
Film Künyesi
Vizyon tarihi: 1957
Tür: Fantastik, Korku
Yapım: İsveç
Süre: 96 dakika
Imdb Puanı: 8.1
Oyuncular: Max von Sydow, Gunnar Björnstrand, Bengt Ekerot, Bibi Andersson
Yönetmen: Igmar Bergman
‘‘Yazı spoiler içermektedir.’’
1957 yılında vizyona giren bu yapımda, Haçlılar adına bir süre görev yapıp memleketi İsveç’e dönen Antonius Block’un yaşadıklarına odaklanılmaktadır. Antonius’un ölümle karşılaşması ve onunla satranç oynaması, kendisini bazı arayışlara ve sorgulamalara itmektedir. Bu yapımda ölüm kavramı ve bu durumun insanlar üzerindeki farklı etkilerine tanıklık etmekteyiz.
- Yüzyılın ortaları, Antonius Block ve silahtarı, Haçlılar adına çarpıştıktan sonra vatanları İsveç’e vebanın kol gezdiği topraklara geri dönerler. Onları okyanus kıyısında dinlenirken görmekteyiz. Sonrasında Antonius’un karşısına ölüm belirmektedir. Ölümün onu almak için geldiğini öğrenmekteyiz. Antonius’un teklifiyle birlikte, ölüm ile satranç oynamaya başlamaları birçok olayın gelişimine neden olacaktır. Yalom, dört temel varoluşçu tema üzerinde durmuştur. Bunlar anlamsızlık, izolasyon, özgürlük ve ölümdür. Filmde Antonius üzerinden bu kavramlar sahne sahne karşımıza çıkmaktadır. Varoluşçu izolasyon, tek başına olmaktan farklı anlamda olup, kişinin kendisi ve diğerleri arasındaki uzlaşılmaz uçurumu ifade eder. Günah çıkarma sahnesinde Antonius’un “İnsanlara karşı duyarsızlığımla kendimi çevremden soyutladım.” Demesi, izleyiciyi Yalom’un izolasyon kavramına yönlendirmektedir. Anlamsızlık düşüncesi, kişinin yaşamda varoluşsal anlamın yokluğuna ilişkin düşüncelerine, anlamsızlık kaygısı ise kişinin anlamsızlık düşünceleriyle boğuşmaktan kaynaklanan kaygısına işaret etmektedir. Günah çıkarma sahnesinin devamında Antonius’un “Bilgi istiyorum, insanın duygularıyla tanrıyı kavrayabilmesi o kadar imkansız mı? Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? Ben bilgi istiyorum, inanç ya da varsayım değil bilgi. Tanrının kendini göstermesini ve benimle konuşmasını istiyorum.” demesi ise bizleri Antonius’un bir anlam arayışında olduğuna yönlendirmektedir. “Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz. Bütün yaşamım nafile bir arayıştan başka bir şey değildi” demesi ve cadı diye yaftalanan kadının yakıldığı sahnede silahtarı ile geçen diyalogtaki:
“-O çocukla kim ilgilenecek melekler mi, tanrı mı, şeytan mı? Yoksa hiçlik mi?
-Evet hiçlik efendim.
-bu mümkün değil.” Cümleleri bizi Yalom’un anlamsızlık kavramına yönlendirmektedir.
Aslında Antonius yaşadıkları karşısında bir anlam arayışı içindedir ancak bu zamana kadar karşılaştığı olaylar ve cevapsızlıklarla birlikte anlamsızlığa düşmektedir. Yalom insanın ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşmesinin büyük bir varoluşsal kaygı kaynağı olduğunu savunur. Film içerisinde ölüm kavramına yönlendiren birçok sahne mevcuttur. Örneğin silahtar hana giderken bir yere uğrar ve burada bir ressam ile karşılamaktadır. Ressam duvara bir şeyler çizmektedir. Silahtar ne çizdiğini sorduğunda ressam ölümün dansı olduğunu ve insanlara bir gün öleceklerini hatırlatmak için çizdiğini ifade eder.
Yalom özgürlük içinse “Kişinin yaşamı tamamen kendi sorumluluğundadır, kendi yaşamının, yaşam deseninin, seçimlerinin ve eylemlerinin yazarı kendisidir” der. İnsanlar kendi hayatlarından sorumlu olma bilinciyle özgürlüğe sahiptirler. Ancak bu özgürlük, büyük bir sorumluluk ve aynı zamanda kaygı kaynağıdır. Akrobat Jof ile karısı Mia’nın ölümden uzaklaşması için zaman kazanması ve onları kurtarması seçimini bu yönde yapması özgürlük kavramına yönlendirmektedir. Ayrıca Yalom’a göre insanlar ölümle yüzleşmekten kaçınan bir yapıya sahiptir. Ancak yaşama anlam veren şey ölümün farkındalığıdır. Ölümle yüzleşme durumu hayata anlam vermeyi kolaylaştırır. Antonius’un karakter gelişiminde bu görülmektedir. Varoluşçu terapideki kaygı türlerini de bu yapımda görmekteyiz. Antonius’un Mia ile konuştuğu sahnede mutlu değilim, canımı sıkan biriyleyim demesi ve bunun kendisi olduğunu belirtmesi nevrotik kaygıyı işaret etmektedir. Ayrıca cadı diye atfedilen kadının yakıldığı sahnede ölümün, sorularından vazgeçmeyecek misin sorusuna asla demesi ve başka birçok sahnede de kendi varlığını, yaşamın anlamını sorgulaması, sürekli bir arayış içinde kaybolması varoluşsal kaygıya örnek göstermektedir.
Ve ölümün onlar için geldiği sahnede hepsinin farklı bir tepki vermesi ve farklı duygu ve düşüncelerde kendilerini tanıtıp anlatması… Son olarak hizmetçi kızın gülerek artık bitti deyip ölümle yüzleşip ölümü kabullenmesi… Yalom’a göre ölümü inkar etmek bizim mutluluk arayışımızı baltalar. Hayatın gerçek anlamı en korktuğumuz şeyle, ölümle yüzleşmekte yatar.
“Filme ilişkin izlenimlerim”
1957 yılında çekilmiş olmasına rağmen filmin kalitesi, günümüzde de popülaritesinin devamını sağlamaktadır. Ölüm ile satranç oynamak gibi ekol bir sahnenin de bu popülariteye etkisi yadsınamaz. Ölüm, inanç, seçim ve anlam arayışı gibi birçok kavramın başarılı bir şekilde işlendiği bu yapımı Varoluşçu terapiye göre irdelemeye çalıştım. Şimdiden iyi seyirler…
Ozan ATAMIŞ
Psikolojik Danışman