
Kökenlerini Aydınlanma, rasyonalite ve akıl ideasından alan modernite, siyasi ve iktisadi bakımdan sırasıyla Fransız ve Sanayi devrimleriyle kurumsallaşmış, bireysel, kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasi bir dönüşüm projesidir (Önder Erol, 2016). Modern insanın önemli gündemlerinden birinin de yalnızlık olduğu düşünülmektedir. Rollo May (1997) yalnızlığı günümüz insanının ‘karakteristik özelliği’ olarak nitelemiştir.
Yalnızlık konusuna açıklık getirebilmek, kavramın karmaşıklığı nedeniyle bazı güçlükleri de beraberinde getirir (Geçtan, 1998). “Yalnızlık, insan duygusunun en derindeki gerçeğidir. Yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır.” diyor Paz (akt. Günay, 2008). Herkes öbür insanlara olabileceği ölçüde yakın olmaya çalışırken her insan umutsuz bir yalnızlık içindedir; yalnızlığı giderilmedikçe kurtulamayacağı yoğun bir güvensizlik, huzursuzluk ve suçluluk duygusuna gömülür (Fromm, 1995).
Geçtan (1998 s. 109) ‘İnsan Olmak’ adlı eserinde yalnızlığı insanın tek başına yaşaması biçimindeki somut yalnızlık, kendi toplum grubuna yabancılaşma biçiminde yaşanan yalnızlık, çevresi tarafından itilme sonucu yaşanan yalnızlık, bir insanın çevresiyle ilişkilerini en aza indirmesi ile gelen tercihi doğrultusunda yaşanan yalnızlık ve insanın kendisini anlaşılamamış ve kimsesiz hissettiği gerçek yalnızlık şeklinde farklı ifadeleri olan bir kavram olarak ele almıştır.
Rollo May (1997) yalnızlık ve boşluk duygusunu birlikte ele almıştır, Fromm (1995) insanın yalnızlık bilincinden kaçtığını vurgulamıştır. Erich Fromm’un (1995) bahsettiği umutsuz yalnızlığı yapıcı yalnızlığa dönüştürmenin anlamı nedir veya boşluk duygusuyla yan yana olmayan bir yalnızlık mümkün müdür?
Bu sorunun cevabı Abraham Maslow’dan gelen yorum ile çerçevelenebilir. Maslow incelediği sağlıklı insanlara dayanarak kendini gerçekleştirmiş insanların yakın arkadaşlar edinecek kadar cana yakın olsalar da vakitlerinin çoğunu yalnız geçirmeyi tercih ettiklerini bulgulamıştır (Burger, 2006). Geçtan (1998) da bir insanın kendi tercihiyle ve geçici olarak yalnız kalmasının yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğuracağından, yaratıcı insanın ancak yalnız kaldığında iç dünyasının zenginliklerine inebileceğinden söz etmiştir. Bununla beraber yalnızlık toplumun kültürel değerlerinden doğan bakış açısı ile de ilgilidir. Batı ve doğu toplumları yalnızlığa farklı anlamlar yükleyebilmektedirler. Örneğin inziva batı toplumundaki biri için dayanılmaz olarak görülebilirken doğuda böyle görülmeyebilir. Yine yalnızlık Akdeniz kültürleri gibi bireysel mesafenin dar ve ilişkilerin yakın olduğu ortamlarda genel olarak terkedilmişliği çağrıştırırken batı toplumlarında bireyleşmek, kendi ayakları üzerinde durmak anlamlarına gelir (Yaşar, 2007).
Tüm yapıcı yönü ve varoluşsal anlamı saklı kalmakla beraber kalabalıklar içinde yalnız olma veya doyurucu arkadaşlıklar kuramama durumu da sıkça insanoğlunun gündemine gelebilmektedir. Bu açıdan yalnızlık, yaşanan sosyal ilişkilerin sayı ve sıklığıyla pek alakalı değildir (Yaşar, 2007). Hem yaygınlığı hem de yoğunluğuyla günümüzün yalnızlık girdabının geçmişteki entelektüel ve varoluşsal bir hassasiyet olarak görülen yalnızlıklardan çok farklı olduğunu unutmamalıyız (Yaşar, 2007). Modern öncesi toplumlarda insanlar genellikle aynı mekanda doğar, büyür ve ölürlerdi. Günümüzde ise insanlar doğdukları yerde büyümek, iş kurmak, evlenmek, yaşlanmak, ölmek, aynı mekanda yaşamlarını sürdürmek yerine; hayat boyu okumak, işten işe geçmek, terfi etmek için mekan değiştirmektedirler. Bu durum kişiler arası ilişkileri oldukça zorlaştırmış ve anlık, kısa süreli, araçsallaştırılmış, yüzeysel, biçimsel ilişkilerin yaşanmasına neden olmuştur (Gün, 2006). Şehrin de dönüşüme uğramış olduğu ve eskiden var olan komşuluk, mahalle kültürü ile gelen paylaşımın teknolojinin ve yerleşim şekillerinin dönüşümü ile yerini Sayar (2014)’ün de bahsettiği hız ve meşguliyete bırakmış olduğu gözlemlenmiştir.
Hız ve meşguliyet insan insana alan açan, zaman erimi geniş bir iletişimi kısıtlamaktadır: “yapmak için ayrılan zaman, olmak için ayrılan zamanı yer bitirir” (Sayar, 2014). Şehirdeki hızın var ettiği ‘durmadan yapmak’lar, ‘çok acelem var yetişmem lazım’ lar ve bir başka açıdan şiddet konusunda da ele aldığımız ‘şehirdeki güvensizlik’ (Karasu, 2008) sığ ve resmi suretteki ilişkileri beraberinde getirmiştir: “… herkes konuşuyor ama pek az insan dinliyor” (Sayar, 2014).
Yalnızlık gündem olarak alıntılarda da belirtildiği üzere yüzyıllardır var olsa da özellikle ‘modern’ insanları daha çok meşgul eder görünmektedir. Bu kadar çok iletişim aracının olduğu bir dönemde insan yine de yalnız kalabilmektedir ve bu önemli bir tezattır (Gün, 2006). Modern yaşamın bireyi yalnızlaştırması kaçınılmaz bir olgudur (Kanter, 2011). Etkileşim ve iletişim bireyi mahkumiyetten kurtaran ve “ben”i sosyal bir varlık olarak yaratan, topluma bağlayan ve bireyi daima diğerine referansla geliştiren sosyo-affektif nitelikli bir nitelik taşımaktadır (Armağan, 2014). Birçok yaşamsal zevk ve mutluluk, diğer insanlarla kurulacak ilişkilere bağlıdır ve ne kadar iyi bir iletişim kurulduğuna göre değişmektedir (Matthews, 1993 akt. Batıgün ve Hasta, 2010). Peki yalnızlık ilişkilerin niteliği ile ve bu niteliğin belirleyicisi olan iletişim ile bağlantılı ise ‘modern’ in payı nedir? Belki de bu noktada sorumluluğu bir açıdan yine insan eliyle üretilende yani moderni ayakta tutan en önemli varlık olan teknolojide aramak gerekmektedir.
Prof. Dr. Kemal Sayar’ın da dediği gibi yüz yüze konuşmanın getirdiği duraklamalar, ufak molalarla derlenip toparlanma ihtiyacı sıkıcı ve yavaş algılanıyor ve çok sayıda insanla sığ ilişkiler kurulduğu gibi cep telefonlarıyla daralan öz alanlarla bütünlük duygusundan uzaklaşıp parçalara ayrılınıyor (Sayar, 2014).
Çağın insana kendisiyle uğraşmayı öğütlemekte olduğu düşünülmektedir. Halbuki doyurucu ilişkiler için gerekenlerden biri de özgeciliktir (Doğan, 2017). Modernizm politik, ekonomik yollarla ve içi boş ‘lifestyle’ reklamlarıyla ‘kendin için’, ‘kendine yatırım’, ‘kendi çıkarların’ mesajlarını veriyor görünmektedir. Bu mesajların içeriği yüzünden toplum ‘Hemhal olma’ ve ‘diğergamlık’ a duvar örmekte ve dizilerdeki çarpık ilişkiler ile medyada afişe edilen güç vurgusunun da bu duvarı kalınlaştıran nitelikte olduğu düşünülmektedir.
Yine de sadece modernizmin etkisi düşünülerek takılan gözlükle olumsuz dış faktörlere fatura çıkarmanın hem kişisel sorumluluğu görmemeye hem de yalnızlığın getirdiği kayıpları sürdürmeye neden olacağı düşünülmektedir. Modern olumsuzluklarla yaşansa da yaratıcı bir yalnızlığı iç dünyamızda var ederken doyurucu ilişkiler kurabilmenin mümkün olduğu umulmaktadır.
Sena Kübra Çataloğlu
Uzman Psikolog / Psikolojik Danışman