
Film Künyesi
Yönetmen: Onur Ünlü
Oyuncular: Ali Atay, Cengiz Bozkurt, Tansu Biçer
Türü: Dram / Fantastik
Yapım : 2013, Türkiye
Süre: 103 dk
Imdb: 7.9
Ödüller: 32. İstanbul Film Festivali’nde ”Altın Lale En İyi Film, En İyi Senaryo – Onur Ünlü, En İyi Kurgu – Emre Boyraz ve Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI).
“Yarayla alay eder yaralanmamış olan
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden
Sen çok daha parlaksın çünkü
Sen tüm göklerdeki yıldızların ilki
Sen aydınlatırsın geceyi.”
Onur Ünlü’nün yönetmenliğinden izlediğimiz “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, Manisa’nın Akhisar ilçesinde babasıyla birlikte yaşayan, kendilerine ait küçük bir berber dükkânını işleten Cemal’in üzerinden halkın sıkıntılarının, endişelerinin ve dertlerinin hikâyesidir. Film, ismini üstte dizelerini verdiğim William Shakespeare’nin aynı adlı şiirinden almıştır. Cemal’in Yasemin’le evliliğinin ardından olaylar sarpa sararak ilerlemektedir. Bu ilçede yaşayan insanlar dışarıdan oldukça sıradan gözükse de her birinin sahip olduğu gizli güçler vardır. Kimisi duvarların ardını görebilirken, kimisi zihin gücüyle nesneleri hareket ettirebilmekte, kimisi ise ölümsüz bir şekilde yaşamını sürebilmektedir. Film, sonuna kadar siyah-beyaz sahneleri ile devam etmekte, bu iki rengin cazibesi de konuyla birleşince seyirciyi soluksuz bir izlemeye davet etmektedir. Nadine Labaki’nin Caramel (2007)’inin şarkısı “Mreyte Ya Mreyte” ise film boyunca birçok kez karşımıza çıkarak filmin dokusuna ve atmosferine duygusal anlamda fazlasıyla destek sağlamaktadır.
-Analizin devamı spoiler içermektedir.-
Film, Euripides’e ait “İnsan, endişeden yaratılmıştır.” sözü ile başlar ve film boyunca da bu somut olarak işlenir. Yönetmen, bu alıntıyı tragedya geleneğini çağrıştırmak için yaptığını, aslında tüm karakterlerin yarı tanrı olduğunu söyler. Film, baş karakter Cemal’in içine tarif edemediği bir sıkıntının yerleşmesi ile başlar. Cemal sabahına kalkar ve berber dükkânını açar, birden bembeyaz berber önlüğüne ellerinden kan bulaşır, bayılır ve hastaneye kaldırılır. Doktorunun gözünden de devamlı olarak gözyaşı gibi kan akmaktadır. Doktor ise kanı sürekli olarak aynı beyaz mendille silmektedir. Cemal’in üzerine bulaşan kan ile doktorun gözünden akan kanı özdeşleştirecek olursak gizlenmeye çalışılan ancak bu şekilde beyazlar vasıtası ile kendini gün yüzüne çıkaran ahlaksızlıkların ve günahların, bir bakıma “süperego”nun dışa vurumudur diyebiliriz.
Ardından Cemal’in aklına annesinin iki taraflı kapaklı kolyesinin yokluğu düşer. Yana yakıla o kolyeyi aramaya başlar. Kolyeyi en son tamire verdiği esnafa kolyeyi sormaya gittiğinde Cemal küçücük kalırken, esnaf adeta dev gibi gözükür. Kıymetli bir eşyasını teslim ettiği esnafın bu şekilde gözükmesi Cemal’da var olan aşağılık duygusundan ve kolyeyi kaybetmiş olmanın verdiği utançtan kaynaklanıyor olabilir diyebiliriz.
Günün birinde Cemal, yine Akhisar’da yaşayan Yasemin’e tutulur. Cemal’in annesi ve kardeşleri o küçükken yanarak ölmüştür, Yasemin’in de annesi ve babası ölmüştür. Cemal hala bu ağır kayıpların ardından travma yaşamaya devam ederken benzer kadere sahip olduğu Yasemin’le yollarını kesiştirmesi Adler’in 3 temel yaşamsal görevinden “sevme”yi yerine getirmek istediğinin göstergesidir. Hatta yeri gelir, Cemal ve Yasemin mutluluktan göklerde uçarlar. Cemal oldukça içten, bir o kadar da beklenmeyen bir anda Yasemin’e evlenme teklifi eder. Seyirci, tam her şey raylarına oturdu demişken aslında ümitsizliklerle dolu bir aşk öyküsü başlamıştır. Eşinin onu aldattığını düşünerek ona şiddet uygular ve ardından pişman olur. Saf aşkı simgelercesine “Sen Aydınlatırsın Geceyi” şiir kitabını sokakta kitap satıcısı bir kadından satın alır ve şiiri ezberler, ancak eşine tamamını okuyamaz. O kadın da beklenmedik şekilde hayatına girmiş olur. Sonrasında ise o kadınla yakınlaşarak daha büyük bir hata yapar ve daha çok pişman olur. Bu sefer Yasemin’le birlikte mutluluktan birlikte uçamazlar çünkü Yasemin, Cemal’in ellerinin arasından uçup gitmiştir. Bu aşamada Erikson’un 8 yaşam evresinden olan genç yetişkinlik evresinde bulunan Cemal, bu dönemin ego gücü olan sevgiye sahip olamamış, temel patolojisi olan dışlayıcılığı çevresine karşı gerçekleştirememiştir. Bu da Cemal’in “Nasıl sevebilirim?” sorularını cevapsız bırakmıştır.
Son olarak da filmdeki ana duygu olan hüzün ve endişe duygusunun karakterleri nasıl tetiklediğine bakalım. Bu filmde, duvarların ardını tüm çıplaklığıyla görebilmesine rağmen en yakınındakilere güvenemeyen bir Cemal var. Parmaklarıyla ateş edebilen ancak bu gücü istismar edilip de tetikçilikten para kazanmaya çalışan “bizim oğlan” var. Elleriyle insanlara, cisimlere yön verebilmesine rağmen sığındığı adamdan ve çevresinden psikolojik, fiziksel şiddet gören Yasemin var. Ahlaksızlığın simgelendiği arazide gökten yağan taşlar var. Horney’in nevrotik ihtiyaçları açısından bakacak olursak da bu kasabada yaşamı dar sınırlar içinde tutmaya yönelik nevrotik ihtiyaca sahip insanlar var. Dikkat çekmeden, ikinci planda yaşayan, dertleri kelimelerinden büyük olan insanlar var. Bunun en somut örneği de Cemal’in ilkokul hayatını son derece başarı ile bitirip Bornova Anadolu Lisesi’ni kazanmasına rağmen bu küçük ilçede kalıp berber dükkânını işletmeyi tercih etmesi olarak gözlere çarpar.
Her dakikası, her saniyesi düşünmeye sevk eden bu filmin Türkiye sineması için oldukça önemli bir yer tuttuğunu ve hüzün ile mizahın ince dokunuşlarla seyirciye işlendiğini söylemekte fayda var. Onur Ünlü’nün piyasaya, sermayeye ve sinema salonlarına isyan ederek genel dağıtıma vermediği bu güzide filmi izlemiş ve izlemeye koyulan herkese yürekten “iyi seyirler” diliyorum.
MİNE TEKİN
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ
Aday Psikolojik Danışman