Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Psikoloji Dünyasından Kadın Teşhisi (!) – Psikolektif Dergisi – Sayı – 6

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Psikolojik rahatsızlıkların ne olduğu ya da görülme sıklığı cinsiyet açısından değerlendirilebilir mi? Cinsiyetin psikolojik rahatsızlıklara dair bir belirleyici yönü var mıdır? Bu sorunun cinsiyetçi bir tutum olarak değerlendirileceği öngörülmektedir ancak cevabın birçok açıdan aydınlatıcı olması beklenmektedir.

‘Psikoloji ile kadın’ çağrışımına dair başlangıcın Eski Mısır ve Antik Yunan’da bilinen histeri ile olduğu söylenebilir. Rahmin bedenin içinde başıboş dolaştığı ve bunun histerik semptomların ortaya çıkmasına neden olduğu düşünülür, gerekçe olarak da çoğunlukla yalnız yaşayan veya dul kadınların bu belirtileri göstermeleri sunulurdu (Hasanoğlu, 2014).  Hatta çok eskilere dayanan bu başlangıcın izleri Freud ve Lacan’ın histeriyi kadın, obsesyonu erkek özne ile eşleştirdiği yazılarında da mevcuttur (Gagua ve Baltacı, 2017). Psikoloji tarihinde en iyi bilinen vakalardan biri olan ve psikiyatrinin tedavi ettiği ilk hasta olarak nitelendirilen Anna O. vakası da bir histeri vakasıdır (Canpolat, 2017).

Psikoloji ve kadın çağrışımına dair başka bir detay da ülkemizde kadın öğrencilerin erkek öğrencilere kıyasla daha kalabalık olduğu bölümlerden birinin kuruluş yıllarından bu yana psikoloji olagelmesidir (Boyacıoğlu ve Hünler, 2019). Bununla beraber ‘psikolojik destek almak’ denince kadınların yaşadıkları sorunun ağırlığı ya da sayısı ile doğru orantılı olmayan bir ön kabul ile daha gönüllü ve cesur oldukları gözlemlenmektedir. 

Kadınlarda duygudurum bozukluklarının daha sık görülmesi ile ilgili birçok çalışma vardır (Keskin ve ark., 2013). Bal (2010) cinsiyete göre anksiyete bozukluğu semptomlarını incelediği tezinde klinik veya toplum örneklemli çalışmalarda kadınların erkeklerden daha fazla tanı aldığını belirtmiştir. Bu bilimsel gerçeklere paralel olarak psikolojik vakaları konu edinen filmlerde ve kitaplarda vakalardaki söz konusu hastanın kadın olduğuna sıkça rastlanılması manidar gözükmektedir. Bununla beraber istatistiksel veriler incelendiğinde, DEHB’nin erkeklerde daha sık görüldüğüne dair veriler mevcuttur. Lauth ve ark. (2007) bu verileri erkeklerin daha çok biyolojik donanımları sebebiyle dışa yönelim bozukluklarına kadınların ise daha çok kaygı gibi içe yönelim bozukluklarına meyilli olduğuna dair bir çıkarımla açıklamışlardır (Kaymak Özmen, 2010)

Cinsiyet farklılığını araştıran çalışmalarda biyolojik etkenlere dikkat edildiğinde; nöroendokrin (sinir ve salgı bezi hücrelerinden oluşan sistem) faktörler (Rihmer ve Angst,  akt. Keskin ve ark., 2013) ve menopozun kadınlarda bedensel ve psikososyal açıdan zorlayıcı olması gibi çeşitli nedenler üzerinde durulmaktadır (Gökalp, 2007). Ayrıca Steiner, Lepage ve Dunn (1997) psikiyatrik bozukluklarla bağlantılı olan serotonerjik sistemin cinsiyete bağlı olarak yeniden kavramsallaştırılması gerektiğini önermişlerdir. 

Ülkemizde de geleneksel kadın rolünün, girişkenliği ve kendine yeten davranış tarzını desteklemediği düşünülmektedir. Bu da kadının stres karşısında çaresiz ve çevresine bağımlı olmasına yol açabilmektedir. Bunun zıttı olarak, erkeklerin her türlü yaşam olayında güçlü bir duruş sergilemeleri, zayıf yanlarını ortaya koymamaları beklenmektedir (Wolfe, 1984 akt. Bal, 2010).

Bu beklentinin bir getirisi olduğu düşünülmektedir ki kadınsı cinsiyet rolü özelliklerinin psikolojik yardım arama girişimini arttırdığı (Gök, 2019) ve kadınsı cinsiyet rollerinin psikolojik yardım arama tutumu üzerinde göz ardı edilemez olumlu bir etkisinin olduğu görülmektedir ve bu bulgu çeşitli araştırmalarca desteklenmiştir (Özdemir, 2012). Bu durum, toplumun kadınsı cinsiyet rolüne ait atfettiği özelliklerin bireyi psikolojik yardım alma konusunda cesaretlendiriyor olmasından kaynaklanabilir. Araştırmalarda elde edilen kadınların erkeklerden daha çok kendini açığa vurdukları bulgusu da (Dindia ve Allen, 1992 akt. Burger, 2006) bu durumun ortaya çıkmasını destekler görünmektedir. Ayrıca erkeklerin daha çok fiziksel destek aradıkları, psikososyal problemlerini ve yaşadıkları stresi daha az dışa vurdukları da çalışma sonuçları arasındadır (Keskin ve ark., 2013). Ünal ve Özcan (2000) depresif kadın hastaların profesyonel yardım almakta istekli davranırken erkek hastaların alkol gibi madde bağımlılıklarına yöneldiklerini belirtmişlerdir (Keskin ve ark., 2013). Travmatik olaylara toplumdaki güç dengesine bağlı olarak kadınların daha sık maruz kalması da değerlendirilen sebepler arasındadır (Gökalp, 2007).

Tüm bu durumların karşılığı olarak kadınların daha çok ‘hasta’ olmasına dair bir ‘kusur’ tespitinden ziyade kadınların neden gerçek tanılar veya toplumsal imaj yönünden bu durumda olduğuna dair çözümlerin ve sorgulamaların yapılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. Cinsiyet söz konusu olmaksızın psikolojiye dair çalışmalarda, psikolojiye dair öğrenimlerde ve en önemlisi psikolojik destek alma konusunda toplumu bilinçlendirme çalışmalarına önem verilmesinin zaruret olduğu görünmektedir. Bununla beraber kadınların yaşadıkları psikolojik sorunlarla ilgili kadınlara özgü biyolojik ve toplumsal detayların fark edilmesinin ve bunların kalıp yargılar olmaksızın eğitim ve aileye dair tüm çalışmalarda göz önünde bulundurulmasının önem arz ettiği düşünülmektedir. 

Sena Kübra ÇATALOĞLU

Uzman Psikolog