Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Kelebeğin Rüyası – Film İnceleme – Psikolektif + – Sayı – 23

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Film Künyesi

Vizyon tarihi: 2013

Tür: Romantik/Dram

Yapım: Türkiye

Süre: 139 dk

Imdb Puanı: 8

Oyuncular: Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Farah Zeynep Abdullah, Mert Fırat

Yönetmen: Yılmaz Erdoğan

“Yazı spoiler içermektedir.”

Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, Türk Edebiyatı’nın 22 ve 24 yaşında hayatını kaybetmiş kelebek ömürlü iki şairi… Gerçek hayat hikayelerinden yoğrulan Kelebeğin Rüyası, 1940’lı yılların Türkiye’sinde yeniden kurulan Zonguldak şehrini arka planına alarak iki gencin, hocaları Behçet Necatigil rehberliğinde şair olma yolculuklarını anlatmaktadır. Muzaffer Uslu, “Acı, bahanesidir şiirin.” diyor filmde ve her sahne izleyicinin “Bu iki gencin şiir yazmak için ne çok bahanesi var.” cümlesini kurmasını sağlamaktadır.

“Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan”  

Film, iktidar tarafından çıkarılan ‘Mükellef Yasası’ sebebiyle 15-65 yaş arası herkesin madende çalışmak zorunda kaldığı dönemde, en büyük tutkusu edebiyat olan ve şiirlerini ünlü ‘Varlık’ dergisinde görmeyi amaç edinen iki gencin hayat yolculuğunu anlatmaktadır. Bu hayat yolculuğunda, hocam dedikleri Behçet Necatigil ile anılarını, aşık olmalarını, verem hastalığı ile mücadele edişlerini, hastalığa rağmen şiirleri ile var olmaya çalışmalarını görmekteyiz. Muzaffer Uslu telgraf şirketinde, Rüştü Onur ise maden idaresinde görev almaktadır. Genç şairlerimiz, şiirleri dergilere kabul almadığı için kendi elleriyle şiir kitabı oluşturup, işten kalan zamanlarında onları satmaya çalışmaktadır. Belediye başkanının kızının şehre gelmesiyle birlikte şairlerimiz, şiir yazmaları için bir amaç daha bulmuş ve Suzan’a kendilerini beğendirmek adına şiirler yazmaya başlamıştır. Rüştü’nün hastalığı ilerleyince Heybeliada Sanatoryumu’na kabul edilmiştir. Rüştü oradaki hastalardan Mediha’ya yoğun duygular beslemeye başlamış ve Muzaffer ile Suzan da gittikçe yakınlaşmıştır. Film boyunca Muzaffer içine kapanık ve öz güveni düşük bir profil sergilemektedir. Sürekli saçlarını düzeltmesi, biriyle konuşurken dudaklarını kapatması, tırnaklarını yemesi ve görece kambur durması öz güven düşüklüğünün işareti olarak değerlendirilebilir.

Gerçeklik Terapisine göre birey; hayatta kalmak, sevmek, güç, özgürlük, eğlence olmak üzere beş temel ihtiyaç ile dünyaya gelmiştir. Bu ihtiyaçlar temel olarak her insanda bulunur ve kültürden bağımsızdır. Doğumdan ölüme kadar seçtiğimiz her davranış bu ihtiyaçlarımızı karşılamaya yöneliktir. Gerçeklik Terapisinin ihtiyaçlarını, karakterlerin üzerinden inceleyecek olursak sevmedikleri işlerde çalışmalarının, kendilerini geçindirecek kadar para kazanmalarının ve hastalıklarına çare bulmak üzere sanatoryuma gitmelerinin hayatta kalma ihtiyaçlarını gidermeye yönelik davranışlar olduğu söylenebilir. Rüştü’nün Mediha’ya, Muzaffer’in ise Suzan’a aşık olması sevme ihtiyacını karşılamaktadır. Sürekli şiir yazmaları ve sabırla şiirlerinin Varlık Dergisi’nde çıkmasını beklemeleri ise hayatlarının kontrolünü alarak güç ihtiyacını karşılamaya çalıştıklarını göstermektedir. Belediye başkanının kızıyla görüşmesini istememesine rağmen Muzaffer’in Suzan ile görüşmeye devam etmesi, Rüştü’nün kimseden saklamadan Mediha’ya aşkını ilan etmesi de özgürlük ihtiyacını karşılamaya yönelik hareketler olarak değerlendirilebilir. Yoğun işlerde çalışmalarına, sağlıklarını kaybetmelerine, parasız günler geçirmelerine rağmen iki karakterin birlikte gülebilmeleri, şiir yazarak birbirleri ile yarışmaları ise eğlence ihtiyacını karşılamaktadır. Kısıtlı koşullarda, ölüme yaklaştıklarını bilmelerine rağmen karakterler farkında olarak ya da olmayarak beş temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik davranış seçimleri göstermektedir.

Hastalığının ilerlemesi sebebiyle Mediha, sanatoryumdan taburcu edilmiştir. Onun ayrılması üzerine Muzaffer ve Rüştü de sanatoryumu terk etmişlerdir. Rüştü ve Mediha ilerleyen günlerde evlenmiştir fakat çiftin mutluluğu sağlıklarının kötüye gitmesine ve veremin ilerlemesine engel olamamıştır. O dönemlerde sağlık kuruluşları veremli hastaların vücudunu alkolle silerek tedavi uygulamaktadır. Mediha’nın gittikçe kötüleşmesi üzerine Rüştü, marketten alkol almaya çalışmış fakat parası olmadığı için alkolü çalmak zorunda kalmıştır. Bu durum akıllara Kohlberg’i ve etik ikilemleri akla getirmektedir. Bir erkeğin parası olmadığından dolayı marketten eşinin hastalığına iyi gelecek alkolü çalması ahlak dışı bir davranış mıdır? Bu tarz soruların doğru cevabı bulunmamaktadır ve film de bu soruya cevap vermek yerine cevabı seyirciye bırakmaktadır.

Ölümün kıyısında gezinen üç yaşamı içinde barındıran hikayede Varoluşçuluk akla gelen ilk şey olmaktadır. Varoluşçuluk ölüme olumsuz olarak bakmamakta ancak, ölümün yaşama anlam getirdiğinin farkına varılması gerektiğini savunmaktadır. İnsanın ayırıcı özelliği gelecek gerçeğini ve ölümün kaçınılmazlığını kavrama yeteneğidir. Ölüme ilişkin farkındalık yaşamın ve yaratıcılığın esin kaynağıdır. Tüm insanlar ölümlüdür ve yaşamda her isteneni gerçekleştirecek kadar zaman yoktur. En önemli kavramlardan biri olan varoluş kaygısı, bireyin kendi varlığını ve yaşamın anlamını anlama ve kabullenme sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkar. Bu kavram, insanın yaşamı boyunca karşılaştığı; ölüm, yalnızlık, özgürlük ve anlam arayışı gibi temel varoluşsal sorunlarla ilişkilidir. Varoluşçuluk eylemsizliğin de bir seçim olduğunu ve insanın kaderini kendisinin oluşturduğunu savunmaktadır. Verilen bilgiler ışığında bakıldığında başkahramanlarımızın varoluşsal amaçları şiirlerinin, onları anlayan insanlarla buluşmasını sağlamaktır. Mediha hayatını kaybettikten sonra Rüştü, sağlığını düzeltmeye yönelik herhangi bir çaba içerisine girmemiş ve eylemsizliği seçmiştir. Mediha’nın ölümünden sonra iki şair odaya kapanmış ve 17 gün boyunca odanın duvarlarına şiirler yazmıştır. Ölümün ayak sesleri yaklaştıkça varoluşsal kaygılarının arttığı ve kıyıda köşede kalan tüm şiirlerini dışarı vurmaya çalıştıkları söylenebilmektedir.

“Filme ilişkin izlenimlerim”

Var olma çabası insanlığın ilk gününden beri kendini gösteren bir mücadele. Kelebeğin rüyası bu mücadeleyi iki başarılı şairimiz üzerinden aktarmaktadır. Her insan varoluşsal amacını düşe kalka da olsa gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Behçet Necatigil filmde boşuna demiyor “Sen takma kafana Muzaffer, senin savaşın sana yeter.” İyi seyirler…

Tuğçe UYSAL

Uzman Psikolojik Danışman

Tuğçe Uysal

Psikolojik danışman, Psikolektif+ Genel Yayın Yönetmeni. MEB’e bağlı bir okulda görev yapıyor, yüksek lisansını 2021’de tamamladı.