Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Deliliğin Doğum Günü Partisi’nden 4.48 Psikoz’a Evrimi – Psikolektif Dergisi – Sayı – 8

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

Edebiyatın özellikle postmodern süreçle birlikte psikoloji, felsefe ve sosyoloji gibi birçok kuramla paralel olarak evrilmekte olduğu görülür. Bu noktada edebiyat kendine ait bir uzam inşa etmekte ve bu kuramların mevcut gerçekliğinden sıyrılarak disiplinler arası bir işlev edinerek yeni alternatif yapılara dönüşmektedir. Lacan’ın aynı teorisine yönelik yapıtları ve araştırmaları okunarak bu teorinin ana hatları öğrenildiğinde, çeşitli makalelerle de pekiştirilerek az çok bir fikir sahibi olunabilmektedir. Öte yandan, bu teorinin temel alındığı bir film izlenirken ya da Lacan’ın bakış açısının harmanlandığı bir roman okunurken, alternatif bir gerçekliğin içine çekilme durumu söz konusudur. Bu evrende tanımlamaya ya da kategorileştirmeye yer yoktur. Çünkü dil ötesi bir alana geçen metinlerdir bunlar, postyapısalcı denilen eserler bu noktada devreye girer ve postmodern süreci hatırlatırlar.

Bu yazıda birkaç postmodern tiyatro oyunu ile birlikte delilik kavramının tiyatro sanatı içerisinde nasıl yansıtıldığı ve modern insanın nasıl temsil edildiği incelenecektir. Delilik ya da ruhsal rahatsızlık olarak araştırmaları yapılan birçok mesele, tiyatro anlatısı çerçevesinde yeni boyutlar kazanmıştır. Kurgu eserlerin getirdiği okuma ve yazma pratikleriyle birlikte akıl hastalığı sembolik olarak taşıdığı anlamın dışına çıkmıştır. Deleuze’ın şizoanalizinde olduğu gibi, delilik imgesel bir düzlemde “kelimelerle anlatılamayacak bir durumda sözle ifade edilemeyecek gerçeği” ortaya koymanın bir yolu haline gelmiştir (Harpin 7). Tam da bu noktada, postyapısalcı tutumlar için metinlerde deliliğin konu edilmesi, alternatif gerçeklikler üretmek için tartışmasız en uygun yollardan biridir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ortaya çıkan absürt tiyatro akımının en önemli temsilcilerinden biri olan İngiliz yazar Harold Pinter, sık sık oyunlarında akıl hastaneleri, hapishane, okul ve aile gibi pek çok yapılandırılmış toplumsal kurumun üzerinde durmaktadır. Doğum Günü Partisi adlı eserinde, akıl hastaneleri insanların deli olarak damgalanmasında ve dolayısıyla akıl hastası statüsünü edinmesinde baş etmen olarak vurgulanmıştır. Bu açıdan Pinter’ın metni deliliğin doğasına ilişkin eleştirel bir sorgulamadır.  Bu sorgulama okuyucunun gerçeklik algısını değiştirmekle kalmaz, tiyatro sanatının gücüyle birlikte deliliğin kalıplaşmış tasvirleri yerle bir edilir. 

Pinter’ın konuşmalarından birinde belirttiği üzere, oyunlarında deliliğin tasviri gerçeği ve gerçekdışıyı biraya getirir: “Hakikat şudur ki, tiyatro sanatında asla tek bir gerçek yoktur. Birden fazlası vardır. Ve bu gerçekler birbirine meydan okur, birbirlerinden etkilenir, birbirlerine karşı tehdit unsuru haline gelir ve birbirlerini köreltirler” (Pinter 8). Doğum Günü Partisi’nde Pinter’ın Stanley Webber adlı karakteri tasvirinde görüldüğü üzere,  okuyucu gerçek ve gerçekdışının eşiğinde, paranoyak bir adamla karşı karşıyadır. Bu noktada Stanley, mantıksal dünyanın ötesine geçen bir yaşam deneyimini ortaya koymaktadır. Bu yolla tiyatronun absürt diyarına çekilir okuyucu.  

Oyunda Pinter, izleyicilere Stanley’in ruhani iç dünyasını yansıtır ve zihninin akışını gösterir. Fakat sadece onun iç dünyasını anlatmakla kalmaz, Goldberg ve McCann karakterleriyle Stanley’in varlığını ve gerçekliği sorgulamasına yol açan dış tehdit unsurları yaratır. Bu karakterler de yine Stanley’de şüphecilik ve paranoya doğurur: “Goldberg: Sana var olduğunu düşündüren nedir? / McCann: Yaşamıyorsun ki sen” (46). Görüldüğü üzere, bu ikili Stanley’i, şizofren hastalarda yaygın olarak rastlanan, sürekli bir yanılgı ve kaygı durumuna sürükler. Yine ikilinin paradoksal ve kışkırtıcı sorularıyla birlikte Stanley, gerçek ve gerçek dışılık arasında bir gelgite kapılmaktadır: “McCann: Tavuk mu? Yumurta mı? Hangisi önce gelir? Hangisi? Stanley çığlığı basar” (44-6). Dahası, bu ikili oyundaki sürekli şüphe ve tereddüt durumunu arttırmakla kalmaz, oyundaki dördüncü duvarı da kırar: “Pinter’ın oyunu, gerçeğin gerçek dışıyla bir arada olduğu kurgusal bir dünyada, dahice hazırlanmış ürkütücü bir bağlam barındırır. Şeytani ikili, McCann ve Goldberg, çoktan dördüncü duvar yanılsamasını kırmış, izleyiciyi gerçek dışı olaylara hazırlamıştır” (Smith 182). Stanley, ikili tarafından sürekli tekrarlayan bir oyunlar zincirine tabi kılınır oyunda. Bu zincir akıl hastalarının zihin yapısını hatırlatmaktadır. Bir sarmal halinde, hastaya akıl oyunları oynatan ve delirten bir zincirdir bu.

Oyunda dilin işlevine bakıldığında, delilik uzamına ulaşamayan bir yapı barındırdığı görülür. Bu yüzden Pinter’ın oyunlarındaki karakterler çoğu zaman iletişim kuramayacak durumdadırlar. Diğer bir yandan, Pinter’ın hayatın saçmalığının kelimelerle ifade edilemeyecek olduğuna ilişkin inancıyla birlikte kaotik ve döngüsel hayat anlayışı da yine oyunlarındaki dil ötesi uzama işaret eder. 

Doğum Günü Partisi’nde Stanley’in psikolojik iç çatışmalarıyla gördüğümüz üzere, oyun sürekli bir yanılsama içinde ilerler. Stanley’in, kendilik algısı’nın içsel ve dışsal tarafları arasındaki dengeyi kaybettiği öne sürülebilir. Bu ikisi arasındaki geçiş, mantıksal bir zihin haritasında olduğu gibi değildir onun için. Tam da bu yüzden paranoya ve belirsizlikler içinde debelenmektedir Stanley. Sürekli olarak kendiliğine ilişkin bir yanılsama halindedir. Bir açıdan insan doğasındaki bu belirsizliğe ışık tutar Pinter: “Sen ki bir yansımalar bütünüsün. Kaç yansımanın, kimin yansımasının bütünü bu? Bu gerçekten seni meydana getiren şey mi?” (Prentice 34). Lacanyen bir perspektifle, Stanley gerçek kimliğini aynadaki yansımasından ayırt edememektedir. İşte tam da bu noktada Pinter’ın deliliğin tasviriyle birlikte getirdiği içsel sorgulamaları farkına varır okuyucu. 

Akıl hastalığının tasvirlerine Amerikan oyun yazarı Sarah Kane’in post dramatik eserlerinde de sık sık rastlanmaktadır. Psikoz 4.48 adlı oyunu ünlü yazarın intihar etmeden önce kaleme aldığı son başyapıtıdır ve Kane’in karanlık iç dünyasını anlatır izleyicilere. Oyunun ana karakteri, daha doğrusu iç sesi, anonim bir akıl hastasıdır ve oyunun başlığıyla da görülebileceği üzere psikotik rahatsızlıklardan müzdariptir. Post dramatik tiyatronun yapı formlarından yararlanan yazar, deliliğin tasvirinde tiyatro oyunlarını bilindik formlarından koparak şiirsel bir metinle karşı karşıya bırakır izleyiciyi. Bu şiirsellik adeta Kristeva’nın semiyotik olarak betimlediği uzama tekabül eder. Ve belki de oyunun bu şiirsel formatı, deliliğin gerçeğe yakın bir tasvirinin sağlanmasındaki en önemli unsurlardan biri olarak kabul edilebilir.

4.48 rakamı, depresif düşüncelerin yoğunlaştığı ve genellikle intihar vakalarının gerçekleştiği saate tekabül etmektedir: “Saat 4.48’de / Depresyon ayak bastığında / Asacağım kendimi / Aşığımın nefesinin sesine” (4). Oyunda beden ve ruhun ayrı kalmışlığına da vurgu yapmaktadır Kane: “Beden ve ruh evlenemeyecek asla” (16). Beden ve ruhun ayrılmasından bahsederken psikotik hastaların parçalanmış zihinlerini anlatmaktadır yazar: “İşte ben buradayım / Bedenim de orada” (16). Kane dışa vurumcu bir anlatıyla deliliğin iç dünyasını, metnin yapısına da uyarlayarak, tüm çıplaklığıyla tasvir etmektedir oyunda. Anlatı bir söylemden diğerine geçerek, karakterin iç dünyasını ve psikolojik durumunu tüm gerçekliğiyle resmeder. Bu yolla, gerçeklik ve gerçek dışılık arasındaki ayrımı silmektedir okuyucunun gözlerinde.

Oyunun iç sesi depresif, endişeli, karamsar ve hatta oldukça mazoşist bir ruh halindedir. Ve anlatı sürekli bir ruh halinden diğerine geçer: “Bir şeyler görüyorum / Bir şeyler duyuyorum / Bilmiyorum ben kimim” (18). Oyun ilerledikçe görülmektedir ki, anlatı karakterin iç sesiyle birlikte benliğinin ruhsal bir keşfine dönüşmektedir adeta. Bu aynı zamanda metnin kendi içyapısı için de sanatsal bir keşiftir denenebilir. Oyundaki sesler akıl hastalarının içsel diyaloglarını hatırlatmakla kalmaz, deli ve kadın bir karakterin tasviriyle bizleri kadın doğasının derinliklerine götürür. Akıl hastalıklarının iç dünyası, bilmeyen ve yaşamayan herkes için gizemli bir örüntü barındırır. Psikotik rahatsızlıkları kelimelerle anlatmak ne kadar zorsa, Kane bunu bir oyun içerisinde resmetmekte bir o kadar başarılı olduğu söylenilebilir. Ve dil bu gizemli dünyayı tasvir etmekte ne kadar yetersizse, Sarah Kane Psikoz 4.48’de dilin sınırlarını bir o kadar zorlamaktadır.

Ecem GÜLERLER

Filolog (Dil Bilimci)