
Yaşam bir oyun mudur? Yaşam oyun olarak kabul edildiğinde gerçekliğinden ne kaybeder? Yaşamak biraz da oyun kurmak mıdır yoksa oynarken mi yaşarız? Oynamak ve yaşamak arasındaki fark nedir örneğin? Uzun zamanlardan beri çeşitli disiplinlere ve diyaloglara konu olan oyun metaforuna birçoğumuzun bildiği üzere Oğuz Atay’ın eserlerinde sıkça rastlarız. Ortaya koyduğu birçok eserinde yaşam biçimleri oyun oynamak olarak ifade edilen karakterlerle karşılaşırız. Bu yazıyı yazmaktaki niyetim; saydığım sorulara bir yanıt bulmak ve bu metaforu bir nihayete erdirmek değil elbette, yaptığım literatür taraması ışığında, yaşam ve oyun benzerliğini, yaşam içerisinde oyunun ve oyun içerisinde yaşamın yerini tartışmaktır.
Oyun, hür iradeyle razı olunan ancak tamamen emredici kurallara uygun, belirli zamansal ve mekânsal sınırlar içerisinde gerçekleşen, bir amaca sahip olan, gerilim ve sevinç duygusu ile alışılmış yaşamdan farklı olma bilincinin eşlik ettiği bir etkinliktir. İnsanın varlığıyla beraber var olmaya başlayan oyun, temelde insanın kendini ve yaşamını ilk kurgulayışı olarak ifade edilebilir. İlk andan itibaren oyun, insanın kendini ve dünyayı anlamlandırma sürecine ev sahipliği yapmıştır (Öksüz, 2017).
Oyun için konulmuş olan ve uyulduğu için geçerli sayılan kurallar, belirli bir süre ile sınırlanmışlık ve oyundan başka bir gerçeklikle temasta bulunmama olanağı; oyundan olağandan daha fazla keyif alabilmeyi, oyunla rahatlatıcı bir şekilde vakit geçirmeyi mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda oyun, gerçek hayatı süsleyip onun boşluklarını doldurabildiği için vazgeçilmez bir niteliğe bürünebilmektedir; gündelik hayatın içerisinde bir mola, bir rahatlama aktivitesi olarak tekrarlanabilir (Öksüz, 2017). Ancak bu yazıda değineceğim nokta, oyunun günlük yaşamın rol ve sorumluluklarından kaçmayı sağlayan rahatlatıcı bir eylem olmaktan daha derin bir anlama sahip olabileceğidir.
Oyun kavramının en bilinen kuramcılarından olan Huizinga, norm olan her şeyin başlangıcında oyunun yer aldığını ifade etmektedir. Örneğin; ona göre günlük yaşam içerisinde yer alan ritüellerimizden olan ibadetler, kutsal oyun içerisindedir. Şiirin oyundan doğduğunu ve oyunsal biçimler sayesinde var olmaya devam ettiğini ifade etmektedir. Müzik ve dans, saf oyun olarak var olmaya başlamışlardır. Bilgelik ve bilim, ifade biçimlerini kutsal yarışma oyunlarıyla şekillendirmişlerdir. Hukuk, toplumsal oyundan bağımsızlaşarak var olmak durumunda kalmıştır. Nihai olarak, kültür ve kolektif yaşam başlangıçta oyun olarak oynanmış, oyundan doğup bağımsızlaşmamış, oyunun içinde ve oyun olarak var olmaya devam etmiştir (Huizinga, 2018). Oyun ve yaşam ilişkisinde ise oyun, kültürün içinde, kültürden önce var olan, kültüre eşlik eden bir olgudur; kültür ilk aşamalarından itibaren bir oyunun çizgilerine sahiptir, oyun biçimleri altında ve oyun ortamında gelişir (Buzcu, 2014). Bir başka ifade ile Huizinga, bugünkü yaşamımızın ve yaşam koşullarımızın başlangıcında oyunun olduğuna vurgu yapmaktadır.
Huizinga’ya göre oyun; heyecan, sevinç, ritim ve güldürü ile bir arada bulunur; gündelik hayat içerisinde, belirli bir mekan ve zamanda varlığını sürdürebilir. Oyununun devam ettiği esnada devinim, gidiş gelişler, birbiri yerine geçmeler, bağlılıklar ve ayrılıklar gözlenir. Gündelik dünya içerisinde gerçekleşen eylem, var edilmiş geçici bir dünyanın tanıklığıdır; yaşamsal krizlerin karmaşıklığı içerisinde koşulları kolaylaştırıcı şekilde var olabildiği için cazip bulunmaktadır. Spontane şekilde gerçekleşen oyunun kurallarına uyulmaması durumunda ise oyunbozan(lar) oyundan atılır (Huizinga, 2018). Bu noktada oyunun, ciddiyetin karşıtı gibi görünse de aslında çok ciddi bir boyuta sahip olabileceğine değinmek gerekmektedir. Her ne kadar rahatlatıcı bir meşguliyet olarak gözükse de oyun düzenli olarak tekrarlandığında, hayata eşlik eden, onu süsleyen, onun boşluklarını dolduran ve böylelikle vazgeçilmez hale gelen bir görev üstlenebilmektedir (Akdoğan, 2019). Buraya kadar, oyunun bahsedilen özellikleri bize neyi hatırlatmaktadır? Belirli zaman ve mekanlara sıkıştırdığımız, farklı roller benimsediğimiz, bağlanıp ayrılmayı deneyimlediğimiz, birilerinin yerine geçtiğimiz, birilerini bir yerlere koyduğumuz nedir? Kendi yaşamımız. Buradan da anlayacağımız gibi oyun, yaşamdan kaçmanın bir yolu olmaktan ziyade yaşamın ta kendisi de olabilir. Nasıl yaşamaya başlamanın temelinde oyunun var olduğu vurgulanmaktaysa, yaşamaya devam etmenin de oynamaya bağlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki oynarken, kendimize ve dış dünyaya ne kadar gerçeğiz?
Bu noktada Oğuz Atay’a dönecek olursak, yazarın Oyunlarla Yaşayanlar adlı eserinde her şeyin oyun olduğu, yaşamın oyunla tarif edildiği, algılandığı, oyun çeşitlemeleriyle geliştiği ifade edilmektedir. Eserde oyunla yaşam iç içe geçmiş, oyunun nerede sonlanıp yaşamın nerede başladığı belirsizleşmiştir ve yaşam, zaman zaman oyun gerçeği ile kesintiye uğramaktadır. Eserde toplumsal yaşam, tamamıyla kötü bir oyun olarak tasvir edilir. Bu senaryoda yaşama dahil olamayan oyun kişileri, sığ buldukları dünyayı dışlayarak ve onun yozluğuna kapılmadan yaşayabilecekleri oyun dünyaları kurgular; kendi umutlarını bu kurmaca dünyada var etmek isterler (Tüfekçi, 2006). Atay’ın eserlerinde ısrarla bu konuyu ele almasının ise, bir bakıma toplumsal ve bireysel olarak üzeri örtülmüş gerçekleri gün yüzüne çıkarma amacından kaynaklandığı düşünülmektedir. Özetle Oğuz Atay için yaşam, insanların tasarladığı bir oyundur. Oyunları bazen bireyler kendileri, bazen de dış faktörler tasarlamaktadır. Çoğu zaman farkında olmadan tasarlanmış bu oyunları oynarız (Pekman, 2003).
Bunları bilmek bize ne katkı sağlayacak? Bu yazı, yazanın ve okuyanın hayatında nereye temas edecek? Bunun anlamı, her zaman olduğu gibi kişiye özel kalacak. Ancak kendimizi kendi yaşamımızda figüran gibi hissettiğimiz dönemlerde, oyunda nasıl konumlandığımızı ve oyunun tasarlanmasındaki payımızı fark etmek bize iyi gelebilir. Var olmaya devam ettiğimiz hayat içerisinde, aslında hala oynuyoruz. Koyduğumuz kuralların farkına varmaya, gerçeklikle dengeyi bulabilmeye çabaladığımız oyunların bize sunduğu anlamları fark edebilmemiz, belki de bu oyuna dahil olmaktaki en kritik görevimizdir.
Onur İbrahim ATAY
Psikolojik Danışman/ Yüksek Lisans Öğrencisi