
Kitap Künyesi
Yazar Adı: Alper HASANOĞLU
Yayınevi: Pinhan Yayıncılık
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2024
Sayfa Sayısı: 320
Psikolektif+ dergisi 22. Sayının bu sayfalarında Alper Hasanoğlu’nun son kitabı olan Hayat Bilgisi kitabı ele alınacaktır. Önsöz, yazarın zamanında ilkokullarda gösterilen Hayat Bilgisi dersinde öğrenmediklerimizi kendi tecrübelerinin perspektifinden paylaşması yönüyle ilgi çekicidir. Başka birçok kitabı bulunan Hasanoğlu aynı zamanda psikiyatrist, terapist ve akademisyen kimlikleriyle çok yönlü bir yazardır. 1967 doğumlu Alper Hasanoğlu; şimdilerde felsefe alanının duayen hocalarından İoanna Kuçuradi’nin doktora öğrencisidir.
Kitapta da yazarın çok yönlü kişiliğine benzer şekilde aşk, normal, öteki, trajik gibi felsefi; esneklik, psikolojik dayanıklılık ve kişilik yapılanmaları gibi psikolojik kavramlar sıkça ben ve biz sorgulamaları çerçevesinde yerini almıştır. Yani; yazar bu kavramları kendisinin nasıl yaşadığını sorgulamanın yanı sıra insanlık olarak ‘biz ’im tarihimizi de es geçmemiştir. Bizim hikayemiz; kişisel hikayemize çok benzemektedir. Davranışın amaçlı olmasına ve ihtiyaçlarımıza işaret etmesini ve insan yavrusunun eksik doğduğu bilgisi ile yavru olanlarımızın uzun ve mücadeleli bir süreç olan yetişkinliğe evrilmesini ele alan ‘gelişimi’ tikel boyutta her birimiz tecrübe etmiştir.
Yazar; kitapta ahlak denilen kavramın onay ihtiyacı almayla ilgili olduğunu, normalin yanılgı olabileceğini; ‘öteki’ kavramının Husserl’in paranteze almak kavramında olduğu gibi, kendi yargılarımızı hariç tutarak anlaşılabileceğini, trajiğin bir insanda iki yüksek değerin çatışması sonucu ortaya çıkan bir durum olduğunu vurgulayarak birçok filo-psikolojik tartışmaya değinmiştir. Ancak kitabın özünü tama yakın anlayabilmek için önce Sisifos mitinden bahsetmek gerekebilir. Sisifos, Tanrıların sırlarını ifşa etmesi ve ölüm tanrısı Thanatos’u kandırarak zincirlemesi nedeniyle tanrıların öfkesini çeker. Zeus, Sisifos’u cezalandırmak için onu ölüler diyarına gönderir. Ancak Sisifos, Hades’ten kaçmayı başarır ve yaşamına geri döner. Tanrılar sonunda onu yakalar ve bir kayayı bir dağın tepesine yuvarlaması gereken sonsuz bir işle cezalandırır. Ancak her seferinde zirveye ulaştığında, kaya yuvarlanır ve Sisifos işe baştan başlamak zorunda kalır. Albert Camus; bu miti insanın anlam arayışı olarak yorumlamıştır. Dağın doruğuyla girişilen savaş insanın yüreğini tatmin edecek kapasitede bir uğraştır. Ancak; Sisifos, görevi başarıp kayayı zirveye dikebildiğinde hayatının anlamsızlığıyla yüz yüze gelir ve kayayı başlangıç noktasına doğru serbest bırakır. Bu mit ve ardından gelen hikâye modern çağda bize hedef edindiğimiz birçok uğraşın labirentteki bir fare gibi hissettirdiğini anlatmaktadır. Yaşamda anlam arayışımız sürekli devam etmektedir ve o anlama vardığımızı sandığımızda yeni bir soruyla karşı karşıya kalırız. Dolayısıyla günümüzde herkes kendini biraz da olsa yetersiz, başarısız, beceriksiz ve değersiz hissetmektedir. Yazar bu söylemi desteklemek için Dostoyevski ve Adler arasında bir benzerlik kurarak önce, Dostoyevski’nin roman kahramanlarında gözlemlediği aşağılık kompleksini örnek gösterir. Kumarbaz kitabındaki Aleksey; sevdiği kadını kaybetmek pahasına kumar oynarken aslında bu tür yetersizlik, değersizlik duygularını yaşamakta ve savaş, kaç, don kal veya yenilerde öğrendiğimiz işlevsel uyumlanma tepkilerinden aşırı telafiyi belki de gerçeklerden kaçması yönüyle kaçışı kullanmaktadır. Modern çağda ise Adler’in üstünlük çabasına dayalı aşırı telafilemeyi çok daha fazla kullanıyoruz. Aşırı telafi; bir şema terapi kavramıdır ve bir olay karşısında gösterdiğimiz “savaş” tepkisine benzer. Bu savaş barışçıl bir savaş değildir. Örneğin; aslında hiç sevmediğimiz bir iş arkadaşımıza gösterdiğimiz yersiz samimiyet, içten içe yaşadığımız düşmanlığın aşırı telafisidir. Günümüzde normallik beklentimiz ve etrafımızdaki tehlikeleri kontrol etme ihtiyacımız artık tarihsel standartların çok üzerindedir ve gerçeklikten gerçekten de kaçmak isteriz. Dolayısıyla yorumsal olarak aşırı telafinin de kaçmanın aksi ucu olduğu söylenebilir. Elbette, bu toplumsal koşullar mutsuzluğumuzun nedeni olabilir; öte yandan yazar psikolojik dayanıklılık, esneklik ve kabulün bu acılara daha kapsamlı ve işlevsel bir yaklaşımın yolunu açabileceğini savunur. Çünkü ona göre bu kavramlar her ne kadar birini niteliyor gibi gözükse de öğrenilebilirdir. Neticesinde beyin; insanlara değil, insanlar beyne sahiptir. Deneyim, toplumsal cinsiyetin etkilerinden sıyrılmak ve aşkla duygularımıza sahip çıkabilir, hikayemizi göğüsleyebiliriz.
Kitaba İlişkin Kişisel İzlenimlerim
Duyguları bir sinyal olarak ele almayı ve bu sinyalleri de belirli bir ihtiyacımızla ilişkilendirmek yönündeki psikolojik yaklaşımları beğeniyorum. Duygularımız normalden saptığında psikiyatrik açıdan hasta kabul ediliriz. Aynı zamanda ihtiyaçlarımız da normalden saptığında veya bir modern el tarafından saptırıldığında da sorun olduğunu kabul etmenin değerliliğini aşikardır. Zaten psikoterapi, ancak ve ancak bir terapist eşliğinde kişinin kendi acılarını kabul etme cesareti gösterebilmesinden ibarettir. Özellikle son zamanlarda kendi onay alma ve görülme ihtiyacım üzerine çalışan bir psikolojik danışman olarak söyleyebilirim ki; hikayelerimize sahip çıkmak ve gölgelerimizi ışığa çıkarmak için kurulacak profesyonel bir diyalogun önemini gözden kaçırmamalıyız. Hikayelerimizden ve ötekinin hikayelerinden; insanlık destanımızdan öğreneceğimiz çok şey var.
Elif GÖK
Uzman Psikolojik Danışman