
Uyku eğitiminin temelleri 20. yüzyılda geliştirilen Davranışçı Psikolojiye dayanmaktadır. Davranışçılığın mekanik paradigması çocuk yetiştirmeye uygulanmış ve anne sevgisinin tehlikeleri hakkında çok fazla uyarılarda bulunulmuştur. O zamandan kalma bir hükümet broşüründe altı aylıktan büyük bir bebeğe “Beşikte sessizce oturması öğretilmelidir, aksi takdirde anne tarafından sürekli izlenip eğlendirilmesi gerekebilir, bu ciddi bir zaman kaybıdır.” yer almaktadır (Blum, 2002).
Davranışçı görüşe göre, çocuğa “bağımsız olması öğretilmelidir.” Ancak bir bebeği bağımsızlığa zorlamak daha fazla bağımlılığa yol açabilir. Bunun aksine, bebeklere ihtiyaç duydukları şeyi vermek, sonrasında daha fazla bağımsızlığa yol açar. Davranışçı yaklaşım 20. yüzyılda önerdiği tutumların hala arkasında durmakta ve ebeveynlerin bebeğin beslenme ve rahatlama gibi temel ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olan bir tutumu benimsemektedir. Elbette bu tutum, çok fazla yardım ve ilgi istemeyen bir çocuğu besleyebilir, ancak ihtiyaçlarının karşılanması için ısrarcı olması gerektiğini öğrenen ve oldukça yüksek sesle ağlayarak sesini duyurmaya çalışan daha mızmız, mutsuz bir çocuk yetiştirme olasılığı daha yüksektir. Bu davranış tutumu yerine, bebeğin ihtiyaçlarına, bebek sıkıntıya girmeden önce cevap veren ve ağlamaya sebep olan ihtiyacını karşılayan bakım verenlerin, bağımsız çocuklara sahip olma olasılığı daha yüksektir (Stein ve Newcomb, 1994). Bebekle kurulan ilişkide, en başından itibaren, yatıştıran, rahatlatan ve şefkati esirgemeyen bir tutum benimsenmesi en iyisidir.
Dokunmanın ve Şefkatin Önemi
Bebeklerin gelişimi için dokunmak hem fiziksel hem de duygusal olarak önemlidir. 1944 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 20 yeni doğan bebeğin yalnızca fizyolojik ihtiyaçlarının karşıladığı bir deney gerçekleştirilmiştir. Bebeklerin ihtiyacını karşılayan bakıcılar adeta bir makine gibiydi. Başka bir ifade ile yalnızca bebeklerin fizyolojik ihtiyaçlarını karşılıyor bunun haricinde mecbur kalmadıkça bebeklerle göz teması dahi kurmuyorlardı. Bu deneyin dördüncü ayından sonra, bebeklerin yarısından fazlası ölmüştür. Bebeklerin her biri istisnasız ölümlerinden önce ses çıkarmayı, bakıcılarının ilgisini çekmeye çalışmayı kesmiş, çoğu hareket etmeyi, ağlamayı, jest, mimik göstermeyi bıraktıkları bir evre olan “vazgeçti evresine” girmiştir. Ve ölüm bu ‘‘vazgeçti evresinden” sonra gerçekleşmiştir. Dört ayın sonunda daha fazla ölüme neden olmamak için deney sonlandırılmış ve kalan bebekler doğal bir aile ortamına alınmıştır. Fakat kalan bebekler de ‘‘vazgeçti evresine” girdiği için kurtarılamamıştır. Bu deney bizlere bebeklerin gelişimi için şefkatin, sevginin ve dokunmanın önemini göstermektedir (Chapin, 1915). Davranışçı uyku eğitimi de maalesef bu deneyde olduğu gibi bebeklerin güvenli uykuya geçiş sürecinde dokunmanın önemini görmezden gelmektedir. Bu eğitim yöntemi bebekleri öldürmüyor ama zarar vermediği anlamına da gelmiyor, gelin davranışçı uyku eğitiminin diğer sonuçlarına da göz atalım:
- Bebeklik beynin hızla geliştiği bir dönemdir. Anne karnında beyin gelişiminin sadece %25’ini tamamlayan bir bebek, yaşamın ilk yılında hızlı bir beyin büyümesi geçirir. Bebek çok sıkıntılı olduğunda, beyindeki sinapsların hasar görmesine sebep olan koşullar oluşur. Kortizol hormonu salgılanır ve bu hormonun fazlası, nöronları öldürür. Ancak sonuçları hemen görülmeyebilir (Thomas, Hotsenpiller ve Peterson, 2007). Aşırı stres zamanlarında hangi nöronların bağlanmadığını veya silinmediğini kim bilebilir? Uyku eğitimi sırasında yaşanan düzenli ve sıkıntılı bir deneyimden yıllar sonra hangi eksiklikler ortaya çıkabilir?
- Düzensiz stres reaktivitesi, sadece beyinde stres sistemi ile değil, aynı zamanda birden fazla sistemde (örneğin sindirim) işleyişi etkileyen bir sinir olan vagus siniri yoluyla vücudu etkileyebilir (Bremmer ve ark., 1998).
- Güven zedelenebilir. Yaşamın ilk yılı, dünyaya, bakım verenin dünyasına ve benliğin dünyasına güven duygusunun oluşturulduğu hassas bir dönemdir (Erikson, 1963). Bir bebeğin ihtiyaçları sıkıntı olmadan karşılandığında, çocuk dünyanın güvenilir bir yer olduğunu, ilişkilerin destekleyici olduğunu ve benliğinin ihtiyaçlarını karşılayabilen birinin olduğunu öğrenir. Bir bebeğin ihtiyaçları göz ardı edildiğinde, çocuk ilişkilere ve dünyaya karşı bir güvensizlik duygusu geliştirir.
- Öz denetim zayıflayabilir. Bebek, kendini düzenlemeyi öğrenmek için bakım verene bağımlıdır. Bir bebek korktuğunda ve bir ebeveyn bebeği kucağına alıp rahatlattığında, bebek bu duyguları tekrar yaşadığında ebeveyn tarafından rahatlatılmayı bekler. Aslında bebeğin bu beklentide olması ve bu ihtiyacının karşılandığını bilmesi, ileri dönem duygu düzenleme becerisinin temelini oluşturur ve beyin gelişimiyle birlikte kendi becerilerine entegre eder. Diğer yandan, bebekler yalnız kaldıklarında kendilerini rahat hissetmezler. Tek başlarına ağlamaya bırakılırlarsa, ağlamanın şiddetini artırıp, sonrasında karşılık bulamadıklarında kabullenilmiş çaresizlikle kendilerini güven duygusuna kapatmayı öğrenirler (Henry ve Wang, 1998).
- Bakım verenin hassasiyeti zarar görebilir. Bebek ağlamasını görmezden gelmeyi öğrenen bir bakım veren, bebeğin ihtiyaçlarına ve ihtiyaçlarını ifade etmek için kullandığı küçük sinyallere duyarsızlaşabilir. Bakım veren ile bebek arasındaki ilişki yetişkin tarafından bozulur ama çocuk tarafından onarılamaz.
Bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarına yanıt vermesi, pek çok olumlu sonuçla ilişkilidir. Çalışmalarda, bakım veren duyarlılığının daha yüksek zekâ, empati, öz düzenleme becerisi ve sosyal yeterlik ile olumlu ilişkili olduğu bulunmuş; saldırganlık veya depresyon riskinin ise daha az olduğu gösterilmiştir (Narvaez, 2011).
Bir Bebeğin Uykusundan Neler Beklemeliyiz?
Bebekler yetişkinler gibi uyumaz. O halde bunu onlardan beklememiz pek gerçekçi değil. Bu noktada söz konusu bebeklerin uykusu olduğu zaman sorun her zaman bebeğin biyolojisi değil, yetişkinlerin beklentisinin devreye girmesi ile ilgili olduğunu görüyoruz. Peki bir bebeğin uykusundan neler beklemeliyiz?
- Bebeklerin uyku döngüleri daha kısa ve daha fazladır. Yani “gece boyunca uyuma” beklentisi epey yanıltıcıdır. Bebekler bütün gece birden fazla uyku döngüsünden geçerler ve daha fazla REM uykusu geçişlerinin sonucunda bir yetişkine göre daha sık uyanır ve daha çok rüya ya da kâbus görürler.
- Sirkadyen ritimleri henüz oturmamıştır. Sirkadyen ritim, bize uyku zamanı mı, yoksa uyanık kalma zamanı mı olduğunu söyleyen “içsel beden saatidir.” Sirkadyen sistem ortalama iki ayda olgunlaşacak ve üç ayda tam oturacaktır. Bu süreçte 8 saat civarı başlayan gece uyku süresi 10 saat civarına artar. Gece uykusu içindeki en uzun uyku bloğu 3.5 saatten 5.5 saatte kadar artabilir. Bunların sonucunda gece uykusunda sık uyanma ve düzensizlik görülebilir.
- Bebeklerin mideleri küçük olduğu için geceleri acıkırlar ve daha sık uyanmalarının bir diğer sebebi budur. Bu durum son derece doğaldır. Birinci haftanın sonunda bir bebeğin midesi en fazla 60 gram süt alırken birinci ayının sonunda bu miktar 150 grama çıkar. Yani mide kapasitesi arttıkça acıkmadan dolayı uyanmaların sayısı da azalacaktır (Ockwell-Smith, 2016).
- Bebeklerin uykuya geçiş sürecinde yoğun destek ihtiyacı vardır. Aylar boyunca annesinin bedeniyle bir bütün olmuş bebeğin anne rahminden ayrılıp bambaşka bir dünyaya gelmesi hayatındaki en büyük ve sarsıcı değişimdir. Bu dünyaya uyumlanma sürecinde güvende olduğunu hissetmek için anneye yakın olmak ister (Keşan, 2020).
- Yaşamın ilk yılları özellikle değişikliklerle doludur. Diş çıkarma, emekleme, katı gıdaya geçiş, bakım veren değişimi (annenin işe başlaması vb.) gibi gelişim atakları huzursuzluğa ve dengelerinin bozulmasına sebep olur. Bebeklerin uyku süreleri gittikçe azalır ve bebekler iç ve dış ortamları düzenleyemedikleri için ebeveynlerinin onları daha çok rahatlatmasına ihtiyaç duyarlar. Bunu göz önünde bulundurduğumuz zaman uykunun değişmeden kalmasının beklemek gerçekçi durmuyor (Akt., Ockwell-Smith, 2016, s. 27).
- En önemli etken annenin duygusal durumudur. Yenidoğan döneminde annenin duygusal durumu ve özellikle yetersizlik duygusu, bebek beslenme ve uykusunu etkileyen en temel faktörlerdendir (Keşan, 2020).
- Gündüz uykuları 4-6 ay arasında günde 3-4 uyku, 9-12 ay arasında ise günde 2 uyku şeklinde ilerler (Gibb ve Church, 2013). Hayatın ikinci senesinde gündüz uykusu 1’e düşer ve bu uyku kreş yıllarına kadar korunur (Anders, 2016).
- Gece uykuları yenidoğan sonrası süre olarak uzar, 6. ayda ortalama 11 saate ulaşır ve erken çocukluk boyunca ortalama bu sürede korunur (Gibb ve Church, 2013).
Özetle, uyku eğitiminin temellerinden ve bunun bebekte bıraktığı etkinin öneminden bahsettik. Aynı zamanda bir bebeğin uykusundan neler bekleyebileceğimizi inceledik. Yazıyı noktalarken bebeğin güvenli uykuya geçişinde bakım verenin eşlikçi rolünü vurgulayan Melis Keşan’ın kitabındaki cümleye değinmek isterim: ‘‘Uyku eğitimi vermek bebeğiniz ilk adımlarını atarken ellerini tutmamakla, kreşin ilk günü ağlayarak onu henüz güvenmediği bir ortam ve kişilere bırakmakla, daha ilk lokmasını yerken tüm yemeğini kendi kendine yemesini beklemekle, denize girdiğinde yüzmesini ummakla aynı tecrübe. Gelişim güvenle, düzenli bir süreçte ve ebeveyn desteği ile olunca sağlıklıdır.’’ (Keşan, 2020, s. 194).
Başak KILINÇ
Psikolojik Danışman