
Vizyon Tarihi: 2016
Tür: Biyografi, Drama
Yapım: ABD
Süre: 100 Dakika
IMDb Puanı: 6.7
Oyuncular: Natalie Portman, Peter Sarsgaard, Greta Gerwig
Yönetmen: Pablo Larrain
Film, Amerika’nın en ikonik başkanlarından olan John Fitzgerald Kennedy’nin 1963 yılında uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdiği günü ve sonrasında eşi Jacqueline Lee Bouvier Kennedy’nin yaşadıklarını konu edinmekte.
Bu yazı spoiler içermektedir.
John F. Kennedy suikastinin üzerinden henüz bir hafta geçmişken, Jacqueline (Jackie) Kennedy’nin bir gazeteciye verdiği röportajla başlayan film, ilk dakikalardan sıradan bir biyografi filmi olmadığı mesajını yas sürecine odaklanarak vermekte. Suikast anından itibaren Jackie’nin iç dünyasında yaşadığı duygular ve tüm dünyaya yansıttığı görüntü arasındaki farkı görmekteyiz. Bu “insanların inandığı ve gerçek olanın arasındaki fark” olarak tanımlamakta filmimizde. Yas, beraberinde özlem, üzüntü, kaygı, suçluluk gibi birçok güçlü duyguyu taşıyan bir olgudur. Siyaset gibi duygulara izin verilmeyen bir dünyada bastırılan hisler ani duygudurum değişikliklerine sebep olabilmektedir. Bunu en çok beklenmedik bir şekilde ölen vedalaşamadığı eşiyle iç hesaplaşmaları sırasında görmekteyiz. Aklına gelen kötü anılar sebebiyle töreni iptal edip iyi anıları hatırladığında tekrar düzene koyması en net örneğidirEle alınması gereken bir diğer durum ise Jackie’nin papaz ile olan hiddetli konuşmalarıdır. Travmalar sonucu temel değerlerden biri olan dini inancın sarsılması ve sorgulanması olağan tepkilerden biridir. Filmde de Jackie’nin inancını ve varoluşunu sorguladığını görmekteyiz. Suikastin kendisi kabullenmesi zor bir durum iken itibarını düşünmesi gereken bir ailesi ve yoluna devam etmesi gereken bir ülke olması da yaşadığı acının gerçekliğini sorgulatmaktadır. Tüm ülkeye karşı olan sorumluluğunun ailesine olandan önce geldiği bir konumda olmasının yarattığı yük ile çocuklarına bazı yanlış açıklamalarda bulunmuştur.
Piaget’nin bilişsel gelişim kuramına göre somut işlemler döneminde olan çocuklar soyut kavramları anlamlandıramamaktadırlar. Bu nedenle ölüm gibi kavramları somutlaştırarak anlatmak gerekmektedir. Güvendiği bir kişinin çocuğun sevdiği bir oyun ya da oyuncak üzerinden anlatması, anlatırken “Öldü, bir daha göremeyeceğiz ancak dilediğin vakit fotoğrafına bakabilirsin ve onun hakkında konuşabiliriz.” denilmesi en uygun yaklaşım biçimidir. Filmde ölümün anlatıldığı sahnelerin işleniş şeklini ele aldığımızda olumlu ve olumsuz bazı noktaları görmekteyiz. İki çocuk sahibi olan Jacqueline Kennedy, çocukların babalarının ölümünü televizyondan öğrenmelerini istememiştir. Kendisi gelene kadar günlük aktivitelerine devam eden çocuklar haberi ilk olarak annelerinden öğrenmişlerdir. Rutine devam etmek bilinç dışının ihtiyacı olan uyuma daha çabuk erişmesini sağlamaktadır. Olumlu olarak değerlendireceğimiz bu örneklerin yanında bazı olumsuz örnekler de bulunmaktadır. Daha önceden kardeş kaybı yaşayan çocuklarına yaşanan yeni kaybı “Babanız kardeşinizi cennete ziyarete gitti.” şeklinde açıklaması üzerine büyük kızının “Peki biz ne olacağız?” tepkisi oldukça olağandır. Ziyaret kelimesinin altında gidilen yerden geri dönüleceği algısı vardır, bu nedenle “Seni bırakıp gitmedi, öldü” vurgusunun yapılması daha uygundur. Kardeşinin dönmediğinin bilincinde olan kızı, babasının bu “ziyareti” karşısında terk edilmiş hissedip suçluluk ve utanç geliştirebilir. Tüm bunlardan sonra kızına “Asker ol, cesur ol!” şeklinde talepte bulunması bir çocuk için üstlenilmemesi gereken bir sorumluluktur ve kitlenmiş yas dediğimiz öfke, üzüntü, şaşkınlık ve inkar gibi olağan tepki ve duyguların yaşanamaması duruma sebep olabilmektedir.
Filme ilişkin izlenimlerim
Hakkında çokça belgesel ve film yapılan John F. Kennedy suikastini eşinin bakış açısıyla anlatmasıyla farklı bir perspektif sunan yönetmen, Jacqueline Kennedy üzerinden duyguların kapalı kapılar ardında bile olsa yaşandığını ve evrensel olduğunu bizlere aktarmıştır. Yönetmen aynı zamanda cenazelerin bile yasalar tarafından yönetildiği, yas tutmanın güçsüzlük olduğu bir düzende en değerli anma şeklinin hatıralarla olduğunu göstermiştir. Acıyı romantize ve fanatize etmeden eleştirisini de dozunda tutmayı unutmayarak harika bir biyografi örneği ortaya çıkaran Pablo Larrain’in yakın zamanda çekimlerine başlanacak olan ve Prenses Diana’nın hayatını konu edinen filmi Spencer’ı merakla beklemekteyim. Jackie, yönetmeni tanımak için çok iyi bir başlangıç olacaktır. Şimdiden keyifli seyirler dilerim.
Ayşe Çokyavaş
Psikolojik Danışman