
Aslında yaşlanıyor olmaktan duyduğu aczi örtmek için öfkelenmişti, yoksa gözlüklere düşman olduğundan değil. Kapıldığı yaşlanma korkusunun nedeni, “Yarın başlayacağım, yakında yapacağım, daha zaman var, bugün, yarın…” diye diye ertelediği şeylerin hiçbirini yapamamış, hayallerinin birçoğu için zamanın geçmiş olduğunu, sanki zihninde bir şimşek çakmış gibi birdenbire ve kesinlikle anladığı halde, inkar etmiş olmasıydı (Tunç, 2019, s. 14).
Yaşlanma, filizlenme ile başlayan ve hayatın sonuna kadar devam eden evrensel bir süreçtir. Tüm canlılar bu yaşlanma sürecini deneyimler (Orbach, 2010). Günümüzde artan yaşlı nüfusu; ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili tüm boyutları etkileyen toplum için büyük bir zorluk haline gelmiştir. Yaşlanma; daha iyi yaşam koşullarının, daha iyi sağlık ve tedavi bakımlarının, uzun ömrün ve yaşam beklentisinin sonucudur (Hosseini ve diğ., 2016). Yaşlıların karşılaşabileceği psikolojik sorunlardan biri hayatın anlamını yitirmesidir. Yaşamın sonundaki psikolojik ve fiziksel değişimler ve ölüme yakınlık, yaşlıları yaşamın anlamsız olduğuna inandıran etkenlerdendir. Anlamsız yaşam; depresyon, şiddetli izolasyon, hayata ilgisizlik ve ölüm gerçeğiyle baş etmede şiddetli kaygı gibi psikolojik rahatsızlıklara yol açar (Neimeyer, 2015).
Ölüm, insanoğlu için diğer canlılarla göre daha farklı anlamlar taşıyan ve bu sebeple de insanın yaşamı algılama ve değerlendirme biçimini direkt olarak etkileyen bir kavramdır. İnsan, canlılardaki yaşam içgüdüsünden ziyade, ortalama yaşam süresini bilen, ölümün farkında olan, ölüm ile ilgili düşünen ve ölümün gerçekliğine anlamlar yükleyen bir varlıktır (Şahin, 2018). Ölüm, yaşamı sonlandırma korkusu içeren bir olgudur. Ölüm kaygısı ve ölüm korkusu arasında bir ayrım yapılmış olsa da çoğu yazar günümüzde terimleri birbirinin yerine kullanmaktadır (Lester, 1994; Wong ve diğ., 1994). Ölüm korkusu, tüm toplumlarda yaygın bir olgudur ve genellikle insan davranışının ana motivasyonu olarak kabul edilir (Becker, 1973). Ölüm korkusu kişinin öleceği duruma ilişkin beklentisinin neden olduğu günlük yaşamda yaşanan kaygı olarak da tanımlanabilir (Tomer, 1994). Kişinin yaşamına yönelik acil bir tehdidin ortaya çıkardığı daha şiddetli bir korkunun aksine, günlük yaşamda devam eden bir durum olarak kabul edilir. Buna ek olarak, yaşamın sonunun yaklaştığının farkındalığıyla ölüm korkularının arttığına dair bazı kanıtlar vardır. Ciddi derecede hasta olan bireyler, bakım evlerinde kalan ve yaşamlarının sonuna yaklaşmış olan yaşlıların yaptığı gibi daha büyük bir ölüm korkusu gösterirler (Viney, 1984).
Din ve maneviyat, psikolojik ve psikiyatrik bozuklukların tedavisinde kullanılan önemli bir faktördür. Ölümün din ve maneviyatla bağdaştırıldığı toplumlarda bu tedavi yöntemleri de etkililiğini göstermektedir (Koenig, 2009). Aslında dini ritüeller düşünüldüğünde tüm dinlerde özel bir yeri olan duanın, bireyleri yaratıcılara bağlayan bir köprü olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlantının, bireylerin psikolojik kalitesini arttıran, dolayısıyla daha fazla dinginlik veren ve bireylerin içsel güvenceye sahip olmasına yarayan bir etken olduğu belirtilmektedir (Ilali ve diğ., 2016). Pozitif psikoloji, ölüm kaygısını azaltmak ve yaşamın anlamını geliştirmek için yaygın olarak kullanılan etkili bir terapötik prosedürdür ve yaşlıların sorunlarının üstesinden gelmelerinde pozitif psikolojiden yararlanılmıştır (Seligman, 2000).
Son 50 yılda, ölüm kaygılarını analiz etmeyi amaçlayan birçok çalışma gerçekleştirilmiş ve özellikle tutum bilgisi ve yas yönetiminde uygulamalar önemli ölçüde gelişmiştir. Terör yönetimi teorisi, ölümle ilgili sıkıntıların kökeni ve etkilerine ilişkin açıklamalara önemli bir katkı sunmaktadır (Greenberg ve diğ, 1994). Terör yönetimi teorisi, diğer tüm hayvanlar gibi, tüm insan güdülerinin en temelinin, devam etmek ya da kendini korumak için içgüdüsel bir istek olduğunu ve diğer daha spesifik güdülerin, nihayetinde bu temel evrimsel adaptasyona dayandığını öne sürer. İnsanlarla diğer hayvanlar arasındaki temel fark, insanların ölümlülüğün kaçınılmazlığının açıkça ve acı verici bir şekilde farkında olmalarını sağlayan bilişsel kapasitelere sahip olmalarıdır. Böylece insanlar terörü yönetmek için anlamlı bir savunma sistemi icat ettiler. Terör yönetimi teorisi; bu terörün, a) bir bireyin kültürel dünya görüşünün kişiselleştirilmiş versiyonundan ve b) benlik saygısından oluşan, sembolik bir çift bileşenli kültürel kaygı tamponu tarafından yönetildiğini varsayar. Kültürel dünya görüşü, insan grupları tarafından paylaşılan gerçekliğin doğası hakkındaki inançlara, kişinin kişisel bir değer duygusu elde edebileceği bir dizi standart ve bu standartlara göre yaşayanlara gerçek ve/veya sembolik ölümsüzlük vaadine atıfta bulunur (Pyszczynski ve diğ., 1997).
Benlik saygısı, kültürün bireyin ölüm korkusunu bastırmasını kolaylaştırmak için bir tampon görevi gördüğü birincil psikolojik mekanizma olarak kabul edilir (Greenberg ve diğ., 1994). Çocuklar anne babalarıyla etkileşime girdikçe ve onların standartlarını karşıladıkça yaşamın erken dönemlerinde gelişen gelişim süreci, bireylerin kültürün öğretilerini öğrenerek, kültürel ritüellere katılarak, toplum tarafından değer verilen hedeflere ulaşarak benlik saygılarını korudukları veya artırdıkları zaman yetişkinliğe taşınır (Solomon ve diğ., (1991). Sonuç olarak, bireylerin bilinçli olarak bir ölüm korkusu yaşama potansiyeli vardır. Ölüm korkusunun özü; aklın ve ruhun yok olmasına ve aynı zamanda bedenin yok olmasına, yani tamamen var olmamasına işaret eden yok olma korkusudur. Terör yönetimi teorisyenlerine göre, bu tür ölüm terörü deneyimi, onu farkındalıktan bastırmanın herhangi bir yolu olmaksızın felç edici olacaktır. Teorinin temel görevi, bu baskılamayı sürdürmeye yardımcı olan faktörleri belirlemektir.
Ölüm korkusunu en çok inceleyen terör yönetimi teorisyenleri (Greenberg, Pyszczynski, Solomon, Simon ve Breus 1994; Greenberg ve diğerleri 1997; Solomon ve diğerleri 1991a, Solomon ve diğerleri 1991b), zaman içinde çeşitli toplumlardaki bireylerin, toplumu karakterize eden kültürel dünya görüşleri geliştirdiğini ileri sürerler. Kültürel dünya görüşlerinden herhangi birinde sosyalleşme, yok olma korkusuna karşı koruma sağlar, çünkü insanların anlamlı bir yaşam için değer standartları ve ölümü aşmanın yollarını yaratmalarına izin verir. Bireyler sosyalleşir ve kültürün değer verdiği standartları karşılarsa, daha büyük bir özsaygı ve ölümsüzlük vaadi kazanırlar.
Yarın başlayacağım, yakında yapacağım, daha zaman var, bugün, yarın… Zihinde bir şimşek çakmadan önce anlamı arama yolunda yolcu olmak dileğiyle…
Tilbenur MERT
Psikolojik Danışman