Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

ZİHİNSEL HARİTAMIZ: ŞEMALAR – Psikolektif Dergisi – Sayı – 9

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Doğumuyla beraber insan yavrusu evrensel bir takım bedensel ve duygusal ihtiyaçlara sahiptir. Güvenlik, tutarlılık, aidiyet, özgüven, özerklik, ifade özgürlüğü bu ihtiyaçlar arasındadır. Bu bağlamda psikolojik sağlık kişinin ihtiyaçlarını uygun yollarla karşılayabilme becerisini ifade etmektedir (Rafaeli, Bernstein ve Young, 2011). Beck (1996)’in şema tanımlamasını detaylandırarak Young, Klosko ve Weishaar, (2003) erken dönem uyum bozucu şemalar odağında şema kuramını geliştirmiştir (Gör, Yiğit, Kömürcü ve Ertürk, 2017). Erken çocukluk veya ergenlik döneminde gelişen şemalar, kişinin duygularını, hatıralarını, bilişleri ve bedensel hislerini içererek yaşam boyunca içeriğini genişletmektedir. Dolayısıyla şemalar belirtilen konularda ve bireyin diğer insanlarla etkileşiminde düzenleyici bir etkiye sahiptirler (Young ve ark. 2003). Başlangıçta çocuğun çevresinde uyumlu ve düzenlenebilir, dünyayı algılamada kısa yollar olarak ortaya çıkan şemalar çocuğun büyüme ve gelişimi ile birlikte güncel dünya şartlarına uyum sağlayamayarak işlevsiz bir forma bürünür. Bireyde ortaya çıkan bu tutarsızlık durumu olumsuz duygulara ve gerilime yol açmaktadır, söz konusu şemalar aslında bu tutarsızlık durumuyla akılcı olmayan baş etme yöntemleri olmaktadır. Karşılanmamış ve doyum sağlanmamış duygusal gereksinimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan erken dönem uyumsuz şemalar, bireyin kendisiyle veya diğer kişilerle ilişkili olan, yaygın, çoğu zaman önemli ölçüde işlevsel olmayan katı düşünce kalıplarıdır. Pek çok kuramsal yaklaşıma göre çocuğun erken dönem deneyimleri büyük ölçüde aile dinamikleri çerçevesinde şekillenmektedir. Erken dönem uyum bozucu şemaların aktif olduğu yetişkin bireylerin yaşadıkları durumun kökeninde çocukluk çağında aile dinamiklerinde gerçekleşmiş örseleyici yaşantılar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra temelini travmatik çocukluk yaşantılarının oluşturduğu erken dönem uyumsuz şemaların gelişiminde duygusal mizaç ve kültürel etkiler de rol oynamaktadır (Young ve ark, 2003).

Travmatik deneyimin şiddeti, olayın uzantısında ortaya çıkan kalıp düşüncelerin esnekliğini azaltırken katı ve rahatsız edici niteliğini artırmaktadır. Şemalara sahip olmasının yanı sıra onların söz konusu rahatsız edici niteliğinden kaçınmak amacıyla birey çeşitli başa çıkma yöntemlerine sahiptir. Bu kaçınma davranışı ve bireyin özellikle şemalarını onaylayacak kişileri seçmesi, uyumsuz şemaların sürdürülmesine, bireyin duygu ve davranışlarının şemalar tarafından yönlendirilmesine neden olmaktadır. Çünkü birey çocukluk döneminde belli bir dönem işlevsel olan şemaları kullanmayı öğrenmiştir ve işlevselliğini yitirmelerine rağmen onları yetişkin yaşamında da kullanmayı sürdürmektedir.

Temel inançlar, bireyin şemalarının içerdiği kesin, değişmez ve genellenmiş değiştirilmesi oldukça güç temel varsayımlardır. Değişime dirençli söz konusu karmaşık tablonun diğer bileşenlerini ise bireyin ara inançları ve otomatik düşünceleri oluşturmaktadır. Kişinin deneyimlerini anlamlandırdığı; gereklilikleri, koşullamaları, kural ve tutumları bunun yanı sıra bireyin başa çıkma stratejilerini de içeren ara inançlar otomatik düşünceler ve temel inançlar arasında bir yerde bulunmaktadır. “Sınavdan hep en yüksek notu almalıyım.’’ şeklindeki bir ara inanç, zemininde bireyin yetersiz olduğuna dair bir temel inancı barındırıyor olabilmektedir. Ara inançlar ve temel inançların bir uzantısı olarak da otomatik düşünceler oluşmaktadır. Otomatik düşüncelerin temel ve ara inançlara nispeten daha kolay değişim özelliğine sahip olduğu düşünülmektedir. “Hiçbir şeyi doğru yapmam; arkadaşımı üzdüm ve beni asla sevmeyecek; bu ödevi bitirmek çok uzun zaman alacak.” şeklindeki ifadeler çarpıtılmış düşünceler, çarpıtılmış çıkarımlar ve işlevsel olmayan ifadeleri içeren otomatik düşünceleri örneklendirmektedir (Clark v& Beck, 1999; J.S., Beck, 2005; J.S., Beck, 1995; Akt. Murdock, N.L., 2019, syf. 323-324).

Şema kuramında erken dönem uyumsuz şemaları içeren beş temel şema alanı ve bunlara bağlı on sekiz erken dönem uyumsuz şema tanımlanmıştır. Bu temel şema alanları ve onlara bağlı erken dönem uyum bozucu şemalar: Kopukluk ve reddedilme, örselenmiş otonomi ve performans, örselenmiş sınırlar, diğerlerine yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve bastırma (ketlenme) olarak ifade edilmiştir. Her işte en iyi olmak isteme, ilişkilerde sadece karşı tarafın isteklerine hizmet etme ve kendini yok sayma, diğer insanlardan kopukluk ve yalnızlık hissi gibi durumlar bu şema alanlarını ve erken dönem uyum bozucu şemaları örneklendirmektedir (Young, 1995 Akt. Young ve Greenwald, 1998; Gör ve ark. 2017). 

  Bireyin kendine, dünyaya ve diğer insanlara dair bilişlerini içeren şemalar yaşam boyunca şekillenerek bireyin davranışlarının hem nedeni hem sonucu olmaktadır. Şemaların ilk deneyimlerimiz sonucu oluştuğu ve yerleştiği varsayımının birçok kuramcı tarafından savunulduğu göz önünde bulundurulduğunda yaşamımızın ilk yıllarında etkileşim halinde olduğumuz bireylerle deneyimlerimizin ne denli önemli olduğu görülmektedir. Aşırı uçlarda ebeveynlik tutumlarının, karşılanmamış temel duygusal ve bedensel ihtiyaçların hem kendimize hem dünyaya ve diğerlerine yönelik değiştirilmesi güç, çarpıtılmış inançlar geliştirmemize neden olduğu bilinmektedir. Ayrıca bu örseleyici ilk çocukluk ve ebeveynlik deneyimini yaşamış bireylerin ilerleyen zamanlarda benzer ebeveynlik tutumlarını sergilemesi bu durumun kişiler arasında bir kısır döngü olmasına sebep olacaktır. Şiddete maruz kalmış veya istismara uğramış bireylerin ilerleyen dönemlerde şiddet uygulaması, bir başkasını istismar etme olasılığının yükselmesi bu durumu örneklendirmektedir. Ayrıca yeterince ilgi ve sevgi görememiş bireyler duygusal ketlenme yaşayarak kendi ebeveynlik yaşamlarında da duygularını ve sevgilerini yeterince ifade edemeyecek olması ihtimaller arasındadır. Bu çarpıtılmış inançların süreğenliği ve benliğimizin bir parçası haline gelmesi, bireyin yaşamla akılcı bir şekilde baş edebilme stratejilerini sekteye uğratmakta, ruhsal açıdan bireyi zorlamaktadır.  Benliğimize yerleşen çarpıtılmış inançların uzun dönemli etkilerine bakılacak olunursa psikopatolojilerin temel zemininde yattığı varsayımı da düşünülebilmektedir. Fakat temel bir patoloji olarak ortaya çıkmayıp bireyin hayatı boyunca işlevselliğini azaltan, ilişkilerini bozan, kronik bir tabloyla seyredebileceği de düşünülmektedir. Ayrıca birey kendindeki bu zorlanmanın ve yanlış inançların farkında olmayabilir, çoğu zaman bireyin çevresindeki diğer kişiler bu çarpıtılmış inançların varlığını fark edebilmektedirler. Bu durum bireyin zihinsel yapısında yerleşmiş akılcı olmayan inançlar için nasıl profesyonel bir destek talep edeceği veya bu konuda yeterli içgörüye sahip olamayan bireyin psikoterapiden nasıl fayda sağlayacağı sorusunu da düşündürmektedir.

Ayşe BAŞBUĞ

Psikolog