Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

BLACK SWAN/Siyah Kuğu Film İncelemesi – Psikolektif + – Sayı – 2

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Film incelemesi spoiler içermektedir.

Mükemmellik için yaşamak ve alkışlarla ölmek… Siyah Kuğu, mükemmellik takıntısının bir insana neler yaptırabileceğini, mükemmellik uğruna ölünebileceğini çarpıcı bir biçimde sergiliyor. Filmde, Nina Sayers’ın Swan Lake balesinden Swan Queen rolünü almaya çalışması ve bu rol uğruna yaşadıkları anlatılıyor.

Hayatı baleden ibaret olan ve bu konuda hastalık derecesinde mükemmelliyetçi Nina’nın, tekniği mükemmel fakat ruhu eksiktir. Nina idealize ettikleri uğruna her şeyi yapacak, akıl sağlığını kaybedecek kadar hırslı ama bir o kadar da çekingen, kırılgan ve sosyal korkulara sahip, çelişkili bir karakterdir. Bunu filmin büyük bölümünde sürekli kısık sesle konuşmasından, kimseye karşı kendini ve isteklerini savunmamasından, çok istediği rolden bile hocasının ilk direncinde vazgeçmesinden anlayabiliriz. Fakat içinde aynı zamanda şiddetle baskıladığı bir siyah kuğu barındıran Nina; bu rolün, rolün duygusunu ve hakkını vermesini isteyen hocasının, mükemmellik isteğinin ve annesinin baskısını kaldıramayarak paranoyak ve şizofrenik belirtiler göstermeye başlıyor.

Nina’nın annesi bir kontrol bağımlısı. Nina’nın tüm hayatını kontrol ediyor. Nina’yı istediği zaman soyup vücuduna bakabiliyor, kendine zarar verdiğinden şüphelendiğinde zorla tırnaklarını kesip ona omuzları kapalı kıyafetler giydirebiliyor. Banyoda ve Nina’nın odasında kapı kilidi yok. Yani anneye karşı hiçbir sınır ve Nina’nın hiçbir özgür alanı, mastürbasyon yapacak mahremiyeti bile yok. Nina, annesinin karşısında adeta söz hakkı olmayan küçük bir kıza dönüşüyor. Bunun yansımalarını, Nina’nın pembe ve oyuncak dolu odasında, her zaman pembe tonları giymesinde görebiliyoruz. Sonuç olarak hiç arkadaşı olmayan Nina’nın annesi ile sağlıksız bir yakınlığı olduğu ve ona korkulu kaçınmacı bağlanma ile bağımlı olduğu anlaşılıyor.

Yetişkin olan kızının bedenine bile saygı duymayan bir annenin zaten onun karakterine, isteklerine saygı duymadığı, bütün varlığını ve hayatını kontrol ettiği net bir biçimde görülüyor. Aynı zamanda yeterince açıklanmasa da annenin odasındaki aynı tarz portre çizimlerinden ve bazen ağlayarak resim yapmasından onun da açıklanmayan bir problemi ve takıntısı olduğu anlaşılıyor. Filmde açık bir şekilde baba figürünün eksikliği, annenin sorunlarını kızına yansıtmasını ve onun üzerinden kendi yarım bıraktığı bale kariyerini idealize ederek tekrar yaşamasını kolaylaştırıyor.

Bu duygusal istismar faktörleri Nina’yı; kontrol bağımlısı, ödülü de cezası da uçlarda olan ebeveynlerin çocuklarında görülebileceği üzere hastalık derecesinde mükemmelliyetçi ama bir o kadar da kendi pembe cam fanusunda yaşadığı için dışarıdan gelebilecek en ufak bir tehdide karşı çekingen ve kırılgan hale getiriyor. Kendi vücudu ile bile barışık olmayan Nina annesi tarafından bu şekilde baskılandığından bütün düşünce ve duygularını da bastırıyor. Bu gerginlik ve annesi yokken de kendi kendini kontrol etme mekanizması, vücudunda kas sıkışmaları gibi psikosomatik tepkilere yol açıyor.

Nina’nın öğretmeni Thomas Leroy, Nina’nın içindeki siyah kuğuyu ortaya çıkarmak için öğretmen-öğrenci ilişkisini aşarak Nina’nın zayıf noktalarını (bedeniyle barışık olmamasını, cinselliği) kullanarak duygularını suistimal ediyor. Nitekim Nina Thomas’tan etkileniyor ve onun eksiklerini sürekli yüzüne vurarak kurduğu baskı stresini arttırıyor.

Nina’nın baş edemediği stresleri, idol olarak gördüğü Beth’in bir daha dans edememesine sebep olacak bir kaza geçirmesi üzerine patolojik bir hal alıyor. Zira Beth onun gözünde mükemmelliği temsil etmektedir ve bu mükemmelliğe her an yakın olabilmek için Nina onun ruj, törpü, parfüm gibi eşyalarını çalacak kadar ileri gitmiştir. Özendiği ve kıskandığı insanın bu duruma düşmesi, kendi yerinde gözü olduğunu düşündüğü Lily’nin ortaya çıkması ile beraber Nina’da Beth’in durumuna düşme paranoyası başlatıyor. Bu Nina’nın sanrılarını çoğaltıyor.

Lily, hayatı içinden geldiği gibi yaşayan özgür bir kız olarak, aslında Nina’nın içindeki siyah kuğuyu temsil ediyor. Nina kendi yapmak isteyip de yapamadıklarını Lily üzerinden sanrılar görerek yaşıyor. Nina, duygularını ancak uyuşturucu alarak serbest bırakabiliyor, süperegosunun konuşması haline gelmiş olan annesine ancak o zaman karşı çıkabiliyor. Bu siyah kuğunun taşıdığı duygular aslında Freud için id, Jung için gölge (shadow) olan yıkıcı bir güçtür. Ve bu güç; oyun akşamı, paranoyaları sonucunda sanrılarından birinde Lily’i öldürmesiyle tamamen serbest kalıyor. O andan sonra siyah kuğu olmasının önündeki tek engel ortadan kalkmış gibi, yıllardır bastırdığı duygularını serbest bırakıyor ve içindeki kötülüğe teslim olmuşken harika bir performans sergiliyor. Aslında kendisi belki de çift kişilik derecesinde içinde siyah ve beyaz kuğuyu barındırdığından kendi kendini yaralıyor ve oyunun son sahnesindeki beyaz kuğunun ölümü gerçekte kendi ölümü oluyor.

Hayatta bir şeyler hissedebilmek ve kontrolü elinden bırakmak için kendini öldürmek zorunda kalan Nina hayal ettiği mükemmelliğe ulaşmış bir şekilde alkış sesleriyle gözlerini yumuyor.

Feride Zeynep SAYIN

Yeditepe Üniversitesi/Aday Psikolog