Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Kaçamak İlişkiler – Kitap İnceleme – Psikolektif + – Sayı – 27

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Yazar Adı: Esther Perel

Yayınevi: Bilge Karakuş

Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2022

Sayfa Sayısı: 315

Esther Perel, Polonya asıllı Holokost’u yaşamış bir ailenin kızı olarak yetişmiştir. Kendisi bir psikanalisttir. Dengeyi koruyabilmek adına “erotik zekâ” kavramını kullanmasıyla bilinmektedir. Bu kavram zira dünya düzenini tersine çevirmek olarak tanımlanmaktadır.

Kaçamak ilişkiler içerisinde olan birçok kişiye sorulsaydı çeşitli gerekçelerle evlilik dışı ilişkilere yöneldiklerini söylerlerdi. Ancak başta gelen cevaplardan biri “ilişkilerini korumak için” başka bir partnere yöneldikleri olurdu. Yazara göre başlangıçta “koruma” niyet olarak partnerlerce tam olarak anlaşılmasa da süreç içerisinde rollerin ve sorumlulukların etkisiyle ilişkilerde farklı dengeler yaratabilmektedir. Çünkü evlilik kurumu güvence ve ait olma üzerine kurulu bir anlaşmayı temsil etmektedir ve bu anlaşmanın ihlal edilmesi dengeleri çalkalamakla beraber gelişime kapı aralayabilmektedir. Tıpkı travma sonrası büyüme kavramında görüldüğü gibi aldatma benzeri yaşamsal krizler atlatan çiftler de sistemlerini gelişme ile dengeleyebilmektedirler.

Tarih boyunca evlilik kurumu toplumsal cinsiyet rollerinin pratik icra alanı olagelmiştir. Cinsiyet rollerinin gelişmesiyle kadınlar özgürleşmekte, bu durum farklı çehrelerden olgular doğurmaktadır. Toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını belirgin oranda aşabilmesine karşın modern çağın aşk söylemleri zaman zaman ilişkilerin yanlış yorumlanmasına da neden olmaktadır. Sonuç olarak bir başka açıdan bu durum; partnerlerin toplum tarafından kendilerine atfedilmiş rollerden ayrışıp bizzat kendileri için oynadıkları bir alana dönüşmüştür. Örneğin modern söylem aşka yüce bir anlam atfeder: Sonsuzluk. Çiftler yaşadıkları yoğun duyguların bir süre sonra dinginleşeceğini hesaba katarak hareket etmezler, hep şu anda hissedecek gibi devam edeceklerini düşünürler. Ve bu söylem yeni ailelerin kurulmasına teşvikte de bulunmaktadır. Çünkü bu söylem kadınlar daha çok iş hayatına girdikçe düşen evlilik oranlarını dengelemek bağlamında gerekli görülmüştür. Başka bir yandan da evliliklerdeki en köklü değişimin emaresi olarak yeni kurulan ailelerin sadece doğurganlık için değil karşılıklı ilişki kurmak için olabilmesi sonucuna çıkmaktadır.

Özetle kitapta eleştiri getirilen nokta insanlığın bireyselliğine eşlik ararken, bir ve aynı şeymiş gibi ben ile ilişkisel olanı birleştirmesidir. Bu noktada daha temel psikoloji kuramlarından yararlanmak gerekirse, bebekler “ben” ve “ben olmayan”ı öğrenmeye başladıklarında 0-1 yaş arasındadırlar. Bu ayrışma M. Klein’a göre bebeklerin kendilerini anne memesinden ayrı düşünebilmeleriyle gerçekleşen bir süreçtir. Ancak Klein’ın bebeklikte gerçekleştiğini iddia ettiği ayrışma daha kolektivist kültürlerde gizil görüngülerle ortaya çıkabilir. Toplumumuzda bireysellik; yaşam alışkanlıkları bağlamında gelişse de tam olarak gerçekleşmesi daha çok ekonomi ile ilintilidir. Dolayısıyla psikolojik danışma eğitiminde benlik gelişimine daha çok önem verilmesinde; “bana dokunan ben” deneyiminin vurgulanması gerekmektedir. Bebekler ilk kez aynaya baktıklarında kendi beden parçalarını bütünlemeyi öğrenirler. Bu Lacan’ın görüşüdür. Öte yandan Winnicott’a göre bu deneyimin temeli “bana dokunan el” ve “bana dokunan ben” ayrışması ile şekillenmektedir. Bu ayrışma sürecinde yeterince iyi ebeveynlik almamış bebekler; şımartılmış ve ihmal edilmiş olabilir, benlik gelişiminde zorlanabilirler. Bu süreç, kadınlara ve erkeklere toplumsal beklentilerle birleşince “ilişkilerde üçgen kurma” dediğimiz aldatma eğilimine neden olabilir. Bu beklentiler: “Erkekler daha çok aldatır.” veya “Aldatmayan erkek tam bir erkek değildir.” gibi ataerkillik içeriyor da olabilir. Bu yanlılık gerçeği yansıtmamaktadır. Her iki cinsiyet için de aldatılan partnerde uyanan etki; çok temelde, ahlaki boyutu da atlarsak: “Biz böyle anlaşmamıştık.” ifadesinde yatmaktadır. Partnerler; birbirlerinden beklentilerini doğru tahlil etmeden ve bu beklentilerin ortaklığı üzerinde anlaşmaya varmadan başladıkları ilişkilerde mutsuz olabilmektedirler.

Sonuç olarak hedonik bir koşu bandı olarak da düşünebileceğimiz tüketim kültürü ilişki piyasasında da bir yer edinmiştir. Reklamlar ise birçok kişide merak uyandırmakta; bu merakın ahlaken kirli bir merak olması da utanç duygusuyla sonuçlanmaktadır. Bu kısım öyküsel terapi bağlamında açıklanabilir. Öyküsel terapide mottoların yerine yeni ve daha esnek hikayelemelere alan açmak vardır. Aldatmanın tabulaştırılması yerine her iki partnerin de bunu açıkça yeniden çerçevelendirilmesi bu nedenle işlevsel görünmektedir. Utancın kendi kendineliğinin yanı sıra suçluluk karşı tarafta yarattığımız acıdan kaynaklanan empatik ve ilişkisel bir karşılıktır. İhanetin ertesinde vicdan azabına yol açan suçluluk duygusu, esaslı da bir onarım aracıdır.

Kitaba İlişkin Kişisel İzlenimlerim

Kitabı çok eleştirel bir noktadan okudum öte yandan ihtiyaç duyduğum noktaları değerlendirirken insanlar hakkında iyimser ve karamsar olmayı düşünmenin yanı sıra birey hakkında da düşünmenin anlamlı olacağı sonucuna vardım. Aldatma konusunda aşırı genellemelerden uzaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Cinsiyetler bağlamında yorum yapacak olursam; kadınlar duygularını ifade etmeye daha çok alan bulabilirler, erkeklerse daha az. Ve eklemek gerekir kaçamak ilişkiler tek kişilik teşebbüslerken; birliktelik ve anlam oluşturmak ortak bir girişimdir. İlişki sonlandırma yapılacaksa da bu sorumluluk duygusuyla, olgunca, özenle ve net olarak yapılmalıdır.

Elif GÖK

Uzman Psikolojik Danışman