Küçükken büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusuna verilen cevapların yoğunlaştığı bazı meslekler vardır. Bu meslekler arasında -geçmişte daha fazla yer alsa da -günümüz çocuklarının “Youtuber olma” hevesi sonrasında doktorlukla birlikte hala yerini korumayı başaran öğretmenlik yer almaktadır. Çocukların gözünde hala konumunu koruduğunu söyleyebilsek de toplumun öğretmen olmak ile ilgili algısının büyük oranda değiştiğini söyleyebiliriz. Zira etrafımızdaki birçok kişiden özellikle öğretmenlik bölümlerini tercih edecek gençlere “sakın ha öğretmenlik tercih etme” dendiğini sıkça duymaktayız. Öğretmen adayının bölüm tercihiyle başlayan bu “Sakın ha”lar, mezuniyet ile birlikte yerini “Ee, ne oldu senin atama işi?” benzeri cümlelere bırakmaktadır. Öğretmenleri bu cümlelere her bayramda, aile toplantısında veya arkadaş buluşmasında maruz kalmasına neden olan durum ise öğretmen yetiştirme ve yerleştirmeye ilişkin politikalardan kaynaklanmaktadır. Önce durumun nedenlerini anlamak için bu politikalara hızlı bir bakış atalım, ardından öğretmen adaylarının ve öğretmenlerin atama perspektifindeki ruhsal durumlarına eğilelim.
1982 yılından itibaren öğretmen yetiştirme misyonu üniversitelerin Eğitim Fakülteleri’ne verilmiş olup fakülte mezunları öğretmen olarak istihdam edilmektedir. Bunun yanı sıra Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına da pedagojik formasyon alma ve öğretmen olarak istihdam edilme şansı tanınmıştır. Bu uygulama, Eğitim Fakültesi mezunlarının sayısı ile pedagojik formasyon alan Fen Edebiyat Fakültesi mezunlarının öğretmen istihdamı pastasını paylaşmalarına yol açmıştır. Bu pastanın miktarı -yani öğretmen ihtiyacı sayısı- ile pastanın talipleri olan Eğitim Fakültesi mezunu ve pedagojik formasyon sahibi öğretmenlerin sayısı arasındaki fark oldukça fazladır (Eskisi, 2016). Eğitim Fakülteleri’nin kontenjanlarının fazla olması, ücretli öğretmenlik uygulaması ve özel sektördeki birçok kurumun çalışma şartları ve ücret bakımından öğretmenlerin beklentilerini karşılayamaması gibi faktörler de bu problemlerin üzerine tuz biber etkisi yaratmaktadır. Her geçen yıl atama bekleyen öğretmen sayısı çığ gibi artarken Milli Eğitim Bakanlığı tarafından her yıl yapılan atamalara ilişkin sayılar da yetersiz kalmaktadır. Tüm bunlar ise atama bekleyen öğretmenlerin taleplerini dile getirdikleri sosyal medya etiketleri, atama kuralarının çekiminde sevinçten ağlayan öğretmenlerin gösterildiği haberler ve KPSS hazırlığı ile tükettikleri genç yaşlarına isyan eden kişilerin paylaşımları ile günlük hayatta ifadesini bulmaktadır.
Özellikle son dönemlerde 2021 öğretmen atamalarına ilişkin sosyal medya mecralarında başlatılan etkinliklerin sayısı oldukça fazladır. Bu etkinlikler atama sayısının ve takviminin henüz açıklanmamış olmasıyla yaşanan belirsizlikten doğmaktadır. Bu durum sadece bu seneye mahsus olmayıp benzerleri önceki yıllarda da yaşanmıştır. Atanma ve atanamama arasındaki ince çizgiyle can bulan belirsizliğe kontenjan ve tarihlere ilişkin bu durum da eklenince atama bekleyen öğretmenlerin “belirsizliğe tahammülsüzlük”leri yükselmektedir. Belirsizlik ise ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemekte ve iyi oluşun ifadesi olan yaşam doyumunu düşürmektedir (Şar, Işıklar, & Aydoğan, 2012). Tüm bunları okurken bu süreçte yaşanan kaygıya ilişkin bir şeyler söyleyip söylemeyeceğimi merak ediyor olabilirsiniz. Belki yaşam doyumundan, belirsizliğe tahammülden bahsetmeden önce bu duruma ilişkin yaşanan kaygıdan bahsetmemiz gerekirdi. Fakat her şeyin bir zamanı vardır, tam burada bahsedelim.
Atama bekleyen öğretmenlerin bu duruma ilişkin yaşadığı kaygı “atanamama kaygısı” olarak nitelendirilmiştir. Eskici (2016) tarafından öğretmen adaylarının atanamama kaygısına ilişkin yapılan çalışmaya göre bu kişilerin okunan bölüm ve yaşa bağlı olmaksızın yüksek kaygıya sahip oldukları görülmektedir. Yine bu çalışmanın bulgularında öğretmen adaylarının KPSS’ye yönelik görüşlerini ifade ederlerken “kabus”, ”saçmalık”, ”sınav” gibi kelimeleri kullandıkları belirtilmekte olup atanma sürecine dair yüksek kaygılarına olumsuz düşüncelerinin eşlik ettiği de rahatlıkla görülebilir. Atama bekleyen öğretmenlerin yaşadığı bu yüksek kaygının birçok etkisinin olabileceğini tahmin etmek güç değildir. Bu etkilere yönelik literatürde yapılan çalışmaların sayısı oldukça fazladır. Bu çalışmalar öğretmen istihdamı konusundaki problemlerin bireylere yansımalarını somut olarak ortaya sermekle birlikte bu probleminin çözümüne yönelik birer çığlık olarak değerlendirilebilir. Bu çığlıklar öğretmen yetiştirme ve istihdamı konusunda bir değişime yol açmalı ve bu değişim “atama bekleyen öğretmenler”e ilişkin bu tarz çalışmaların ihtiyaç duyulmadığı günleri beraberinde getirmelidir.
Eserinin üzerinde imzası bulunmayan yegane sanatkarlar olan öğretmenleri atanmış/atanamamış olarak sınıflandırmadığımız, mesleki yeterliklerini geliştiren ve mesleğini seven öğretmenlerimizin gelecek nesillerimizi yetiştirmek üzere sınıflarda yerlerini aldığını gördüğümüz günlere ulaşmak ümidiyle… Sonraki yazılarda görüşmek üzere.
Kaynakça
Eskisi, M. (2016). Öğretmen adaylarının atanamama kaygılarının çeşitli değişkenlere göre incelenmesi. International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic.
Şar, A. H., Işıklar, A., & Aydoğan, İ. (2012). Atama bekleyen öğretmen adaylarının yaşam doyumunu yordayıcı değişkenlerin incelenmesi. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi.
Görsel Kaynakça
https://www.freepik.com/free-photo/businessman-s-hand-blaming-young-businesswoman-against-grey-backdrop_4502553.htm#page=1&query=blame&position=1
https://www.freepik.com/free-photo/portrait-teacher-writing-chalkboard_10058693.htm#page=2&query=teacher&position=25
Sibel UYANIK
Psikolojik Danışman