Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

HERA’NIN İSYANI: POSTPARTUM DEPRESYON – Psikolektif Dergisi – Sayı – 10

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

Her insanın dünyaya geliş serüveni bir bitişi ve beraberinde bir başlangıcı içermektedir. Anne karnındaki yalıtılmış ve güvenli bölgeden kopuş ile aktif mücadelenin başladığı dış dünyaya uyanış doğum sonucu gerçekleşmektedir. Birey, ana rahmine düşmesiyle birlikte başka bir canlı ile hem fiziksel hem mental olarak bağlanmaktadır (Soysal, Bodur, İşeri & Şenol).  Gebeliğin olumlu algılanması ve olumlu karşılanmasıyla bağlanma duygusu başlamaktadır. Bu durum beraberinde koşulsuz bir sevgi ve kabulü gereksindirmektedir (Dikmen & Çankaya, 2018). Bu duruma maternal bağlanma adı verilmektedir (Muller & Ferketich, 1993). Bu bağlanma ilişkisi yaşamla da ilk bağlanmayı temsil etmektedir. Anne bebek bağlanmasının yeterince güçlü olması doğum sonrası depresyona karşı da koruyucu bir rol üstlenmektedir (Akarsu, Tunca & Alsaç, 2017; Yılmaz, 2013; Muller, 1994, Akt. Kavlak & Şirin, 2009).

İçinde büyümekte olduğu canlıdan hem etkilenen hem de onu etkileyen insanın ortalama dokuz ay süren gebelik süreci sonucunda doğum eylemiyle dünyaya etkin katılımı başlamaktadır. Yeni bir canlının bedeninde varlık bulmasıyla anne adayında da biyokimyasal, fiziksel ve mental değişimler meydana gelmektedir (Beydağ, 2007).

Doğum öncesi gebelik sürecinde yaşanan psikolojik ve fizyolojik yaşantılar doğum sonrası dönemini de etkilemektedir. Bu nedenle postpartum depresyon için doğum öncesi dönemde bireyin içinde bulunduğu şartlar da önem taşımaktadır. (Karabulut, 2014).

Bazı duygu durumlarının gebe anne adaylarında uç noktalarda yaşanması söz konusu hormonal ve psikolojik değişimlere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Doğum sürecinin yaklaşmasıyla birlikte ortaya çıkan korku ve endişe duyguları psikolojik belirtiler arasında yer almaktadır. Duygusal dengesizlik durumuna fizyolojik zorlanımlar da eşlik edebilmektedir. Bu durum doğum öncesi dönemde görülebilmekte ve doğum sonrası lohusa döneminde de devam edebilmektedir.  Ruhsal yaşantının olumsuz etkilenmesiyle postnatal dönemde ortaya çıkan bulgulardan biri de postpartum depresyondur (PPD). Doğum sonrası depresyonu doğum yapmamış kadınlarda görülen depresyon ile benzer bulgularda olmasının yanı sıra doğum sonrasında görülen annelik hüznünden farklılaşmaktadır (Kara, Çakmaklı, Nacak & Türeci, 2001). Doğum sonrası hüznün belirtileri daha hafif düzeyde seyretmektedir (Miller & Rukstalis, 1999; Williams & Casper, 1998; Akt. Erdem & Bez, 2009). Doğum sonrası depresyonu ise DSM-V’te Duygu Durum Bozuklukları içinde sınıflandırmakta ve “Postpartum Başlangıç Belirleyicisi” başlığı altında postpartum dört hafta içinde epizodun başlaması şeklinde tanımlanmaktadır ( Köroğlu, 2013; Öztürk, 2014; Akt. Aktaş, Şimşek & Aktaş, 2017).  Doğum sonrası hüznün kronikleşerek şiddetlenmesi doğum sonrası depresyona dönüşebilmektedir. (O’hara & Swain, 1996;  Marakoğlu, Özdemir ve Çivi, 2009).

 Doğum sonrası iki ve sekizinci haftalar arasında başlangıç gösteren en az iki hafta en çok bir yıla kadar sürebilen doğum sonrası depresyonu belirtileri içinde uykusuzluk, psikomotor ajitasyon veya retardasyon, suçluluk ve yetersizlik hissi, özgüven kaybı, dikkati odaklamada zorluk, uyku bozuklukları, yeme-içmede azalma, depresif duygulanım ve intihar düşünceleri bulunmaktadır. Bebeğe karşı ilgisizlik ve kabullenmeme sıklıkla görülen temel bir belirti olmaktadır. Postpartum depresyon prevalansı %5-20 arasında bildirilmektedir. Bazal sıklığın ise ortalama % 10 olduğu belirtilmektedir (Kara, Çakmaklı, Nacak ve Türeci, 2001).

Etiyolojiye yönelik kesin çıkarımlar yapılamamakla birlikte sosyo-kültürel, biyolojik ve psikolojik faktörler ön plana çıkmaktadır. Doğum öncesi dönemde halihazırda var olan stres faktörlerinin doğum sonrası dönemde de devam ediyor olması, kişiler arası iletişimde yetersizlik,  toplumsal cinsiyet rolleri, eşler arası uyum çatışması, sosyal destek ağının yetersizliği, yetersiz özgüven, kişinin sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi,  eğitim seviyesi, daha önceki doğum öyküleri ve doğum sayısı, gebeliğin istenip istenmemesi, aile içi iletişim/şiddet, doğum öncesi dönemde var olan duygu durum bozuklukları,  geçirilmiş depresyon ve geçirilmiş postpartum depresyon öyküsü PPD etiyolojisi ile ilgili temel bir zemin oluşturmaktadır. Postpartum dönemin bir bölümü lohusalığı içermektedir. Gebelik öncesi döneme dönüşün kademeli olarak gerçekleştiği lohusalık döneminde üç aşama yer almaktadır. Doğum sonrası ilk yirmi dört saat ilk aşamayı oluşturmaktadır. İlk bir hafta erken lohusalık ve beraberindeki beş hafta ise geç lohusalık olarak adlandırılmaktadır. Bu dönem anne ve bebeğin fiziksel ve psikolojik olarak destek ve bakıma ihtiyaç duyduğu bir dönemdir Birçok kültürel toplulukta doğum sonrası lohusa dönemi hassas ve kırılgan olarak atfedilmiştir. Bu döneme özgü kimi ritüelleşmiş davranış kalıplarının da yine kültürel sistemlerin bir parçası olduğu görülmektedir. Anne ve bebeğe özgü kılınan bu ayrıcalıklı dönem içinde kültürel sistemin bir parçası haline gelmiş müdahalelerin olumlu sonuçları olabildiği gibi anne-bebek üzerinde olumsuz sonuçları da olabilmektedir (Aydın & Tamam, 2006; Aktaş, Şimşek ve Aktaş, 2017; Dilbaz ve Enez, 2007;Kısa ve Yıldırım, 2004).  Söz konusu mitolojik ve törensel uygulamaların Türk toplumundaki en tipik örneklerinden birisi ‘’albasması’’ olarak örneklendirilebilmektedir. Anne ve bebeğin kırk gün boyunca yalnız bırakılmayarak, birçok ihtiyacına özenle yanıt verilmesini içeren bu sürecin koruyucu amaçlı bir yönü bulunmaktadır (Kılıç ve Elvan, 2018; Sevil, Bozkurt ve Hadimli, 2014; Gölbaşı ve Eğri, 2010).

 Sosyal destek ağının yetersizliği bağlamında Stern ve Kruckman (1983) postpartum depresyonun etiyolojisine kültürel sebepler atfetmiş ve sosyal destek ağının yetersizliğinden PPD’nin yalnızca batı toplumlarında görüldüğünü ifade etmişlerdir. Ayrıca bebeğin beslenme ve bakımı için annenin uykusuz kalması, sosyal izolasyon veya doğu kültüründe görülen anne bebeğin bir arada uyuması sonucu yine annenin uyku ihtiyacını yeterince karşılayamaması psikolojik stres faktörü olarak ortaya çıkmakta ve ppd için risk faktörü olmaktadır.

Annelik rolü ekseninde irdelendiğinde birçok kültürde lohusa döneminde kadınlar geleneksel rollerden muaf tutulmuştur ve çevresinde bir destek ağı bulunmaktadır, fakat işe dönen annelerde PPD riski artmaktadır. Tunçer ve Süt (2019) tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada çalışan gebelerde doğum öncesi bebeğe bağlanmanın azaldığı bulgusu elde edilmiştir. Maternal bağlanmanın PPD için koruyucu faktör olduğu düşünüldüğünde bu bulgu anlam kazanmaktadır.

 PPD’ nin sosyokültürel açıdan irdelenmesi sonucu göçmen annelerin PPD geliştirme açısından risk faktörü grubunda olduğu görülmektedir. PPD’nin hali hazırda var olan risk faktörleri göçmen anneler için de geçerli olmakla birlikte göç öncesi yaşanılan travma, göç sonrası stres verici deneyimler, sosyal izolasyon, temel sağlık ve barınma ihtiyaçlarının sekteye uğraması ve  ek risk faktörleri göçmen anneleri/kadınları PPD için yatkın hale getirmektedir ( Zelkowitz, Saucier & Wang, 2008; Beiser, 1999; Miranda, Siddique, Der-Martirosian & Belin, 2005; Akt. Fung & Dennis, 2010).

İçinde bulunduğu kültür bireyi kapsayıcı bir faktör olarak incelendiğinde postpartum depresyonun kültürel tetikleyicileri ve sürdürücüleri olduğu da görülmektedir. Kadının toplum içindeki yeri ve rolü, cinsiyet rolleri bağlamında kadına atfedilen vasıflar, toplumsal hayatta ve evlilik kurumu içinde kadının gördüğü destek, bulunduğu sosyal iletişim ağı ppd için sosyokültürel risk faktörleri arasında yordayıcıdır. Yine sosyokültürel bağlamda dezavantajlı gruplar içinde yer almak ve bunların beraberinde gelen stres faktörleri gebelik sürecini zorlaştırmakta doğum sonrası depresyon için zemin hazırlamaktadır. Bu nedenle toplum temelli koruyucu ve önleyici uygulamalar doğum sonrası depresyon riskini azaltabilecektir. Doğuma öncesi verilecek hazırlık eğitimleri, doğum sonrası bebek bakım ve ilk yardım eğitimleri, bilinçli ebeveyn olmaya yönelik farkındalık programları, dezavantajlı gruplara mensup anne adaylarının/kadınların içinde bulunduğu şartları iyileştirmeye yönelik müdahaleler, kadının toplum içinde ikincil konuma düşürülmeyip, geleneksel rolleri kadına atfetmeyen toplum temelli sosyal politikaların geliştirilmesinin risk faktörlerine karşı önleyici olması beklenmektedir. 

Ayşe BAŞBUĞ

Psikolog