Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

OYUN VE GERÇEKLİK – Kitap İnceleme – Psikolektif + – Sayı – 17

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Kitap Künyesi

Yazar Adı: Donald W. Winnicott

Yayınevi: Metis Yayınları

Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, 2021

Sayfa Sayısı: 208

Winnicott, psikanalitik terapilerin kayda değer isimlerinden biri olmasının yanı sıra vurgulanmalıdır ki çocuk psikolojisi üzerine uzmanlaşmış bir doktordur da. Psikanalitik bakış açıları arasında dürtüler ve çatışmalardan ziyade ilişkiye dikkatleri çeken nesne ilişkileri okulunun en önemli isimlerinden biridir. Dürtü, bilindiği üzere belirli bir yöne kanalize olmayı arzulayan olguları ifade etmektedir. Ancak nesne ilişkileri okulu, dürtünün giderilmesinde yönelişsel bir olgu olmasına dikkatleri çekmeleri yönüyle klasik Freudyen bakış açısından ayrılmaktadır. Burada “nesne” sözcüğünün kullanmaya, tüketmeye açık ve uygun bir başkasını anlatmak için kullanıldığına dikkat edilmelidir. Winnicott, anneye ve bebeğe bakım veren diğer aile üyelerine yüksek derecede odaklanmıştır. Kuramında özetle başlangıçta dağınık olan kimliğin, annenin çocukla ilgili bütünleşmiş tasarımlarıyla bütünlük kazanmaya başladığı anlatılmaktadır. Aslında burada annenin bebekle ilgili yalnızca fiziksel bakımına değil, aynı zamanda bebeği idealize etme biçimine de vurgu yapılmaktadır. Benzer şekilde alan yazında da annelerin çocuklarına yönelik mesleki beklentilerinin, çocukların kendilerinden beklentilerini etkilediği ve bu etkinin babalara kıyasla daha büyük bir etki olduğu yönünde bulgulara sahip boylamsal araştırmalar vardır. Bu araştırmalar, Winnicott’un kuramını destekler şekilde, annelerin bireylerin yaşamında kayda değer derecede önemli faktörler olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. Yapıcı yönde yapılan eleştirilerin, yargılayıcı yönde olanlardan çok daha geliştirici kabul edilmesi de Winnicott’a uzak bir konu değildir. Winnicott, ortada yeterince iyi bir anne olmadığı sürece bebeklerin haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçmelerinin mümkün olmadığını belirtmektedir. Freud, haz ilkesini ilk etapta bilinçdışı dürtülerin doyuma ulaşması olarak tanımlamışsa da sonrasında bu bilgiyi güncelleyerek haz ilkesinin gerçeklik yönünden de bahsetmiştir. Ona göre ego dediğimiz ruhsal aygıt, id ile süper egonun talepleri arasında dengeyi kurmaya çalışarak bizi insani, yani toplumsal bir varlık kılmaktadır. Winnicott’un egonun bu işlevini doğrudan annenin bebeğin ihtiyaçlarını karşılamadaki yeterliliğiyle açıkladığı görülmektedir. Winnicott, ayrıca “sahte kendilik” kavramından söz etmektedir. Bu kavram, çevrenin bireye sağlayamadığı olumlu ortamı sürekli olarak kendisi için oluşturmaya yönelik bir aktiviteye işaret etmektedir. Yeterince iyi bir anneye sahip olamamış ve sahte kendilik geliştirmiş bir bireyin, ailesinin kendisinden beklentileri doğrultusunda davranarak mutlu olmasını beklemek anlamsızdır. Velhasıl, Narcissos mitini düşündüğümüzde de sevme kapasitesi olmayan, yalnızca ve yalnızca kendine odaklanmış birinin bu yönüyle lanetlenmiş sayılmasını anlamak gerekir. Psikoterapi de anneyle bebek arasında yaşanan sürecin başkalaşmış bir tekrarından ibarettir. Bir mekan olarak terapi odası, danışanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü kültürel bir mekandır. Eğer terapist, nesneleri kullanmakta zorluk yaşıyor, yani oynayamıyorsa terapist olmaya uygun değil demektir. Ancak danışan bu durumda olduğunda yapılması gereken onun ihtiyaçlarına uyum göstererek kendini güvende ve hayatı sürdürülebilir, yani oynanabilir bir konuma taşımaktır. Winnicott, bu süreci yaratıcılıkla bağlantılı görmektedir. Oyun, yaratıcılık ve kültürün yan yana yer alması kuramın önemini gözler önüne sermekte yeterlidir. Danışanla terapist arasında kurulan terapötik bağ sağlamlaştıkça danışan özerkliğe kavuşma ihtiyacını hissetmeye başlamaktadır. Bu süreç tıpkı annenin karşısındaki bebeğin hem biraz özgürce hareket etmek isteyip hem de fazla uzaklaşmamak istediği döneme karşılık gelmektedir. Anne çocuğa gerekli özgürlük ve spontanlık alanını tanımazsa, çocuk özerkleşmez ve terapist danışanı bir anda kendi ayakları üzerinde durmaya zorlarsa bu davranışı danışan tarafından tehdit olarak algılanacaktır. Özetle bu bir denge kurma oyununa benzemektedir. Terapi süreci, kültürel kodlarla donatılmış iki oyun alanının birbirine yaklaşıp uzaklaşmasını ve eninde sonunda ayrılmalarını özetlemektedir. Dirençler ise sahte kendiliğe bürünerek çekirdek yaşantıların izlerini güvenceye almak olarak anlaşılmalıdır. Bu durumlarda terapistin hayatta kalması, yani kapsayıcılığını sürdürmesi önemli olmaktadır.

Kitaba İlişkin Kişisel İzlenimlerim

Winnicott’un nesne ilişkileri kuramında ilgimi özellikle çeken bir yön vardır. Bilirsiniz; psikanalitik kuramlar, feminist bakış açıları tarafından ataerkil baba imgesini desteklemeleri yönüyle ağır topa tutulmaktadırlar. Oysa Winnicott, geçiş nesnesinden bahsederken, bu ilk ben olmayan şeyi kullanma açısından oğlanlarla kızlar arasında kayda değer bir fark olmadığını yazmaktadır. Öte yandan, psikoloji alanında yapılan birçok araştırmanın bulguları annelerin çocukların hayatında epey önemli figürler olarak yer aldığı konusunda hemfikir görünmektedir. İşte tam olarak bu nokta, ataerkil toplumun annelere yüklediği sorumluluklarla ilgili algılanmalıdır. Winnicott’un söylemini özellikle feminist açıdan anlamlı buluyorum. Umarım, kafa karıştırıcı olmadan konuyu özetlemeyi başarmışımdır. İyi okumalar dilerim.

                                                                                                                                  Elif GÖK

                                                                                                     Uzman Psikolojik Danışman