
Oyunun Türü: Trajikomedi
Oyunun Süresi: 1 Saat 45 Dakika
Perde Sayısı: 2 Perde
Yazan: Dave Hanson
Çeviren: Ekin Tunçay Turan
Yöneten: İlham Yazar
Sergileyen: Antalya DT
Sezon: 2018 – 2019
Oyunun Konusu; Oyun, Samuel Beckett’in 2 perdelik ünlü trajikomedisi “Godot’yu Beklerken” oyununu oynayabilmek için sahne arkasında bekleyen 2 yedek oyuncu etrafında kurgulanmıştır. Başrol olma hayalindeki yedek oyuncular hiç görmedikleri yönetmenin gelip onları sahneye çıkartmasını beklemektedir. Oyunda Godot’yu bekleme aşamasına geçmek için bile bekleyen kahramanların trajikomik durumu bir yandan felsefik ve bir yandan mizahi ögeler kullanılarak anlatılmaktadır. Oyun, absürt yapısının yanısıra düşündüren diyalogları ve başarılı kurgusuyla da dikkat çekmektedir. Metaforlar kullanılarak varoluşsal mesajlar verilen oyun, izlerken de sonrasında da izleyicinin düşüncelere dalmasına neden olmaktadır. Oyun, Samuel Beckett’in eseri referans alınarak yazıldığı için izlemeden önce “Godot’yu Beklerken” oyununu izlemeniz ya da kitabını okumanız oyundan aldığınız doyumu arttıracaktır.
-İnceleme Bu Kısımdan İtibaren Spoiler da İçermektedir. –
Oyunda uzun süredir sahneye çıkmayı hayal eden Val ve Ester isimli yedek oyuncuların sahne arkasındaki diyaloglarına konuk olunmaktadır. Yedek oyuncuların oyunu sahnelemeye yükledikleri anlam oyunun ilk sahnesinden itibaren göze çarpmaktadır. Onlara göre eğer bu oyunu sahnelerlerse ünlü birer oyuncu olacaklar, zengin olacaklar, daha çok sevilecekler, istedikleri her şeye sahip olacaklardır. Bu yüzden oyun her sahnelendiğinde sahne arkasında tam vaktinde ve kostümleriyle hazır bulunarak saatlerce beklerler. Yaşantıya yükledikleri anlamlar düşünüldüğünde Viktor Frankl tarafından geliştirilen logoterapi kuramı akıllara gelebilir. Karakterler yaşama anlamlarını kurama uygun biçimde oynamayı istedikleri oyun üzerine kurmuşlardır. Hatta oyunu sahnelemeseler bile bu castın bir parçası olmakla gururlanmaları dikkat çekmektedir. Bu oyun aracılığıyla bir nevi görülmek ve var olmanın kavgasını vermektedirler. Adeta sahne arkasına hapsolmuşlardır ve eğer bir gün oyuna çıkabilirlerse özgürleşecek gibidirler. Uzun süredir büyük bir umutla bekledikleri başrol için sahneye çıkma ihtimalleri olduğunda ellerinin ayaklarına dolanması, ne yapacaklarını şaşırmaları, kaçmaya ve saklanmaya yeltenmeleri her ne kadar beklenmedik bir tavır olsa da, bu durum Frankl’ın otobiyografik tarzda yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı” isimli kitabında değindiği “özgürlüğüne kavuşan bir tutuklunun” düşünceleriyle benzerlik göstermektedir. Serbest kaldığında yıllardır hayal ettiği özgürlüğü beklediği gibi hissedemeyen tutuklunun kitaptaki tasviri gibi karakterlerimizin de yıllar boyu kurdukları hayalleri, beklentileri ve bekleyişleri anlamın yitirilmesine sebep olmuştur. Sanki artık oyunu sahnelemekten değil de oyunu sahnelemeyi beklemekten, bunun hayalini kurmaktan keyif alır olmuşlardır.
Karakterlerin diyalogları düşünüldüğünde içinde bulundukları durumu mizahi bir bakışla yorumlamaları dikkat çekmektedir. Birçok terapi kuramında mizah, varoluşu korumak için bir duvar olarak tanımlanmaktadır. Buradan yola çıkarak da karakterlerimizin başarısızlık ve sayısız reddedilmeyle bu duvar sayesinde başa çıktığı düşünülür.
Yine logoterapi kapsamında düşünüldüğünde karakterlerin hiçbir yere ayrılmadan bekleyişleri, ettikleri şikâyetler, tamamıyla kendi seçimleri olarak yansıtılmaktadır. İstedikleri zaman çekip gidebilecekken, farklı fırsatları değerlendirebilecekken karakterlerimiz bir an için bile olsa sahne arkasından ayrılmamaktadır. Oyunun sonlarına doğru seçimlerini sorgulayan Val, beklemek konusunda daha kararlı olan Ester’e içinde bulundukları durumun sorumluluğunu almaları gerektiğinin bilincini aşılamıştır. Bu bekleyiş ne yönetmenin ne oyunu sergileyenlerin ne de seyircilerin suçudur. Kararı alan da uygulayan da karakterlerin kendisidir.
Beklemek üzerine kurulmuş olan oyunda “umut” kavramına yoğunlaşılması dikkat çekmektedir. Pozitif psikoterapinin önemli kavramlarından olan “umut” karakterlerin tavırlarında, diyaloglarında açıkça işlenmiştir. Kavram kapsamında düşünüldüğünde karakterlerin umudu uygun olmayan şekilde, pasifçe, kullandıkları düşünülebilir. Karakterlerimiz yalnızca beklemekle yetinmektedir. Oynamayı hayal ettikleri oyunun içeriği hakkında bile düşünmemiş olmaları, oynamaya çalıştıklarında tek bir repliği bile hatırlamamaları bu durumu kanıtlar niteliktedir.
Karakterlerden Ester, yedek oyunculuk konusunda daha uzun bir geçmişe sahip, eksiklerini kabul etmekte zorlanan ve kendini kanıtlama çabasında bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Sürekli olarak aslında benzer bir konumda bulunduğu Val’i aşağılama girişiminde bulunmaktadır. Neredeyse her konuşmasında kendini büyük bir oyuncu, tiyatro eğitmeni, senarist gibi anlatır. Val’i etkilemekten doyum alır. Beğenilme ve takdir görme konusundaki eksikliklerinin onu bu duruma ittiği düşünülebilir. Hayatının merkezinde başrol oyuncusu olmak vardır ve bunun dışında farklı bir şey düşünememektedir. Canlandıracağı karakterin yeleği üstüne uymamasına rağmen yeleğe yüklediği anlam doğrultusunda onu kimseye vermek istemez. Yeleğini kaybettiğini düşündüğünde dünyası başına yıkılır. Hayallerinin, yaşamının son bulduğundan bahsetmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. Karakterin kurallara olan aşırı bağlılığı da gözden kaçmamıştır, her şey usulüne uygun ve sırasıyla ilerlemelidir. Otoriteye olan bu bağlılığı da düşünüldüğünde karakterin tavırları takıntılı (obsesif) bir bireyi anımsatmıştır. Bu kapsamda karakterin oyunda sunduğu takıntılılığı (obsesifliği) düşündüren farklı ipuçları da göz önüne alınmalıdır.
Bir diğer yedek oyuncu olan Val ise Ester’e göre daha silik görünmektedir. Ester gibi kendini övmez; fakat birçok yönden ondan daha iyidir. Eksikliklerini açık yüreklilikle, maske kullanmadan dile getirebilir. Bu kişisel farkındalığı, oyunun sonlarına doğru Val karakterine cesaretli davranabilmek ve uygun seçimler yapabilmek konusunda yarar sağlayacaktır.
Feyza KILINÇ
Psikolojik Danışman