Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA – FİLM İNCELEME – Psikolektif + – Sayı – 13

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Film Künyesi

Vizyon Tarihi: 2011

Tür: Dram, Suç

Yapım: Türkiye

Süre: 157 dakika

İmdb puanı : 7,9

Oyuncular: Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan

Nuri Bilge Ceylan’ın hem senaristliğini hem yönetmenliğini üstlendiği film, zanlısından savcısına, doktorundan jandarmasına, komiserinden şoförüne farklı profil ve temsiliyetleri barındıran kalabalık bir ekibin bir gece vakti bozkırın ortasında gömülü bir cesedi araması ile başlamaktadır. Bir cinayetin aydınlatılması yolunda, karakterlerin yaklaşık 12 saatine ışık tutan film; 2011 yılında 64. Cannes Film Festivalinde Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür.

‘‘Yazı spoiler içermektedir.’’

Film boyunca kurulan bütün ilişki ve iletişimlerde güç hiyerarşisi dikkat çekmektedir. Her bir karakterin statü olarak kendinden aşağıda olduğunu düşündüğü karakter üstünde baskı kurma eğiliminde olduğu görülmektedir. Şoförler arasındaki ben daha iyiyim, ben daha iyi biliyorum çekişmesinin; doktor ve savcı arasındaki “benim mesleğim daha zor ve daha önemli” çekişmesine dönüştüğü görülmektedir. Karakterler kendi kulvarlarında olduğunu düşündükleri karakteri ezme gayretinden geri durmamakta gücünün yetmeyeceğini düşündüğündeyse itibarsızlaştırma gibi farklı yollara başvurmaktadır. Güç kavramı Gerçeklik Terapisi’nde de ele alınan önemli kavramlardan birisidir. Glasser, bireylerin en temel motivasyonunun acıyı azaltmak ve hazzı artırmak olduğundan bahsetmektedir. Zevk ve acı duygularının kaynağıysa bireyin ihtiyaçlarının doyurulması ya da doyurulmamasına dayandırılmaktadır. Glasser’e göre “güç” de bireyin temel ihtiyaçlarından biridir. Filmdeki karakterlerin başkalarına söz geçirme gayreti güç ihtiyacının karşılanması olarak yorumlanmaktadır. Karakterler arasında kurulan bu güç hiyerarşisine Psikodinamik kuram çerçevesinde bakılacak olursa da karşımıza yer değiştirme olarak adlandırılan savunma mekanizması çıkmaktadır. Baş karakterlerden birisi olan komiser Naci, statü olarak gücünün yetmeyeceğini bildiği savcı Nusret’e sinirlenip kendinden aşağıda gördüğü kazma görevlilerini ve emri altındaki polisi azarlamak konusunda hiç çekinmez, bununla birlikte filmdeki en zayıf halka olarak gördüğü zanlıya her fırsatta fiziksel ve psikolojik olarak saldırmaktan çekinmemektedir. Naci’nin zanlıya saldırdığı birçok sahne içinden yalnızca fiziksel şiddet uyguladığı sahnede -hem de sırf başları başka nedenden ötürü ağrımasın diye kendilerini düşünerek- engellenmeye çalışılması dikkat çekmektedir. Bu durum zanlının filmdeki bütün karakterler tarafından en alt statüde ve her şeyi hak eden konumunda görüldüğünü de kanıtlar niteliktedir. Filmdeki karakterlerin farklı farklı zaafları ve yanlışları olsa dahi yanlışı görünür şekilde yapmış olan zanlının üstüne açıkça basılmaktadır. Bu durum bir başka savunma mekanizması olan yansıtmaya örnek olarak gösterilebilmektedir. Bu savunma mekanizması bireylerin kendinde bulunan kusurları başkalarında görme eğiliminde olması olarak tanımlanmaktadır.

Filmin baş karakterlerinden biri olan savcının, eşinin ölümü ile ilgili olarak yıllardır kendisini aldattığı görülmektedir. Eşinin öleceğine dair kendisine mesaj vermesine rağmen ani olduğunu düşündüğü ölümünü mübarek bir insan olmasına bağlayan savcı, intihar ihtimalini hiç göz önüne almamıştır. Savcının bu durumu temel savunma mekanizmalarından bastırma savunması ile aşmaya çalıştığı düşünülmektedir.

Filmde; kaosa girmeden, kendini öne çıkarmadan sadece işini yapma gayretiyle, etik timsali olarak yansıtılan doktor karakteri incelendiğinde karşıt tepki oluşturma savunma mekanizmasını kullandığı düşünülmektedir. Bu savunma mekanizması, suçluluk yaratan duyguları bastırarak bunun tam karşıtı olan bilinçli tutum ve davranışları benimsemek olarak tanımlanmaktadır. Doktorun, filmin sonuna doğru film boyunca yansıtıldığının aksine diğer karakterler gibi istenilmeyen karanlık bir tarafının olduğu gösterilmektedir. Bu durum doktorun otopsi yaptığı sahnede yüzüne kan bulaşması metaforuyla da anlatılmaktadır. Diğer karakterlere etik dersi veren doktor, sıra kendisine geldiğinde sorumlu olduğu otopside fark ettiği bir gerçeği raporunda gizlemekten çekinmemektedir.

Filme ilişkin izlenimlerim:

Filmde, acının yalnızca muhataplarını ilgilendirdiğine ilişkin toplumsal gerçekliğin yansıtılma şeklinden çok büyük doyum aldım. Cinayet gibi yıkıcı bir olayda karakterlerin her birinin tamamen kendi derdinde olması, bu olaya duyarsızlıkla yaklaşmasının çok iyi işlendiğini düşünüyorum. Bu durum beni kişisel olarak biraz endişelendirse de karakterlerdeki bu duyarsızlaşmayı gereklilik ve gerçeklik olarak düşünmenin mümkün olabileceğini düşündüm. Eğer bu şekilde duyarsızlaşmasalardı karakterler sürekli gördükleri benzer olaylarda ruh sağlıklarını nasıl koruyabileceklerdi? Bu tavır bir ihtiyaç mı yoksa toplumsal bir yara mı? Bu tavırların bir şeylerin değişmeyeceğine olan inançla şekillenmiş öğrenilmiş çaresizlik olarak yorumlanması mümkün müdür? Kafamda çok fazla soru oluştu, sanıyorum bir Nuri Bilge Ceylan klasiği daha rahatlıkla amacına ulaştı.

Feyza KILINÇ TAYFUN

Psikolojik Danışman