
Toplumsal yaşamın bir parçası olan insanlar, ilk çağlardan bugüne birçok alanda buluşlara imza atmış, çeşitli çağlardan geçmiş ve ulaşılabilirlik açısından büyük kolaylıklar sağlamışlardır. Çok önceleri dumanla kurulan, duvar yazısıyla kurulan iletişim mektup, telgraf, radyo büyük telefonlar ve sonrasında internet ve teknolojinin çağ atlamasıyla birlikte mili saniyelerle çalışan cihazlara kadar ilerlemiştir. Tüm bu ilerlemelerle, dünya değişmeye ve aynı zamanda hızlı gelişmelere şahit olmuştur. İnsanın her yönünü etkileyen bu gelişim; ekonomi, sosyal yaşam, kültürel değerler, iş yaşamı, eğitim, politika vb. birçok alanda etkisini göstermiştir. Bu etkiler teknoloji ile birlikte ise özel yaşam ve sosyal yaşam arasındaki dengeyi diğer alanlar gibi iç içe geçirmeyi başarmıştır (1).
Bireylerin makro alanları ile mikro alanları yani bir diğer bir deyimle sosyal alan ile özel alan dengesi korumak daha önceki yıllarda çok daha dikkat edilen bir durum olmuştur. Kapalı ve açık tüm kültürlerde bireyin özel alanı (evi, mesafe olarak yakınlığı vb.) dediğimiz alanlar çoğunlukla gizli tutulmaya çalışılmıştır (5). İnsanların artık tüm ortamlara hakim olması, bireylerin ulaşılabilirlik açısından görüntülü cihazlar ile başka kişilerin evlerine kadar girmeleri, bununla birlikte Google Earth gibi Google Wiev ve Google Live gibi çeşitli araçlarla canlı konum takip ve izleme yapılabilir duruma gelmesi bu sınır ihlallerini, teşhiri açık hale getiren durumlardan biri olmuştur (6).
İnsanların daha geniş yaşama alanı olan sosyal alanlardaki sınırı ise kendi belirlediği, başkalarının alanını ihlal ettiği sınırlara dönüşmeye başlamıştır. İnsanların kendi sınırlarını çizerken sadece kendileri yaşıyormuş gibi davranması bir diğer deyişle empatiden uzak bir tavır sergileyip benmerkezci tutumla yaklaşmaları yaşanılan toplumdaki kültürel yozlaşma ve sınır geçirgenliğinin net bir göstergesi olmuştur. “Sosyal ortamların anlamını bilmeyen, komşusunu rahatsız edercesine gösterilen tutumlar, evcil hayvanının çevreyi pisletmesini doğal ortamı diye gören, bu konuda bir poşet almayıp bu davranışı bilinçsizce savunan” insan davranışları oluşan bu açık kültürün ve baskıcı gibi görünen ancak olması gereken mahremiyet sınırlarını aşan bir duruma kadar gelmiş ve daha da artmaya devam etmektedir (7).
Sosyal medya araçları ise bu mahremiyet ve gizliliğin önündeki en büyük engellerinden birini oluşturmaktadır. İnsanların toplumsal yaşamda var olmalarını gösteren işitsel, görsel gibi kullanım araçları olan sosyal medya araçlarının iyice yaygınlaşması, insanların beden algısı, gittikleri veya yedikleri yerleri paylaşma isteği gibi farklı haz odaklı istekler kameraların insan yaşamına dahil olmasına sebep olmuştur (3). Bu durum da insanların özel alanı olarak kabul edilen evlerinin içine kadar hatta yatak odalarına kadar çektikleri görsellerin, videoların paylaşılmasına neden olmuştur. Bu durumla birlikte bireyler sosyal ortamlara katılma, gezi vb. hobi gibi faaliyetlerini kendi mutlulukları için değil başkalarına göstermek ve paylaşmak adına bir girişimde bulunmuşlardır (2).
Bu sınırların bu kadar dengesizleşmesi, özel alan ve sosyal alan dahil birçok alanda yaşanılan iç içe geçmeler ortaya linç kültürüne çıkarmıştır. Sosyal medya gücünü kullanma adına manipülasyon kayıtlar, başka kişilerin fotoğraf ve videolarını kullanma, özel sayılabilecek video ve görsellere yapılan fotomontaj vb. değişiklikler ile bireyleri zan altında bırakma, linç girişimi ile toplumun önüne atma, hukuku etkileme ve manevi, psikolojik anlamda yıpratma gibi birçok davranış artmaya başlamıştır. Bunun yanında sürekli insanların izleniyor oluşu, kompleks, obsesyonların artması, sürekli tetikte olma vb. durumları da arttırmaya başlamıştır (4).
Toplumsal yaşamda bu sınırlar bu derece iç içe geçmişken, her kameranın sürekli kayıtta olması, telefonlarda algoritmalardan bizlere gönderilen reklamlar ve tüketim ile beslenen toplumu hem ülkemizde hem de dünyada ciddi anlamda olumsuz etkilemesi önümüzdeki görünmeyen tehlike olarak şimdiden üstümüze gelmektedir. Bu sebeple insanlardan uzaklaşıp hiç paylaşım yapmayan ve bu sınırlara dikkat eden insanlar olduğu gibi tam tersi uçlarda hareket eden insanlar da bulunmaktadır. İki uçun yarattığı ortadaki boşluğu ise iç içe geçen tüm dengesizlikler sarmaktadır. Dolayısıyla bu sınırların yaşadığımız bu çağda daha da iç içe geçmesi beklenirken insanların veya toplumların buna nasıl çözüm bulacağı soru işareti? Yeni olan eskiden bir parça taşısa bile eski hiçbir zaman yenisi gibi olmayacak sözünden yola çıkarsak yeniden daha dengeli bir sınır çizme çabası bizi eskiye nasıl döndürecek merak konusu.
Berk Çeşmeli
Uzman Psikolojik Danışman