
Film Analizi : The Reader
Yer: ABD/ALMANYA
Yıl: 2008
Yönetmen: Stephen Daldry
Oyuncular: Kate Winslet, Ralph Fiennes, David Kross
Adolf Hitler, Nazizm, 2. Dünya Savaşı… Hiç yabancı olmadığımız olgular. Yahudi düşmanlığı, ölen 65 milyona yakın insan ve arkasında suçlanan tek isim. Çoğu filmde Nazilerin yaptığı işkenceleri, kamplarda insanları nasıl diri diri yaktıklarını, yaşlı çocuk demeden yaptıkları soykırımları, insanlık tarihinin alnına kara bir yazıyla yazılan olayları seyrettik. Ve izledikçe de deyim yerindeyse kahrolduk. Peki hiç düşündük mü; bu kadar insan Adolf Hitler’in bir sözüyle nasıl bu kadar cani hale geldi? Maalesef Nazi Propagandası yapma etiketi almamak için çoğu film bu soruyu sormaktan çekiniyor. Fakat The Reader filmi bu anlayışa baş kaldırıyor. Bakış açımızı değiştiriyor ve olaylara kurbanların değil suçluların gözünden bakmamızı sağlıyor. Aynı zamanda içerisinde derin bir aşk hikayesini barındırıyor.
Yazı bu kısımdan itibaren spoiler içerebilir.
Hanna: 36 yaşında ve yalnız başına hayat mücadelesi veren bir kadın olan Hanna evinin önünde hastalanmış bir çocuğu görür ve ona yardım eder. Daha sonrasında çocuğa karşı hisler duymaya başlar ve aşk yaşarlar. Kitap okumayı değil dinlemeyi seven Hanna’nın filmin ilerleyen sahnelerinde okuma yazma bilmediğini öğreniyoruz. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra Hanna’yı 300 yahudiyi kilit altında tutarak onların yanarak ölmesinden sorumlu tutulan 6 gardiyan sanıktan biri olarak görüyoruz. Yaptığı şeylerin utancını taşımayan Hanna her şeyi olanca dürüstlüğüyle anlatıyor. Şaşkınlıkla bunu neden yaptığını sorduklarında Hanna’nın verdiği yanıt çok çarpıcı; “Ben bir gardiyanım, oradaki mahkumlara sahip çıkmam gerekiyordu. Eğer kapıyı açsaydık karmaşa oluşabilirdi. Siz olsaydınız ne yapardınız?”. Filmde bu sözü duymak aklıma çoğumuzun bildiği sosyal psikolojinin altın değerinde olan Milgram Deneyini getirdi. Bu deneyin ortaya çıkması da “Yahudi soykırımının sonuçlarının buna sebep olan kişiler tarafından benimsenmekte miydi yoksa bu insanlar sadece otoriteye boyun mu eğiyorlardı?” sorusunun sorulmasıyla olmuştur. Deneye göre boyun eğmenin ana unsuru bireyin başkasının dileklerini yerine getirmesinden ötürü kendini yaptığı davranışlardan sorumlu görmemesidir. Hanna’nın tepkilerinin rahatsız eden doğallığı buradan gelmekte olup, Hanna yaptığı şeyin yanlış olmadığını ve sadece ona verilen görevi yerine getirdiğini düşünmektedir. Davanın ilerleyen süreçlerinde Hanna okuma yazma bilmediğinin öğrenilmemesi için raporu yazdığını iddia ederek suçu üstlenmiş ve diğer gardiyanlar kısa süreli cezalar alırken Hanna ömür boyu hapse mahkum edilmiştir.
Micheal: Lise öğrencisiyken kendinden yaşça büyük olan birine aşık olan Micheal’in gelişim evreleri filmde işlenmekte. Ergenlikte ailesiyle ilgili yaşadığı problemleri görmekteyiz. Otoriter bir baba figürü ile yaşayan Micheal bu sorunları aşamayıp babasıyla ilişkisini kesiyor ve cenazesine dahi katılmıyor. Fakat buna rağmen annesinin onayını bekler şekilde davrandığını bazı sahnelerde görmekteyiz. Buradan Micheal’ın oedipus kompleksini tam olarak atlatamadığını ve belki de bu nedenle kendinden yaşça büyük bir kadına, bir otorite figürüne aşık olduğunu gözlemleyebiliriz. Üniversitede hukuk okumaya başlamış ve bir derslerinde savaş suçları mahkemesini gözlemlemeye gittiklerinde Hanna’nın davasına denk gelmektedir. Okuma yazma bilmemesine rağmen Hanna’nın suçu üstlenmesini görmekte ve kanunlara göre mahkemede bunu söylemesi gerekirken Micheal Hanna’nın kararına saygı duymaktadır. Bu sahnelerde Micheal’ın yaşadığı ikilemleri seyretmekteyiz. Kanunları mı yoksa sevdiği kadını mı seçmeli karar veremeyen Micheal sessiz kalıyor ve belki de filmin ilerleyen sahnelerinde Hanna’ya kitap okuduğu kasetleri göndermesinin sebebi vicdan azabını hafifletmeye çalışmaktır.
Her ülkenin tarihinde kabul etmek istemedikleri fakat buna mecbur kaldıkları bazı olaylar bulunmaktadır. Nazizm ise bunlardan sadece biridir. Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarının sebeplerini incelemektir ve yapılan çoğu deneyin, araştırmanın sebebi buradan gelmektedir. İnsanların suçlu olup olmadıklarına karar vermeden önce davranışlarının altında yatan sebepleri incelemeliyiz. The Reader bunu yapabilen filmlerden olduğu için kıymetlidir. İyi seyirler dilerim…
Tuğçe ERDEM
Psikolojik Danışman