Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

İyi Aile Yoktur – Kitap İnceleme – Psikolektif + – Sayı – 14

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 2 Dakikadır.

Kitap Künyesi

Yazar Adı: Nihan Kaya

Yayınevi: İthaki Yayınları

Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2018

Sayfa Sayısı: 288

İyi Aile Yoktur kitabının yazarı Nihan Kaya; Türkçede 21 kitabı bulunan, psikoloji alanında dersler ve seminerler veren bir isimdir. Doktora tezini psikanalist Winnicott’un çalışmaları üzerine yazmayı planlamaktadır. Yazarın kitaplarında Alice Miller’dan da etkilendiği görülmektedir. Yazarın incelenen kitabında akıl sağlığının ölçütlerinden biri olan “normlara uygunluk” bireylere toplum tarafından normal olarak öğretilen davranışların sorgulanmasına destek olacak şekilde sunulmaktadır. Çocuk yetiştirme pratiklerini örnekler üzerinden inceleyen kitap, en iyi anne-babanın bile çocuklarına zarar verebileceğini, İyi Aile Yoktur demenin, bu salt gerçeği kabul etmek olduğunu özetlemektedir.

Çocukluk bir cehennem midir? Çocuklukta bireyler kendilerine yapılan yanlışları fark edecek zihinsel donanımdan yoksundur. Bu açıdan bakıldığında cehennem metaforunun özenle seçildiği görülmektedir. Cehennemin var olduğu düşünülmektedir, ancak tanıdıklarımız arasından onun nasıl bir yer olduğunu bilen birine rastlanmamaktadır. Psikanalitik bakış açılarında çocukluk travmalarının sıklıkla bastırıldığı söylenmektedir. Yetişkinlik, üzerinde çalışılmadığı takdirde bastırılan travmaların farklılaşan semptomlarla tekrarı niteliğindedir. Bu nedenle çocukların, yetişkinlerin kendilerine yönelik tutumlarını sıklıkla “norm” kabul ettikleri akılda tutulmalıdır. Çocukların sadece olumlu duygularını kabul etmek bu açıdan doğru olmayacaktır. Olumsuz görülen duyguları (öfke ve kıskançlık gibi) yasaklamak çocuğun travmalarını yok saymak anlamına gelecektir. Örneğin annesine öfkelenen çocuğa “Anneni asla üzmemelisin” demek uygun olmayan bir davranıştır. Bir çocuk istenmedik davranışlar sergiliyorsa, çocuğa yönelik tutumlarda yanlış giden süreçler araştırılmalıdır. Oysa toplumumuzda çoğunlukla çocuklardan saygı adı altında itaat etmeleri beklenmektedir. Saygı ise özünde karşılıklı ve hiyerarşilere dayanmayan bir değerdir. Saygıya dayalı bir iletişimin hüküm sürdüğü ailelerin sayısını arttırarak değerliliğini sınavlardan veya işe girip girememesinden almayan; kendiyle hoş hisseden yetişkinlerden oluşan bir toplumun hayali kurulabilir.

Kaygı ve depresyon, bireyin iç sesinin kendisine karşı sertleşmesiyle tanımlanabilecek süreçlerdir. Transaksiyonel analiz bakış açısına göre bireyler içsel anne ve babalarını susturmaya çalışarak yetişkinliklerini inşa etmektedirler. Öte yandan “Şunu istiyordum, ailem izin vermedi” şeklindeki cümleler ise kendi davranışının sorumluluğunu üstlenmemek ve ebeveynlere yüklemektir. Bu da sosyal psikolojinin alanına giren atıf hatalarına örnektir. Yanı sıra hiç kimse annesi iyi bir ev kadını değil diye yaralanmaz. Oysa toplumda sıklıkla iyi ev kadını olmakla iyi anne olmak karıştırılmaktadır. Bu durum akıllara toplumun cinsiyetlere atfettiği rolleri getirmelidir. Çocuklar söz konusu olduğunda sorumluluk sadece anneye veya ailelere yüklenemez; eğitim yaklaşımları ve eğitimciler de konu kapsamına alınmalıdır. Modern eğitim topluma uyumlu vatandaşlar üretme amacıyla ortaya çıkmıştır. Bugün okullarda normal karşıladığımız sıra düzeni, derslerin zille başlayıp sonlanması, soru sormak için parmak kaldırılması gibi birçok düzenlemenin arkasında bu amaç yatmaktadır. Alternatif bir örnek olan Montessori okullarında “instruction” denen öğretmenden öğrenciye bilgi akışı yöntemi yerine çocuklar her ne isterlerse o uğraşla ilgilenmektedirler. Bu okullar eğitimin doğal bir süreç olduğu savı üzerine kuruludur ve bu okullara devam eden öğrenciler ilginç bir şekilde beş yaşına gelmeden okuma-yazma öğrenmektedirler.

Sonuç olarak Adler, çocukların sadece istendik davranışlarını pekiştirmek gerektiğini ve istenmedik olanların görmezden gelinebileceğini savunur. Böylesi bir süreç ebeveynlerin ve eğitimcilerin yaratıcı olmasını gerektiren bir süreçtir. Bu yaratıcılık ancak ilgili bireyler kendi cehennemlerini (çocukluklarını) tanıyabildikleri ve “norm”larını sorgulayabildikleri ölçüde mümkün olacaktır.

‘‘Kitaba İlişkin İzlenimlerim’’

Kitapta Tolstoy’un Anna Karenina’yı sevimsiz bir kadın olarak kurgulamışken kaleminin sesine izin vererek bugün bildiğimiz Anna Karenina karakterini çizdiğinden söz ediliyor. Tolstoy, kaleminde akışa ve spontaniteye izin vermeseydi bugün Anna Karenina’yı okuyor olmayacaktık. Bu örnek İyi Aile Yoktur kitabının değerini iyi özetler görünüyor.

                                                                                              Elif GÖK

Psikolojik Danışman