
Göç; en geniş anlamda uluslararası bir ülke sınırını geçerek ya da ulusal devlet içinde, sebebi fark etmeksizin insanların yer değiştirdiği hareketler olarak tanımlanmaktadır. Göç otoriter ya da doğal bir zorlanmadan kaynaklanmakta ise zorunlu göç olarak, kişi kendi iradesi ile özgürce yer değiştirdiyse gönüllü göç olarak ifade edilmektedir. Göç eden bireyin göçmen/mülteci olarak tanımlanması aslında göçün ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel bir olgu olduğu kadar bireysel bir süreç de olmasından kaynaklanmaktadır (Erol ve Ersever, 2014). Tarihsel olarak incelediğimizde göçün insanlığın varoluşundan itibaren süregelmiş bir olgu olduğunu gözlemleyebiliriz. Günümüzde insanlar çeşitli sebeplerden hala göç etmeye devam ediyor olsa da, günümüz şartlarında savaş, politik şiddet ve benzeri travmatik olaylar sonucu yapılan göçün evrensel etkilerinden söz etmek mümkün hale gelmiştir (Özcan, 2019).
Göç eden bireyler aslında sadece bir sınırdan diğerine geçmekle kalmazlar, aynı zamanda hayatlarındaki bir dönemi de kapatarak yollarına devam ederler. Savaş, politik şiddet ya da benzeri durum sonrası zorunlu göçe maruz kalmış bireyler sadece evlerini ve bulundukları toplumu değil var olan hayat tarzlarını ve hayatlarını oluşturan birçok dinamiği de kaybetmek durumunda kalmaktadırlar (Okray, 2017). Göç sebebi fark etmeksizin içinde bağlamsal güçlükler bulunduran bir süreçtir, bu noktada göçün istemli ya da zorunlu gerçekleşmesi yalnızca bağlamsal zorluk derecesinin değişmesinde etkiye sahiptir. Yaş ya da cinsiyet fark etmeksizin göç her birey için sarsıcı bir yaşam deneyimi olma riski barındırır. Her birey olumlu ya da olumsuz farklı seviyelerde göç sürecinden etkilenmektedir. Bulundukları bölgeyi sebep fark etmeksizin terk etmek durumunda kalan göçmen bireyler vardıkları yerde nasıl karşılanıyor olursa olsunlar farklı özelliklerde ve buna bağlı olarak farklı derecelerde uyum problemleri yaşayabilmektedirler. Göç eden bireyler fizyolojik ve psikolojik faktörlere bağlı uyum problemleri yaşayabildikleri gibi coğrafik özellikler, iklim gibi faktörlerden dahi etkilenebilmektedirler. Göçmen/mülteci bireylerin motivasyonlarını yüksek tutmaları ve esnek davranabilmeleri başlangıçtaki sorunlarla başa çıkmalarında fayda sağlasa da bazı bireylerde göç öncesi yaşanan ya da göçe maruz kalma durumuna sebep olan travmatik olaylar bireylerde psikolojik rahatsızlıklara ve strese neden olabilmektedir (Gün, 2006).
Göç kavramını psikanalitik açıdan değerlendiren Grinberg ve Grinberg (1999)’e göre göç eden bireyin güvensizliği çaresizlik hissine dönüşür ve birey önündeki fırsatları görüp değerlendiremez hale gelebilir. Kişi diğer insanlara benzeme isteği duyarken bir yandan da bulunduğu yeni kültür tarafından yok edilecekmiş gibi hissedebilir, kendi kimliğini korumaya ve kendini olduğu gibi hissedebilmeye devam etmek ister. Bu yüzden birey yabancılaşma ve duygularda karmaşa yaşayabilmektedir. Yalnızlık, yabancılaşma ile birlikte bireyde anksiyetik ve depresif belirtiler gözlenebilir, bu doğrultuda bireyde iştahsızlık, hazımsızlık, uyku düzensizliği ve baş ağrısı gibi psikosomatik şikâyetler oluşabilmektedir (akt., Ilgar ve Coşgun Ilgar, 2015). Göçün bireyde en temelde bir gruba ait olma duygusunun kaybına ve kültürel yaşamın, geleneklerin terk edilmesine sebep olduğu göz önüne alınırsa göçün yaratabileceği duygusal ve psikolojik etkiler de öngörülebilir. Yeni yerleşilen çevrede var olan kayıplarla beraber tek başınalık hissi, sosyal rol değişimleri, kültürel değerlerin ve normların değişikliği ve belirsizliği ve bunlara bağlı olarak yaşanan kültürel şok, göç eden birey ve gruplarda yaşanan stresi açıklığa kavuşturan böylelikle ruhsal bozuklukları da işaret edebilecek kavramlardır. Göç sonrasında yeni bir sosyo-kültürel çevreye uyum sağlama sürecinin birçok duygusal ve fiziksel tepkilere yol açtığı bilinmektedir (Ilgar ve Coşgun Ilgar, 2015).
Göç eden bireyler yaşadıkları kritik değişim ile birlikte birçok farklı duygu yaşayabilmektedirler. Bireyler gittikleri yerin yabancısıdırlar ve bir yere ait olmama hissi ile birlikte yabancılık duygusu yaşamaya başlayabilmektedirler. Bireylerde hem üzüntülü hem de sevinçli anlarda geride bırakılanların yokluğu düşüncüleri ile yalnızlık duygusu kendini göstermektedir. Ayrıca göç eden bireyler bilinçli ya da bilinçsiz geride bıraktıklarının yokluğunu hissederek boşluk duygusuna da kapılabilmektedirler. Birey şu an yanında olmayan ve geçmişinde kalan her şeyi özleyebilir ve bu özlem artık kimliğinin bir parçası halini alabilmektedir. Göç eden bireyin alışkın olduğu toplumdan ve orada duyduğu güven hissinden uzak olması bir yere ait olamama ve köksüzlük hissine sebep olabilmektedir. Birey geride bıraktığı kişilere ve değerlere karşı suçluluk duyabildiği gibi mutlu olmayı başaramadığı için de suçluluk duyabilmektedir. Ayrıca göç eden bireylerde kişilik sorunları, anavatanındaki değer yargılarını aşağılama, aşağılık duyguları, anadilinin aşağılanması, kuşkuculuk, kırgınlık ve ön yargı geliştirme de görülebilmektedir (Göhler, 1990; Akt., Şahin, 2001).
Birey için oldukça önemli olan göç ile birlikte bireyin yaşantısında karışık durumlar meydana geldi ise kriz ortaya çıkmış olabilir. Bu durumda krize müdahale edilmesi gerekmektedir. Bireyin yaşantısında daha önceden var olmayan, göç ile birlikte ortaya çıkan, psikopatolojik olmayan durumlarda krize müdahale tercih edilmektedir. Krize müdahale için gerek terapötik gerekse koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinden fayda sağlanmaktadır. Kriz içindeki bireyin acil yardıma gereksinimi vardır bu yüzden krizin acil çözümüne odaklanmak gerekmektedir. Krizin en yoğun yaşandığı evrede müdahale daha etkilidir ve krize müdahale psikopatoloji ile uğraşmamaktadır. Krize müdahalede bulunacak psikolojik danışmanın göç eden bireyin geldiği ve vardığı yerler hakkında toplumsal ve kültürel bilgilere sahip olması, bireyin sahip olduğu aile ve çevre faktörlerinin özelliklerini bilinmesi, bireyin duygu durumu, olaylara bakışı ve getirdiği yorumlar gibi değişkenler hakkında bilgiye sahip olması ve tüm bunları psikolojik danışma sürecinde kullanması önem arz etmektedir. Psikolojik danışmanın krize neden olan olayı ortaya çıkarması, danışanın krizle nasıl baş etmeye çalıştığını anlamaya çalışması, danışana niçin krizde olduğunu açıklaması ve danışanın krizi nasıl çözeceğine dair çözüm önerilerini danışanı ile birlikte tartışması terapötik süreç için önem taşımaktadır (Erol ve Ersever, 2014).
Ayrıca sosyal bir varlık olan insanın göç sürecindeki psikososyal uyumunu arttırabilmesi için çevresinden alacağı sosyal desteğin rolü çok büyüktür. Nitekim insanlar gruplar içerisinde, birbirleri ile etkileşim ve iletişim halinde gelişip yaşamını sürdürürler. Bu bağlamda, birlikte yaşama ihtiyacı neredeyse var olduğumuzdan beri bizimle birliktedir. Bir birey olarak var olabilmeyi tamamlamak, ancak diğer bireylerden alacağımız ve diğer bireylere vereceğimiz maddi ve manevi yardımlarla mümkündür. Yardım, yardım edilen birey kadar yardım eden birey için de terapötik bir süreç oluşturmaktadır. Göç nedeniyle travma yaşamış ve yardıma ihtiyacı olan, çeşitli uyum problemleri ve buna bağlı psikolojik ve fiziksel sorunlar yaşayan bireylere yeni bulunduğu toplumda verilecek sosyal destek bireylerin ruh ve beden sağlıklarına olumlu katkılarda bulunacaktır. Ayrıca verilen sosyal destek kültürel uyumu ve toplumsal huzuru besleyen bir kaynak görevi de görmeye başlayacaktır. Tüm bu sebeplerle göçmen/mülteci bireylere ve beraber getirdikleri farklılıklara saygı duymak, onların ihtiyaç duydukları tüm psikososyal destekleri almalarını sağlamak, katılım haklarını güçlendirmek temel bir insani görev olarak görülmelidir (Özcan, 2019).
Sosyolojik ve psikolojik etkileri ile birlikte toplumsal yansımaları da göz önünde bulundurulduğunda göçten en çok etkilenen ve uyum sürecinin öznesini insan olmuştur. Göçün sağlıklı bir şekilde sona erebilmesi için bireyin bulunduğu yere uyum gösterebilmesi gerekmektedir. Aksi halde yeniden potansiyel göçmen/mülteci bireyler oluşmaya başlayacaktır. Bireyin göstereceği uyumda entegrasyon (bütünleşme) önemli bir etkiye sahiptir (Akıncı, Nergiz ve Gedik, 2015). Bütünleşme bireyin hem kendi kültürel kimliğini hem de gittiği toplumun kültürel kimliğini kabul etmesi ve iki kimliği bütünleştirebilmesi anlamına gelmektedir. Bu bütünleşme azınlık ve ana akım toplumların birbirlerinin farklılıklarına saygı duyup, kabul ettikleri ve birlikte yaşama inancına sahip olmaları ile gerçekleşebilmektedir (Saygın ve Hasta, 2018).
Göç eden bireylerin uyumlarını arttırmak için ana akım toplumdaki bireylerin yabancılara karşı önyargılarını azaltmak ve birlikte yaşam kültürünü geliştirmek, göçmen/mülteci bireylerin uluslararası insan haklarına ulaşımlarını sağlamak, göçmenlerin iş bulmalarına yardımcı olacak kanallar geliştirmek, göçmen/mülteci bireylerin sahip oldukları hakları öğrenmeleri ve kullanmaları üzerine bilgilenmelerini sağlamak olumlu etki yaratabilmektedir. Kültürler arası iletişimi güçlendirmek, iletişim problemlerinin önüne geçmek ve farklılıklarla baş etme stratejileri geliştirmek evrensel boyuttaki uyum sorunlarını çözmede fayda sağlayıcı olarak görülmektedir (Akıncı, Nergiz ve Gedik, 2015). Yapılan araştırmalar göç eden bireylerin bulundukları toplumla temaslarının artmasının uyumu güçlendirdiğini göstermektedir. Bu temasın artması için göç eden bireylerin bulundukları toplumun değerlerini bilmeleri gerekmektedir. Toplumun değerlerini öğrenme en çok bulundukları toplumun dilini öğrenmeleri ile mümkün olabilmektedir. Bu doğrultuda göçmen/ mülteci bireylerin dil öğrenmelerini teşvik etmek ve dil öğrenme ortamları sunmak önem taşımaktadır. Sosyokültürel ve psikolojik uyumu güçlendirecek en önemli etkenlerden biri de eğitimdir. Eğitim bireyin bulunduğu toplumun dilini öğrenmesine, konuşma olasılığını arttırmasına ve sosyoekonomik olarak gelişebilmesine imkan sağlamaktadır. Göçmen/mülteci bireylerin yeni toplumu benimsemesi kadar toplumun geri kalanının da azınlık grubu benimsemesi, kabul etmesi ve onlarla temas kurması sosyal bütünleşme ve uyum için oldukça önemlidir (Saygın ve Hasta, 2018). Ayrıca göçmen/mülteci bireylerin sosyal güvenliğini, sağlığını ve toplumsal dayanışmalarını güçlendirmek için çalışmalarda bulunmak ve toplumsal kabullerini arttırmaya yönelik sosyal politikalar geliştirmek gerekmektedir. Göç eden bireyler için yalnızca yardım dağıtma ve alma üzerine girişimlerde bulunmak yerine göç ettikleri toplumla bütünleşerek sorunların çözümleneceği fikrinin ön plana taşınması gerekmektedir (Akıncı, Nergiz ve Gedik, 2015).
Tüm bu bilgiler doğrultusunda göç her bireyin çeşitli sebepler ile yaşayabileceği ve bireylerin hayatında önemli bir etkiye sahip bir olgu olarak gözlenmektedir. Sebep ve birey fark etmeksizin göçün bireyler için getireceği değişimler yadsınamaz birer gerçektir. Göçün psikolojik etkisini de göz önünde bulundursak, göç eden bireylerin yaşayacağı yenilik ve değişimlerin bireyin uyum problemleri yaşamasında risk faktörü oluşturabileceğini söylemek mümkündür. Göçmen/mülteci bireylerde göçün travmatik etkilerinin azaltılması, psikososyal uyumlarının güçlendirilmesi, yaşadıkları ruhsal ve bedensel sorunların iyileşmesi için gerekli desteğin sağlanması önem taşımaktadır. Yeni toplumlarında göç sonrası dezavantajlı durumdaki bireylere toplum tarafından sosyal destek verilmesi hem birey özelinde hem de toplumsal huzur ve barış için önemli bir katkı olarak değerlendirilmektedir. Bireylerin psikososyal uyumlarını sağlamada bireyin bulunduğu toplum ile bütünleşebilmesi de önemli bir faktör olarak görülmektedir. Bütünleşme ise toplumdaki tüm bireylerin birbirlerini kabul etmeleri, benimsemeleri ve birbirleri ile yaşamaya inançlı olmalarından geçmektedir. Göçmen/mülteci bireylerin uyum sorunlarının önüne geçmek ve çözümlerini sağlamak için toplumsal bütünleşme fikrini yaygınlaştırmak ve buna yönelik sosyal politikalar geliştirmek önem arz etmektedir.
Merve Yüksek
Psikolojik Danışman