmış çalışmalar yürütüyoruz. Bundan sonraki hedefimiz ise ihtiyaç dahilinde sahadaki uzmanlara yönelik öz bakım çalışmaları ve yerel halkın kapasite geliştirme çalışmalarını yapmak.

Özellikle depremler özelinde yakından yaşadığımız hala daha etkilerinin görüldüğü olumsuzluklarına bakılacak olursa özel yaşam, ev yaşamı dengesinin de kalmaması ile birlikte sınırları korumak veya iyileştirmek için neler yapılmalıdır?

Özellikle bu konuda kadınlar ve çocuklar için yaptığımız yani daha riskli olarak adlandırdığımız gruplara yönelik çalışmalarımız var. Kadınlar için özel hayat, ev yaşamı ve tüm özel alanlar iç içe girmiş durumda. Toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı annelik, eş rolleri ve ev alışkanlıkları gibi rolleri devam etti. Diğer yandan işte olan kişiler (erkekler), iş yerleri yıkıldığı veya uzak kaldıkları için bu çalışan rollerinden geri kaldılar. Ev hanımları ve kadınlarının tüm rolleri devam etti ve tam tersine daha da ağırlaştı. Önceden tüm ev geneline yayılan bu düzen şimdi aynı çadırda tek bir odanın içinde. Deprem bölgesinde bir çadırda 8-10 kişinin yaşadığı olabiliyor, aileler kalabalık. Örneğin kadınların bize yansıttıkları konuların başında “kendime vakit ayıramıyorum” ve “inanılmaz baş ağrım var” gibi söylemler yer alıyordu. Özellikle somatizasyon sahada en çok gördüğümüz stres tepkilerinden biri. Bu konuda bu bireyler ile yaptığımız ön görüşme sonucunda, onlara stres tepkileri nelerdir ve nasıl başa çıkabilecekleri konusunda psikoeğitim verdik  ve kas gevşetme vb. bedene yönelik çalışmalarla o alanda destek oturumları gerçekleştirdik. Diğer konuda da mahremiyet konusu önemliydi. Kadınların doğum kontrol, iç çamaşırı ve ped gibi özel ihtiyaçları vardı. Burada sınır odaklı çalışmaları anlattık. Yalnız kaldığınız anlarda bunların gerçekleştirilmesi konusunda alan sunmaya çalıştık. Son olarak da kendilerine vakit ayırmanın öneminden bahsettik. Mesela çoğu kadın bize gelip çay bile oturup içemediklerini söylediklerinde, bu alanı kendilerine nasıl açabilecekleri konusunda beraber fikirler ürettik. “Bu benim beş dakikalık zamanım diyerek” burada yapmak istediklerini ifade etmeleri konusunda onlara destek olduk.

Yaşanan her olumsuz durumu travma olarak değerlendirebilir miyiz? Travmanın sınırlarını oluştururken nasıl bir çerçevede ele alırız?

Tabi ki diyemeyiz. Bir olayın travma olması için; kişinin yaşamına, vücut bütünlüğüne, sevdiklerine ve inanç sistemine yönelik tehdit algısının olması gerekir. Bu durumun bizdeki etkisine de travmatize olmak diyoruz. Ek olarak bu durum kişinin psikolojik açıdan travma yaşayıp yaşamadığı algısıyla da eş değerdir. Bu kişi mesela yaşadığı olumsuz deneyimler için “Allahtan geldi” diyor ya da kimisi araba kazasında arabaya binemiyor iken diğeri bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamayabiliyor. Algılama biçimi, psikolojik esneklik ve inanç sistemlerinden kaynaklı bir durum. Bunun yanında çevresel faktörler de var. Aldığımız eğitim, kişiler, yaşama bakışımız vb.durumlar da önemli. Yani kısaca travma dediğimiz durumu, kişinin tehdit algısını yoğun şekilde yaşaması ve bu durumu algılama biçimi olarak ele alabiliriz.

Travmatik olayları/deneyimleri paylaşırken bu paylaşımların sınırının olması gerekir mi? Bu paylaşımların dolaylı olarak travmalar oluşturmaması için alınabilecek önlemler neler olabilir? (Sosyal medya paylaşımı da olabilir)

Medyanın tabi ki yararlı olan tarafları var. Dünyanın diğer ucundaki haberleri bize hızlı bir şekilde ulaştırırken aynı zamanda yardım davranışı artırması, alınacak fonlar ve destekler noktasında medyanın iş birliği önemli bir yer tutuyor. Ancak haberlerin yayınlanmasının bir ölçütü olmalı. Öncelikle kişiden onam alınması önemli. Deprem ya da afet olduğunda habercilikte yayınlanan fotoğraf veya videolarda onam alınmıyor ve üstelik o görüntüler yıllarca karşımıza çıkıyor. Onam alınmaması ve kişilerin medya önünde özellikle izlenmek için kullanılması yani sürekli bir gösterimde bulunulması, diğer taraftan kişiyi istismara açık hale getiriyor. “Beş yaşındaki çocuk anne babasını kaybetti ve artık Kredi Yurtlar Kurumunda (KYK) kalacak.” şeklinde haberler görüyoruz. Bu tarz durumlarda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta herkesin unutulma hakkı var. Medyada bir durum onay alınmadan paylaşıldığında kişi hep göz önünde oluyor, yıllar sonra bile çevrimiçi arama motoruna ismi yazıldığında kişiler onun hakkında bilgilere ulaşabiliyor. Bu, kişiler unutulma hakkına bir ihlal oluyor. Dolayısıyla istismara açık hale gelebilecek durumlar yaşanabiliyor. Bunun sonuçları travmatize edebiliyor kişileri ve dolaylı olarak travmalar yaratıyor. Hayatta kalan, uzakta olan insanlar bu görüntülerle ikincil travma tepkileri verebiliyor. Bunların dışında tabi bir de dramatizasyon var medya aracılığıyla. Deprem sonrasında yapılan yayınlarda “Ayın 28’inde deprem bekliyoruz” gibi haberler çıkıyor. Belki diğer insanların yaşadığı yerlerde deprem yaşanmadı veya yaşanmayacak ancak bu haberler aracılığıyla insanlar stres tepkileri gösteriyor. Burada en başta medyadaki yetkili kişilerin etik yönelimli hareket ederek sorumluluk alması gerekli. İnsanlar bu noktada her gördüğünü paylaşmamalı ve filtreli haberler yapmalı.  Bu konuda halk da bilinçlendirilmeli ki özellikle sosyal medya aracılığı ile paylaşımın dozu iyi ayarlansın. Özellikle haberleri yapan kişilere adil ve sorumlu haber anlayışını ilgilendiren eğitimler ile sürecin anlatımı yapılmalı. Haberciliğin izlenme değil insan odaklı olması sağlanmalıdır. Haberi yayan kişi veya kurumu ön plana çıkarmak adına bu yapılmamalıdır.

Sadece haber veya gazetecilik özelinde değil sosyal medyada diğer insanların “kaza veya deprem süreçlerinde ölü yaralı var gibi” haberleri bilinçsizce paylaşma, yayma gibi durumlarını, sınırlarını sadece mahremiyet eğitimiyle gerçekleştirilebilir miyiz?

Hayır tabi ki sadece mahremiyet eğitimiyle olmaz. Ancak farkındalıkla bunun önüne bir miktar geçebiliriz. Kurumların bilgilendirmesi, devlet eliyle ya da ilgili STK’lar aracılığı ile bilgilendirmeler, yönetmelik, mevzuat, kanun gibi yükümlülükler veya bu çalışmaların yanında daha toplumsal değerlere vurgu yapılarak ilgili eğitim ve bilgilendirmeler ile bunlar gerçekleştirilebilir. Bunun kolektif bir çalışma olması gerekli. Ancak herkes kendi çevresinden bunu yayma ve geliştirmeye çalışırsa bir kamuoyu oluşturup devam edebiliriz. Ben de kişisel olarak bu dönemde sosyal medyada paylaşım yapmamaya özen göstersem de “Çocukların görsellerini sosyal medyada paylaşmayın, isimlerini vermeyin, yerlerini belli etmeyin.” şeklinde bir paylaşım yapmayı doğru buluyorum. Çevremde anlatabildiğim kadarına doğrusunu anlatıyorum ama bu hassasiyetin üst düzey yetkili kişiler aracılığıyla yapılması daha etkili olacaktır. Tabi kurum kültürü de yaratmak önemli. Sadece bireysel yaptığımız mahremiyet oturumları ile kişide farkındalık yaratmak dışında kolektif değişimler maalesef sağlayamıyoruz, bunu hedeflemek önemli.

Biz ekip olarak multidisipliner ve kolektif çalışmanın önemini görüyoruz. Travma çalışmalarınızda bu durumu nasıl değerlendirirsiniz? Kolektif çalışmalarda sınırların oluşturulması ve korunması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Doğadaki her şey gibi insan da bir bütünden oluşur. Birçok şeyin bütünüyüz aslında. Biz ruh sağlığı uzmanları olarak da multidisipliner çalışmalıyız. En yeterlisi biz değiliz, konsültasyon önemli. Bizimle beraber psikiyatri desteği ile ilerleyen süreçler de olmalı. Bunu yaparken de herkesin sınırını bilmesi ve ortaklaşa ilerlemesi en doğru yöntemdir. Ekonomi, politika, sosyal medya, hatta konuyla ilgili yapılan röportajlar da dahil hepsi multidisipliner bir çalışma. Örneğin, psikolojik iyi oluş çoğu zaman ekonomik kaynaklarla da dolaylı yoldan ilgili. Bir kişi ekonomik açıdan zor durumda iken psikolojik iyi oluş için yapılan müdahalelerle kişiye iyi gelmek zorlaşıyor. Diğer yandan sosyoloji, hukuk gibi alanların da önemli olduğu ve birlikte çalıştığı bir alan bu. Hiçbir şey tek başına değildir. Biz ise kendi çalışmalarımızda kişinin önceki zamanlarındaki iyi oluşlarına da odaklanıyoruz. Önceki yaşamdan bugüne olan kaynaklarla nasıl devam edebileceklerine bakıyoruz. Güçlenmesine yönelik çalışmaları ön plana çıkarıyoruz. Tüm bunların yanına en önemli şey ise afetten etkilenen bölgelerdeki yerel halkın geliştirilmesi, yetiştirilmesi, kendi kendilerini kaldırabilecekleri bir seviyeye gelmeleri. Bunun için de mutidispliner olarak dört koldan işbirliği içinde çalışmamız gerekiyor.

Travma ile ilgili çalışırken kırılgan gruplara nasıl müdahalelerde bulunuyorsunuz?

Bu noktada kırılgan grup kimdir ona bakmalıyız. LGBT, kadın, çocuk, düşük eğitim olan, göçmen vs. kırılgan grup olarak geçiyor. Kırılgan olmayanlar sağlam alt yapıya ulaşıyor, uğradıkları zarardan daha hızlı toparlanıyor. Kırılgan olan grubun ise bu hizmetlere erişimi ne yazık ki kısıtlı oluyor veya hiç olmuyor. Biz bunları keşfediyoruz ve sonrasında yapmamız gerekeni planlayıp hemen ihtiyaçlarına yönelik kaynaklara odaklanıyoruz. Nelere ihtiyaçları varsa onlara yönelik köprü de kurabiliyoruz. Sadece terapi desteği ile yürümüyoruz. Bunları yaparken toplumsal kültürleri, aile yapıları vs. gibi detayları önemli. Biz mesela erkeklere kadınlar kadar rahat ulaşamıyoruz. Biz de onların bulunduğu ortamlara giderek onlara yakın olacak şekilde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Mesela erkeklerin kahvehaneye gittiği saatleri seçiyoruz. Kadınlar için eşlerinin evden gittiği saatlerde orda olmaya özen gösteriyoruz. Dilini bilmediğimiz kişilere tercüman ile yaklaşıyoruz. Göz teması, mimik, el kol hareketlerine dikkat ediyoruz. Dans ve hareket kullanıyoruz. Kendilerini ifade edecekleri alanları buluyoruz ve kendi özelliklerine ve yapılarına göre bir müdahale, yaklaşım şekli ve dil seçiyoruz. Kültürlerini ve bireysel özelliklerini tanıyarak onlar müsaade ettiği sürece ilerliyoruz. Bunlara ek olarak psikososyal destekte bulunurken onlar yerine karar almak doğru olmuyor. Zaten başkaları onlar yerine karar aldıkları için biz öncelikle ihtiyaçlarına odaklanıyoruz ve akabinde bu doğrultuda devam ediyoruz. Her zaman bir birey olduklarını unutmadan, onlar seçme hakkı vererek ilerliyoruz. Bu kadar kontrolünde olmayan olaylar yaşayan kişilere bir nebze de olsa kontrolü tekrardan geri vermek iyileştiren en önemli unsurlardan biri. Bu da en çok dikkat ettiklerimiz arasında yer alıyor.

Dergi Editörleri

Berk Çeşmeli & Kadriye Ulus