
Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler…
der Orhan Veli Kanık ( Kanık, 2016, s. 122). Yalnızlık insanların yaşamları boyunca en azından bir defa deneyimlediği durumlardan biridir. Kavramın algılanışına göre insanlar üzerinde farklı etkilerinin olduğu yapılan bilimsel çalışmalar ve açıklamalar ile desteklenmektedir. Bireylerin özellikle modern çağda yalnızlık olgusu ile karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir (Karakuş, 2019). Yalnızlık ve iyi oluş kavramları birbirlerini etkilemeleri bakımından önemlidir. Kavramlar arasındaki ilişkiye geçmeden önce, bahsi geçen kavramların ne anlama geldiğini netleştirmek çalışmanın anlaşılırlığına katkı sağlayacaktır.
İncelenen alanyazında yalnızlığın genellikle olumsuz bir anlamı karşıladığı görülmüştür. Araştırmalar sırasında yalnızlık kavramı ile birlikte adı geçen ve sıklıkla karıştırılan birtakım ifadelerin de bulunduğu gözlemlenmiştir. Tek başınalık, yalnızlık algısı, yalnızlık tercihi, izolasyon bu kavramlara örnek gösterilebilir. Yalnızlık durumu karmaşık, kişiyi geliştirici ve engelleyici yönleri içinde barındıran bir olgudur. Dolayısıyla kavramın anlaşılırlığı her iki yönünün de açık bir şekilde belirlenmesi ile gerçekleşecektir (Erpay, 2017).
Sosyal ilişkilerin sayısı ve niteliğinin bireyin beklentilerini karşılamadığı durumlar beraberinde yalnızlığı getirmektedir. Bu ifadeden yola çıkarak bireylerin çevrelerindeki kişi sayısının çokluğunun bireyin kendisini yalnız hissetmesine engel olamadığı sonucuna ulaşmak mümkündür. Halk arasında kalabalıklar içinde yalnız kalmak olarak söylenen söz bu durumu betimler niteliktedir. Dolayısıyla yalnızlık bireylerin fiziksel bir ortamda kendi başına vakit geçirme veya kalabalık bir çevrede başkalarıyla herhangi bir etkileşimde bulunmama durumlarını da içerebilmektedir (Seçim vd., 2014; Karakuş, 2019; Çelikbaş, 2020).
Özellikle son yüzyıl içerisinde değişen yaşam koşullarından dolayı bireyler yalnız ya da tek başına yaşamaktadırlar. Ancak yalnız yaşamanın yalnız hissetmek anlamına gelmediğini belirtmek gerekmektedir. Yalnızlığın nedenleri göz önünde bulundurulacak olursa bireyin yalnız hissetmesi için tek başına olmak yeterli bir neden sayılmamaktadır. Ancak sosyal çevre olmadığında ya da ihtiyaç duyulan belli bazı sosyal ilişkiler olmadığında yalnızlığın ortaya çıkacağını da unutmamak gerekmektedir.
Literatür incelendiğinde yalnızlık; bireyin diğer kişilerle gerçek bir ilişki kuramadığını, reddedildiğini, yanlış anlaşıldığını, toplumla bağlarının koptuğunu, bağlanma figürünün yokluğunu, sevilmediğini, anlaşılmadığını hissettiğinde ve sosyal ilişkilerinin yok olması ile ortaya çıkan bir yaşantı olarak tanımlanmaktadır (İmamoğlu, 2008; Güler, 2017).
Yalnızlığın bireyler üzerinde bıraktığı etkilerin bilinmesi onun bireylerin iyi oluşlarına olan etkisinin daha net anlaşılmasına destek olacaktır. Yapılan araştırmalarda yalnızlığın bireyleri fiziksel sağlıklarından sosyal ilişkilerine ve duygusal durumlarına kadar pek çok alanda etkileyebildiği görülmüştür. Alanyazında yalnızlık kayıp duygusuna benzetilmektedir. Bu kaybetme kişilere acı verir. Bir sevgiliyi, bir yakın arkadaşı, bir aile üyesini ya da değer verilen bir şeyi kaybetme sonucunda yalnızlığın korkutucu ve insanı bunalıma sürükleyen yönü kendini gösterir. Bu durumda kişi yalnızlığı kendine bir araç olarak kullanıp tekrar yenilenmek yerine, daha da çöküntüye odaklanabilir. Anksiyete, depresyon ve intiharla ilişkili görülen yalnızlık hali, hastalıklara karşı düşük bağışıklık, alkol ve madde kullanımı, kardiyovasküler bozukluklar ve uyku bozukluğu gibi problemlerle de ilişkili görülmüştür. Yalnızlığın kişinin kendisini küçük görmesine ve aşağılamasına neden olan yanı ise, kişinin başka kişilere, olaylara karşı da olumsuz duygular geliştirmesine sebep olur (Kızılgeçit, 2011; Galioğlu, 2014; Derdiyok, 2015; Yüksel, 2015; Erpay, 2017).
Yalnızlığın bireyler üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkilerin yanında tercih edilen yalnızlığın bireylerin yaşamlarına bazı olumlu etkilerinin olduğu da bildirilmektedir. Varoluşçu yaklaşıma göre kişi, yaradılışı gereği yalnız olduğu için er ya da geç yalnız kalacaktır. Kişinin kendini özgür ve bağımsız kılabilmesi için etrafındakilerden ayrılması gereklidir ve bu yaklaşıma göre yalnızlık pozitif bir durum olarak göze çarpar (Yalom, 2000; Güler, 2017). Kişi için üretkenliğin ve yaratıcılığın yolu ve kişisel olgunluğa ulaşmanın yöntemi yalnızlık olarak görülmektedir. Çünkü birey ancak tek başınayken gerçekten kendi doğası üzerinde düşünüp hakikat arayışına girebilir (Erpay, 2017; Karaca, 2019). Geçtan (1998) ise yaratıcı karaktere sahip bazı insanların kimi zaman tek kalmak veya çalışmak istediklerini ve güzel eserlerini böyle zamanlarda yarattıklarını düşünür. Tek başına olmanın bir başka faydası, kişinin periyodik bir şekilde kendi düşüncelerini düzenlemesini, geçmiş davranışlarını ve gelecekteki planlarını aydınlatmasını, gelecekteki sosyal ilişkileri için daha sağlıklı hazırlanmasını sağlamasıdır. Bütün bunlar kişinin kendisini yenileme sürecini ifade eder ve bu süreç en iyi tek başına olma ile oluşturulabilir (Güler, 2017). Dolayısıyla yalnızlık kavramını salt olumsuz bir kavram olarak değerlendirmemek gerekmektedir.
Yalnızlıkla olan doğrudan ilişkisinden ötürü iyi oluş kavramının sınırlarının çizilmesi çalışmanın anlaşılırlığına katkı sağlayacaktır. İyi oluş Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “kişinin yeteneklerini kullanabildiği, günlük yaşamdaki stres oluşturan durumlarla baş edebildiği, üretken ve verimli bir şekilde çalışarak topluma katkı sağlayabildiği bir refah durumu” olarak tanımlanmaktadır (WHO, 2004, s. 12).
İyi oluş tek bir bütün şeklinde değil de parçalardan meydana gelen yapı olarak betimlenmektedir. Bu yapının ölçülebilen birkaç boyuttan oluştuğunu ve hepsinin ayrı ayrı iyi oluşa katkı sağladığını ancak hiçbirinin tek başına iyi oluşu tamamıyla karşılamadığı çalışmalarda vurgulanmaktadır. Bir yapı olarak görülen iyi oluşun bileşenleri kendini kabul, diğerleriyle olumlu ilişkiler, özerklik, çevresel hâkimiyet, anlamlı bir yaşam ve kişisel gelişimdir (Alabucak, 2019). Birey olarak önce kendini olumlu olumsuz nitelikleriyle kabul etmek iyi oluşun özünü meydana getirmektedir. Bununla birlikte sosyal bir varlık olan insanın kendisi dışındaki bireylerle de iletişimini sağlıklı bir düzeyde tutması elzem görülmektedir. Sağlıklı düzey ise derin, anlamlı, güvene dayanan ve empatiyi barındıran ilişkiler için söylenebilir. İyi oluşun üçüncü ögesi olan özerklik sosyal baskı ve dayatmalardan sıyrılarak, kişinin içsel bir motivasyonla hareket etmesi ve kendini içsel referanslarıyla değerlendirebilmesidir. Görünüşte ilk iki maddeyle çelişiyor gibi görünse de özerklik kendini kabul ve çevreyle olumlu ilişkilerin tamamlayıcısıdır. İyi oluşa sahip bir birey çevresiyle olan ilişkileri kadar kendi isteklerinin farkında ve seçimlerinin sorumluluğunu alabilecek güçtedir. Çevresel hâkimiyet kavramıyla bireylerin çevresindeki fırsat ve imkânları etkili şekilde kullanmasına vurgu yapılmaktadır (Alabucak, 2019; Özer, 2019). Jahoda’ya (1958) göre, akıl sağlığının önemli bir göstergesi, kişinin anlamlı ve amaçlı bir yaşamı olmasıdır. Dolayısıyla iyi oluş için yaşamda varoluşun bir anlamının olması gerekmektedir. İyi oluş ya da olumlu psikolojik işlevsellik, yukarıda bahsi geçen beş boyutta başarı sağlansa da bireyin bu boyutlardaki başarısını ve potansiyelini arttırmaya devam etmesini gerekli kılmaktadır (akt: Alabucak, 2019).
Alanyazında yapılan çalışmalara dikkat edildiğinde yalnızlık ve iyi oluş kavramlarının birbirleri üzerinde doğrudan etkileri olan kavramlar oldukları görülmektedir. Yalnızlığın olumlu ve olumsuz değerlendirmesine göre iyi oluş etkilenmektedir. Yalnızlık tercih ile gerçekleşmişse bu durum bireylerin kendi özlerini, isteklerini ve kim olduklarına dair kendilerini gözden geçirdikleri bir hale dönüşebilmektedir. Bireyin kendisi ile bağının artmasının iyi oluşa etki edeceğini bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Bunun yanında bireyin çevresi ile olan bağının iyi oluş üzerindeki yadsınamaz etkisini dile getiren çalışmalar da mevcuttur. Örneğin Sullivan’a göre kişilik, insanın sahip olduğu kişiler arası ilişkilerden soyutlanamaz. “Kendi” kavramı ancak diğer insanlarla olan ilişkilerle birlikte ele alındığında anlam kazanır. Onun görüşüne göre insanların ruhsal sorunlarının kaynağı başka insanlar olduğu için onları yine ancak diğer insanlar iyileştirebilir (akt: Geçtan, 1995). Sağlıklı insan gelişimi, bireyin diğer insanlarla yakınlık kurma yeteneğine bağlıdır (Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2013; Özer, 2019).
Sonuç itibariyle yalnızlık, tek bir açıdan değerlendirilemeyecek kadar insan yaşamı için önem taşıyan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan çalışmada yalnızlık ve iyi oluş kavramları arasındaki ilişki şu şekilde özetlenebilir. İnsan yaşamında ilişkilerin sayıca çokluğundan ziyade anlamlı ve öz ilişkilerin bireylerin iyi oluş düzeylerine olumlu etki etmesine ek olarak bireylerin kendilerine ayırdıkları ve bazen toplumdan ve insanlardan soyutlanmayı gerektiren yalnızlığın da iyi oluş düzeyine olumlu katkısının olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Ayşe DOĞAN
Psikolojik Danışman