
Yazarın Adı: Paulo COELHO
Yayınevi: Can
Basın Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2019
Sayfa Sayısı: 213
Paulo Coelho, Brezilyalı ve 1947 doğumlu. Kendini tümüyle edebiyata vermeden önce tiyatro yönetmenliği, oyunculuk, şarkı sözü yazarlığı ve gazetecilik yapmıştır. Hac adlı ilk romanından sonra Simyacı’yla dünya çapında üne erişen, bugüne kadar pek çok ödül ve nişana değer görülen Coelho; Birleşmiş Milletler Barış Elçisi ve Brezilya Edebiyat Akademisi üyesidir.
Kitapta, 24 yaşındaki Veronika’nın ilaç içerek gerçekleştirdiği başarısız bir intihar girişimi sonrasında yatırıldığı akıl hastanesi Villete’de yaşadıkları anlatılmaktadır.
Veronika, dışarıdan bakıldığında her istediğine sahip görünen, genç ve güzel bir kız olmasına rağmen intihar girişiminde bulunmasını iki temel sebeple açıklamakta: birincisi, her gününün bir öncekiyle aynı olması yani monotonluk, ikincisi; dünyada her şeyin yanlış olduğunu düşünmesine rağmen kendisini herhangi bir şeyi düzeltebilecek durumda görmemesidir. Veronika’ya, Villete’de bir hafta uyutulduktan sonra gözlerini açtığında Dr. İgor tarafından, aldığı ilaçlar sebebiyle kalbinin geri dönüşü olmayan bir hasara uğradığı ve bir haftalık ömrünün kaldığı söylenmiştir. Veronika, ne zaman geleceğini bilmediği ölüm saatini beklemektense kendi belirlediği bir zamanda ölebilmek için yeni yollar aramayı düşünmektedir. Villete’de tanıştığı depresyon hastası olan Zedka’dan, hastanede Kardeşlik Çemberi adı verilen, sırf istediklerini söyleyebilmek, eleştirilmemek, davranışlarında özgür olabilmek için ‘deli’ taklidi yapan, kolayca dışarıya girip çıkan bir grubun olduğunu ve aradığı hapları onların karşılayabileceğini öğrenmiştir. Veronika, ‘deli’ taklidi yapan bir grubun var olabileceğine önce inanmasa da Zedka’yla olan sohbetinden sonra kafasındaki “delilik” ve “normallik” kavramı alt üst olmuştur. Zedka tam da Dr. İgor gibi normalliğin fikir birliğinden başka bir şey olmadığını, farklı olmaya cesaret edemeyenlerin ayrı bir gerçeklik kurarak delirdiğini öne sürmektedir.
Veronika’nın anlam arayışı, davranışlarının sorumluluğunun kendisinde olduğunu fark etmesi, davranışlarındaki özgürlük vurgusu varoluşsal yaklaşımın temel savlarını akla getirmektedir. Öyle ki varoluşsal yaklaşıma göre; insan özgürdür, kendi yaşamını kendi oluşturur bu nedenle eylemlerinden sorumludur. Aynı zamanda insanın temel motivasyonu anlam arayışıdır.
Veronika, ara ara kalp krizi belirtilerini yaşamakta ve bunu kalbinin aldığı hasardan kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Ancak; gerçek, Dr. İgor’un Fenotol adlı ilaçla kalp krizi belirtilerini yapay olarak ortaya çıkarmasıdır. ‘Acılaşma’ adını verdiği rahatsızlık üzerine bir tez yazmaya çalışan Dr. İgor’un amaçladığı; hastalığın iyi bir örneği olduğunu düşündüğü Veronika’nın üzerinde tedavi yöntemini denemektir.
“ O hapları aldığımda nefret ettiğim birini öldürmeye çalışıyordum. İçimde başka, sevebileceğim Veronikalar olduğunu bilmiyordum.”
Veronika, şimdiye kadar yaşamını şekillendirirken, başkalarının beklentilerini çoğunlukla kendi isteklerinin önünde tuttuğunu fark etmiştir. Bu farkındalık, ailesinin sadece hobi olarak kalmasını istediği piyanoyla olan bağını Villete’de yeniden keşfetmesini sağlamıştır. Aynı zamanda piyano; şizofren tanısı konulan, hiç kimseye tepki vermeyen Eduard’la da iletişim dili haline gelmiştir. Hastanedeki diğer hastalarla kurduğu iletişim ve ‘delilik’in getirdiği özgürlük Veronika’yı bilişsel, duygusal, cinsel, davranışsal sınırlarını zorlamaya ve kendini tanımaya yönelik girişimlerde bulunmaya sevk etmiştir. En sonunda vücudunda herhangi bir hasarın olmadığından habersiz, ölümüne saatler kaldığını düşünerek şimdiye kadar öylesine yaptığı gündelik rutinlerini hassasiyetle yapabilmek için Eduard’la hastaneden kaçmıştır
Veronika’nın, ölüm kaygısıyla geçen her bir dakikanın önemini anlaması, varoluşçu yaklaşımın; “İnsanın ölüme ilişkin farkındalığı, yaşamın ve yaratıcılığın esin kaynağıdır.” görüşünü desteklemektedir. Varoluşçuluğa göre; ölümden korkmak aynı zamanda yaşamdan da korkmaktır. Yaşamı ve yaşamayı kabul edebilmek için ise; ölümü kabullenmek, yaşamın sonunu sürekli düşünmeden içinde bulunulan anı yaşamak gerekmektedir.
Villete’de pek çok hasta gözlerinin önünde ağır ağır gelişen kaçınılmaz ölüm bilincinin etkisinde kalmış, onlar da hayatta neler kaçırdıklarını düşünmeye, kendi yaşamlarını yeniden değerlendirmeye başlamışlardır. Böylece Dr. İgor’un “Ölüm bilinci bizi daha yoğun yaşamaya yöneltir.” savı haklı çıkmıştır.
Kitaba dair kişisel izlenimim:
Yazarın sade, duru ve akıcı anlatımıyla kitap oldukça kolay ilerlerken insan kendini sık sık sorular sorarken buluyor. Gerçekten ‘deli’ olan kim? İçimdeki ben ve başkaları için biçimlendirdiğim ben arasındaki farklar ne? Şimdiye kadar kaç kere Veronika’nın hissettiği gibi hissettim? Hayatımda neleri yapmak için erteliyorum? Yarın öleceğimi bilsem neler yapardım? Ya da ölmeyeceğimi nereden çıkardım? Eğer siz de kendinizi sorgulamayı, tanımaya çalışmayı, kendi varoluşsal kaygılarınızın farkına varmayı önemsiyorsanız kitabı okumanızda yarar var diyebilirim. Keyifli okumalar.
Havva Nur ERAYDIN
Psikolojik Danışman