Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

20’lerin Vebası: Overthinking – Psikolektif’ten – Sayı – 8

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

Beliren yetişkinlik, özerklik ve yarı bağımlılığın bir karışımı olmasına ek olarak, bireyin yetişkin olarak statüsü ve bir yetişkinden beklenen sorumluluklar ile bu sorumlulukları yerine getirmedeki eksiklikler gibi konularda ciddi bir belirsizlik duygusunu barındırır. Beliren yetişkinlik olarak adlandırılan gelişim döneminde, gerek iş yaşamında, gerek aile yaşamında üstlenilen rollerle beraber beklentiler yükselme eğilimindedir ve bireylerin, kendi gelecekleri hakkında hangi olasılıkların mümkün olduğu konusu gündemdedir (Setterstain ve Ray, 2010). Erikson’un psikososyal gelişim kuramı dönemlerinden biri olan beliren yetişkinliğin günümüz yaşam koşullarına göre güncellenerek iki döneme ayrılması gerektiği Robinson (2016) tarafından önerilmektedir. Robinson çeyrek yaşam krizinin bu iki ayrı dönemin geçiş aşamasında gerçekleştiğini belirtmektedir. Peki nedir bu çeyrek yaşam krizi?

Çeyrek yaşam krizi, birey beliren yetişkinlik yaşam evresinden çıkmayı hedeflediğinde veya buna yönelik bir girişimde bulunduğunda ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle, birey istikrarsız/süreksiz, açık ve keşfetmeye yönelik bir yaşam stilinden daha yerleşik, kestirilebilir ve üretken rollere, sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir yaşam stiline yöneldiğinde ortaya çıkar (Robinson, 2016).


 

Beliren Yetişkinlik, Çeyrek Yaşam Krizi ve Aşırı Düşünme (Overthinking)

Peki beliren yetişkinlik gelişim döneminin ve çeyrek yaşam krizinin overthinking (aşırı düşünme) ile ilişkisi ne? Önceki kuşaklar tarafından “En güzel yaşlarımız” olduğu iddia edilen 20’li yaşlarımızda yaşadığımız belirsizlik, çaresizlik, yetersizlik duyguları, kontrolü kaybetme hissi yerine getirmemiz gereken gelişim görevlerinin bir parçası olabilir mi? Kaygıyla ilişkili olduğu düşünülen aşırı düşünme, genel anlamda işlevsiz düşüncelerden oluşan, gereğinden fazla düşünceyi içeren bir döngü olarak ifade edilebilir ve bu süreç, bir dizi olumsuz duygu ve düşünce tarafından kolaylıkla tetiklenebilir (Petric, 2018).

Aşırı düşünme (Overthinking), üç düzeyde ele alınmaktadır:

  • İlk düzey, normal mental gelişim gösteren bireylerin bazen, özellikle stresli yaşam dönemlerinde yaşadığı hafif düzeydir. Psikolojik olarak sağlıklı ve işlevsel bireyler, genellikle aşırı düşünmeyle ilgili ciddi problemler yaşamazlar.
  • İkinci düzey, kaygı bozukluğuna sahip bireyler için orta düzey olarak ifade edilmektedir. Orta düzeyde aşırı düşünme eğilimi gösteren bireyler gerçekçi olmalarına karşılık duygularını dengelemede güçlük yaşamakta ve bu sebeple aşırı düşünme konusunda ciddi problemler yaşayabilmektedirler. Bu bireyler çoğunlukla yaşamları hakkında olması gerekenden daha fazla endişelenir ve uykusuzluk, aşırı yeme, fazla alkol ve sigara tüketimi gibi davranışlar gösterebilirler.
  • Aşırı düşünmenin üçüncü düzeyi ise şiddetli düzey olarak ifade edilir. Bu düzeydeki bireylerin, gerçeklikten kopma deneyimi yaşamaları olasıdır. Bütün bu düzeyler, daha önce de belirtildiği gibi olumsuz duygu ve düşüncelerden etkilenebilmekte, pozitif duyguların eksikliği söz konusu olduğunda bireyde olumsuz duygu düğümleri oluşmakta ve patolojik kaygı, depresyon semptomları görülebilmektedir (Petric, 2018). Bu düzey, özellikleri bakımından literatürdeki ruminasyon kavramıyla benzerlik taşımaktadır.

 

Ruminasyon ve Aşırı Düşünme Arasındaki Fark

Her ne kadar net bir ayrımını yapmak zor olsa da ruminasyon, aşırı düşünmeden farklı olarak işlemsel düşünceler ve tepkisel düşünceler olmak üzere iki farklı formda incelenir. İşlemsel düşünceler; önceden belirlenmiş hedefe ulaşma durumuna yönelik bir değerlendirme sürecini ifade ederken, tepkisel düşünceler ise yalnızca dolaylı olarak hedefle ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Tepkisel düşünceler, bireylerin anlık kaygıları ile ilişkili olmakta ancak kaygıların tamamı işlemsel sistemi etkilememektedir. Bir başka ifadeyle, işlemsel düşünceler bireyin doğrudan ve kasıtlı olarak o anki görevi tamamlamaya yönelik düşünceleriyken, tepkisel düşünceler tekrarlayan, kasıtlı olmayan, görev dışındaki duygulardan kaynağını alan kaygıları içermektedir (Armutlu, 2019).

Tüm bu süreçlerin ardından olumlu duygulardan yoksunluk yaşandığında, zihin bu eksikliği entelektüel anlamda aşırı dengeyle telafi etme çabasına girmekte, bu nevrotik çaba ise aşırı düşünmeye yol açmaktadır. Bu anlamda olumsuz duygulanım ve aşırı düşünme, birbirini karşılıklı olarak etkileyebilmekte ve kısır bir döngü yaratabilmektedir (Petric, 2018). Bu kısır döngü neticesinde zaman zaman gerçeklikten kopma deneyimlenebilmekte ve bu deneyimin ciddi sorunlar yaratabildiği görülmektedir. Abou Tarieh (2021) tarafından yürütülen çalışmada, öz yeterlilik algısı düştükçe bireyler gerçeklikten kopma deneyimi yaşamakta ve kendi başarılarını, şans ve benzeri dışsal faktörlere bağlamaktadır. Aynı çalışmanın bulguları aşırı düşünmenin ve ruminasyonun yine sürekli kaygıyla pozitif yönde anlamlı bir ilişkisi olduğunu göstermektedir. Bu çalışmadan da anlaşılabileceği gibi öz yeterlik algısının düşük olması, bireyin başarılarını dışsal faktörlerin ürünü olarak kabul etmesi, kendini başarısız olarak nitelendirmesi öz yeterlik algısının düşük olmasıyla ilişkili olabilmekte ve bu etkileşim, aşırı düşünme süreciyle ilişkilendirilebilmektedir.


 

Türkiye’deki Beliren Yetişkinlik Dönemi ve Aşırı Düşünme

Daha spesifik olarak, Türkiye’de beliren yetişkinlik dönemindeki bireylerin aşırı düşünme eğilimleriyle ilgili yürütülen çalışmalar ise benzer sonuçlar ortaya koymuştur. Onglu (2023)’nun çalışmasında, somatizasyon ile ruminatif düşünme arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Bir başka ifadeyle, 18-30 yaş arası beliren yetişkinlik dönemindeki bireylerin somatizasyon düzeyi arttıkça ruminatif düşünce biçiminde de artış gözlenmektedir. Araştırma bulguları ile aynı doğrultudaki diğer araştırmaların sonuçlarına göre ruminatif düşüncenin psikolojik belirtilerin artışına ve bununla beraber psikosomatik semptomların oluşumuna sebep olabileceği görülmektedir. Psikolojik dayanıklılık ile ruminatif düşünce biçimi arasındaki ilişkiye bakıldığında ise bu iki değişken arasında negatif yönlü anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Bir başka ifadeyle, 18-30 yaş arası beliren yetişkinlik dönemindeki bireylerin psikolojik dayanıklılık puanları arttıkça ruminatif düşünce puanlarında azalma gözlenmektedir. Ek olarak, aynı çalışmaya göre ruminatif düşünce biçimi, somatizasyon üzerinde pozitif yönde yordayıcı bir etkiye sahiptir; beliren yetişkinlik dönemindeki bireylerin ruminatif düşünce biçimi arttıkça somatizasyon düzeylerinde de artış gözlenmektedir (Onglu, 2023).


 

Çözüm Önerileri

Konu çözüme geldiğinde ise, genel olarak olumlu duygulanımı arttırmaya yönelik uygulamaları incelemek faydalı olabilir. Aşırı düşünme bozukluğunu ve kaygıyı önlemek için olumsuz duygu düğümlerinin çözülmesi, en temel gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. İşlevsel olmayan olumsuz, tekrarlayan düşüncelerin yerine mümkün olduğunca sevgi, neşe, şükran gibi pozitif duygular eklenerek zihnin entelektüel kapasitesiyle dengelenebilir ve böylece aşırı düşünmenin gerçekleştiği zaman kısıtlanabilir. Yeterli olumlu duyguya sahip olan bireyler, günlük yaşamda karşılaşılan problemlerle daha iyi baş edebilmekte ve stresli olaylara karşı daha hazırlıklı olabilmektedirler (Petric, 2018).

En nihayetinde, literatür eşliğinde tartıştığımızda yaşadığımız tüm bu duygular, aynı gelişim dönemindeki bireylerin büyük çoğunluğu için ortak. Bu duyguları dillendirmek, sanıldığının aksine memnuniyetsizlik değil, iyi hissetmeye duyduğumuz özlem ve bu özlemi gidermek adına gösterdiğimiz çabanın ürünü olabilir. Şimdilik en yakın hedefimiz, kendi olumlu duygulanımımızı artırmaya çalışmak. Belki yaşamımızın önceki evrelerindeki davranışsal rutinleri hatırlamayı ve bunlara dönmeyi denemek, bizi uyku öncesi “overthinkistan” ziyaretlerinden alıkoyabilir.

Onur İbrahim ATAY

Psikolojik Danışman