
Günlük telaşlarımız arasında hızını fark etmek zor olsa da toplumsal yaşam sürekli farklı bir forma bürünmektedir. Toplumsal, teknolojik hatta bireysel değişimler dahi her zaman toplumsal yaşamı dinamik ve sürekli kılmakta; özellikle teknolojik cihazlar ve sosyal medya ise bu dinamizmi kolaylaştırmaktadır. Dünyanın her yerinde gerçekleşen etkileyici kriz durumları ve bu krizleri görünür kılan sosyal medya araçlarının günlük rutinlerimizdeki yeri düşünüldüğünde, 21. yüzyılda yaşayan bireyler olarak ruh sağlığımızı korumanın oldukça zor olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yeni dünya düzeni, afetler, salgınlar, politik dönüşümler derken kendi bireysel geleceğimiz üzerindeki belirsizlikler, tarihsel şansın aleyhimize işlemesi ve bu gündemlerin çoğunlukla sosyal medya aracılığıyla yayılması; pek tabii dışsal faktörler üzerindeki kontrol ihtiyacımızı ve sosyal medya ile ilişkimizi de diri tutmakta. Tüm bunları yönetmekte zorlanan, kontrol duygusunu arttırmak ve keyifli vakit geçirmek amacıyla sosyal medya ile ilişkisini arttırırken olumsuz içeriklerden kendini alamayan, saatler sonra ise ekrandan çok daha mutsuz ve depresif ayrılan sevgili okurlar, bu yazım sizlere, toplanın! Artık bizim de bir adımız var: Doomscroller.
Doomscrolling, ilk olarak 2018 yılında Twitter’da ortaya çıkmış ve görünürlük kazanmış bir kavramdır. Temel anlamıyla sosyal medyada olumsuz haberlerin sürekli ve kontrolsüz bir biçimde takip edilmesinden kendini alıkoyamama hali olarak ifade edilmektedir (Borovkov ve Chenyak, 2023). Bahsedilen kendini alıkoyamama hali; aslında haberin ne düzeyde kötü olduğuyla bağlantılı olmayıp sosyal medya kullanıcılarının planlanmamış biçimde kendilerini olumsuz bilgileri aratmaya devam etme noktasında kısır bir döngü içerisinde bulduğu noktayı işaret etmektedir (Satıcı, Gocet Tekin, Deniz ve Satıcı, 2023).
Güncel ve henüz bilimselliği üzerine çalışılan doomscrolling kavramı, tahmin edileceği üzere Covid-19 pandemi sürecinde popülerlik kazanmıştır. Pandeminin bilinmeyen ve daha önce deneyimlenmeyen bir süreç oluşu ve bu süreçte birçok olumsuz haberin yayılması bilgi ve kontrol sahibi olma isteğimizin artmasını kaçınılmaz kılmıştır (Borovkov ve Chenyak, 2023). Başlangıç noktasından anlaşılacağı üzere doomscrolling, kontrolsüzce gerçekleştirilen bir eylem olmasına karşılık aslında temelde kontrol sahibi olma, bilgi eksikliğini giderme ve kaygı yönetimini sağlama gibi doğal ihtiyaçlarımızdan kaynaklanmaktadır. Ancak görüldüğü gibi ihtiyacımızı giderme yöntemimiz ondan iyice uzaklaşmamıza neden olmaktadır (Borovkov ve Chenyak, 2023). İşte bu noktada doomscrolling’i özel bir kavram yapan ayırıcı özellik, bu deneyimin kompulsif bir nitelik taşıması, takıntılı ve zorlanımlı bir şekilde tekrar ediyor olmasıdır (Sharma, Lee ve Johnson, 2023).
Doomscrolling, sosyal medya kullanım alışkanlıkları ile de ilişkili ve orantılı bir şekilde deneyimlenmektedir. Satıcı ve ark. (2023) tarafından yürütülen çalışmada sosyal medyaya yönelik bağımlılık eğilimi yüksek bireylerin daha yüksek düzeyde de doomscrolling eğilimi gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Sharma ve ark. (2022) tarafından yürütülen çalışmanın sonuçlarına göre ise doomscrolling’i deneyimleyen bireylerin çoğu, sosyal medyada planladıklarından çok daha fazla vakit geçirmekte, sörf sırasında bulundukları platformda bulunma amaçlarından uzaklaşmaktadırlar.
Doomscrolling deneyiminin ruh sağlığı üzerindeki etkilerine bakıldığında ise, yine Sharma ve ark. (2022) tarafından yürütülen bir çalışmada, bu deneyimde endişe temasının oldukça ön planda olduğu görülmüştür. Katılımcılar çoğunlukla kaygılarını giderme amacıyla yoğun bir şekilde haberleri takip ettiklerini; haberlerin kendileriyle ve/veya yakın sosyal çevreleriyle ilgili olup olmadığının, izlemek istedikleri daha büyük ulusal veya global eğilimleri yansıtıp yansıtmadığının haberleri takip etme eğilimlerinde belirleyici olduğunu ifade etmişlerdir.
Her durum ve olayda olduğu gibi, doomscrolling’i aktif olarak deneyimleme eğilimi ve bu davranıştan etkilenme düzeyi de kişisel özelliklere göre farklılaşmaktadır. Satıcı ve ark. (2023) tarafından yürütülen araştırmada daha önce felaket tellallığı olarak bahsettiğimiz akımla yayılan olumsuz içeriklerden etkilenme düzeyinin vicdanlılık, dışadönüklük ve uyumluluk gibi istendik kişilik özellikleri gösteren bireyler, olumsuz içeriklerden -en azından psikopatoloji seviyesinde- daha az olumsuz etkilenmekte oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Benzer şekilde, felaket tellallığı ile fazla meşgul olan bireylerin diğer bireylere göre psikolojik sıkıntı yaşama olasılığının daha yüksek olduğu; bunun da daha düşük mental iyi oluş, yaşam memnuniyeti ve yaşam uyumuna sebep olduğu görülmüştür. Ancak bu noktada, doomscrolling deneyiminin yalnızca bir sebep veya sonuç olmadığını vurgulamak gerekir. Watercutter (2022), doomscrolling ile olumlu duygulanım, duygu düzenleme ve esenlik hali arasındaki karşılıklı ilişkilere vurgu yapmaktadır. Daha net bir ifade ile; zorlu duyguların doomscrolling eğilimini arttırması olasılığıyla beraber, doomscrolling deneyiminin zorlu duyguları arttırma olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Tabii bu veriler, deneyimin yalnızca bizim kontrolümüzce gerçekleştirildiğini düşündürmemelidir. Sosyal medya araçları, doomscrolling deneyimini mümkün kılacak stratejilere oldukça hakimdir. Geçmişte geleneksel medyada farklı formlarda gerçekleştirildiği gibi, bugün de sosyal medyada olumsuz içerikler sistematik ve tekrarlayıcı bir şekilde yayılmaktadır (Borovkov ve Chenyak, 2023). Doomscrolling’i yoğun bir şekilde deneyimleyen bireyler, olumsuz içerikteki haberlerin tekrarlayıcı bir şekilde akışta karşılarına çıktığını ifade etmektedirler (Sharma ve ark., 2023). Sosyal medya platformlarında algoritmanın nasıl çalıştığını düşündüğümüzde ise bunun gerçekliğiyle tekrar yüzleşmek kaçınılmaz olur: Etkileşim verdiğimiz içeriklerin benzerleriyle tekrar karşılaşma olasılığımız oldukça yüksektir.
Peki ne yapmalıyız? Yaşamımızda artık amaca hizmet etmeyen döngüleri sonlandırmanın bizi ne denli kaygıya sürüklediği düşünüldüğünde, en zoru bu soruya somut bir cevap bulmak olacaktır. Ancak ilk aşamada, bu döngünün yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kabul etmek işimizi kolaylaştırabilir. Her ne kadar toplumsal ve bireysel gündemlerimiz olumluya odaklanmamızı güçleştirse de en azından olumsuz içeriklere erişimimizi kısıtlamayı deneyebilir, kendi yaşamımızda kontrol edebileceğimiz alanlara daha sık yoğunlaşabiliriz. Sosyal medyayı hayatımızdan tamamen çıkarmak yerine onu kullanım amacımızı hatırlamak ve yalnızca bu noktadaki ihtiyaçlarımıza odaklanmak ise, şu an için kurtarıcı bir yol gibi görünüyor.
Onur İbrahim ATAY
Psikolojik Danışman