
“Bütün başlangıçlar zordur” diyor; Max Horkheimer. Merkezden uzak bir taşrada yaşama başlamak gibi. Taşrada yaşamak “insanları mahdut, seması mahdut” sessiz, kıpırtısız bir dünyada yaşamaktır. Gözlerinizi sorumluluk ile açar zorluklar ile yolunuza devam edersiniz. Zorluklar sizi güçlü olmaya mecbur bırakır ve kimse size bu kadar güçlü olmaya hazır olup olmadığınızı sormamıştır. Hayat sizi güçlü olmaya mecbur bırakmıştır.
Çocuk deyince hayaller gelir ya akla hep kanatlanıp uçmak, gökkuşağından kaymak, sihirli güçlere sahip olmak gibi. Taşrada hiç böyle hayallere rastlamadım. Tüm çocukların hayalleri ‘‘büyümek’’. Büyümek ve gidebilmek. Çünkü hepsi sınırların farkında. Sınırları aşmak ve kendi dünyalarına ulaşmak istiyorlar. Kendi dünyalarında var olabilmeleri için tek şansları iyi bir eğitim alabilmek. Bu yüzden taşrada çocukları ayaz, soğuk sınıf, okulun uzak yolu yıldırmaz. Semasına renkli pencereler açan okulun zorlu yollarını severek gelir. Soğuk sınıfını ısıtan sıcak anılarını, arkadaşlıklarını bilir de gelir. Okulda biraz olsun hayatın ona yüklediği sorumluluklardan uzaklaşıp hayaller kurabilir. Kurulan küçük hayaller büyür de o taşrayı en renkli hayat haline getirir yıllar sonrasında. Öncesinde bu hayaller çocuklara da garip gelir. Hayal kurabilmek için gerçeklikten kopamamıştır şimdiye dek. Kendi küçük olmasına rağmen büyük sorumluluklar yüklenmiştir omuzlarına. Üretken yaşama ayak uydurmak için küçük yaşta kardeşlerine bakar, hayvanların bakımına yardım eder, temizlik işlerini üstlenir. Öyle gerçektir ki her şey hayal kurmaya hayreti bu yüzdendir. Öğrendiği kültüre göre farklıdır bazı şeyler. Yaşadığı kültürde herkesin yanlış olduğunu bildiği ama gelenekselleştiği için kimsenin karşı çıkamadığı belirli kalıp yargılar mevcuttur. Gelenekselliğe karşı çıkış, ailenin taşra içinde farklı algılanmasına neden olmaktadır. Ailelerin ayıplanma ve başkaları ne der duygusuna kapıldığı andan itibaren artık çocuklarının özellikle kız çocuklarının öğrenimlerine devam etmeleri imkânsız hale gelmektedir. Kadınlara değer verilmeyen bu kültürde sınıfına çıka gelen kadın öğretmen de aykırıdır bu kalıp yargılara. Bu noktada çocuklar da sorgulamaya başlar ve yavaş yavaş her şey netleşir. Kalıpların dışında da bir hayat vardır ve kadınlardır aslında onları ayakta tutan. Ekmeklerini yapan da annedir, hayvanlara bakan da. Okul yolunda karşılayan da annedir, sobayı yakan da. Çocuklar bu yanlış kalıplaşmayı fark etmeye başladıkça okula daha sıkı sarılırlar. Alışılagelmişin dışındadır, özgürdür. Evdeki gibi ‘‘akıllı dur, sessiz ol’’ denmez okulda. Aksine ‘‘konuş’’ denir. Fikirlerine, oluşuna saygı duyulur. Bunu hisseden çocukların var oluş azmi böyle başlar. Soğuk sınıfının sobasında, okul yolunun çamurunda, okula getirdiği bir kap yemekte. Her şeyde kendi vardır.
Kendi var olduğu kadar annesi de vardır bu hikâyede. Elini tutup okula geldiği annesinin hayalleri aslında sırtındaki çantasındadır. İşlemeli mendilinde okula gidememiş bir kız çocuğunun hayalleri gizlidir. Her gün okul yoluna çocuğuyla gelirken kendi çocukluğuna dokunur aslında. Çocuklar farkına varmaz ama öylesine sessiz mahdut taşranın en güzel sesi olacaktırlar. Önlerindeki tek engel büyümektir. Bu yüzden taşradaki tüm çocukların tek hayali büyümektir. Büyümek ve var olabilmek kendi benliğinde.
Elif KESKİN
Okul Öncesi Öğretmeni