Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

YA YAŞLANIRSAM: YAŞLANMA KORKUSU – Psikolektif Dergisi – Sayı – 19

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 3 Dakikadır.

Yaşlanma, her canlıda görünen evrensel bir süreçtir.  Yaşlanma süreci doğumla birlikte başlar ve canlıların doğumundan ölümüne kadar birçok değişikliğe uğrayarak devam eder. Yaşlanma sabit bir süreç değildir ve kişiler arasında değişiklikler gösterir. Bu sürecin son bölümü yaşlılık olarak adlandırılmaktadır. Yaşlılığın başlangıcı toplumdan topluma ve aynı toplumda yıllar içinde, cinsiyet, eğitim düzeyi, ekonomik koşullar, fizyolojik ve psikolojik yaşa göre de kişisel farklılıklar gösterir (Hocaoğlu ve Aslan, 2017).

Yaşlı olma/yaşlanma, çoğunlukla olumsuz atıf ve algılarla karşılanmaktadır. Bu durumun yaşlı birey için üretimden çekilme, ekonomik veya sosyal katkı yerine topluma bir yük oldukları kabulüyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Çalışan, üretken yaşlının emekli olması, yaşlılığın kronik hastalık ve fiziksel kayıplarla beraber düşünülmesi toplumda yaşlılığın daha çok istenmeyen gelişim dönemi olarak algılanmasına sebep olmaktadır (Çunkuş ve ark., 2019).

Yaşlanan insanlarda saçlarda beyazlama, dişlerin dökülmesi, ciltte kırışma gibi fiziksel değişimlerin yanında algıda azalma, unutkanlık gibi zihinsel işleyişte de değişiklikler olur. Öğrenme yetenekleri azalır, hareketleri yavaşlar. Buna karşın zengin bir yaşam deneyimi ve zengin konuşma dili edinilir. Zihinsel değişikliklerin yanı sıra “çocuklaştı” diye tabir edilen kişilikte değişiklikler oluşabilir. Yeni durumlara uyum sağlamada ve yeni düşünceleri kabul etmede güçlük yaşanabilir (Arslan, 2003).

Türk Dil Kurumu’na göre korku; Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü. Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu olarak tanımlanmaktadır.

Yaşlılar, yaşlılık dönemi ile birlikte gelişen ve değişen özellikler ile normal aktivitelerini yapmakta zorlanmaları sebebiyle eğitim, ekonomi, işgücü piyasası, toplumsal, sosyokültürel, barınma imkânı, sağlık ve politika alanları gibi birçok alandan dışlanmaktadır (Genç ve Dalkılıç, 2013). Yaşlılığın, gelecek yönelimli bir söylem içeren modernist kültürde hastalığı, güçsüzlüğü, ölümü anımsatması, ideal beden algısıyla bir çatışmayı içermesi ve yaşlıların çoğu kez ekonomik üretim alanının dışında kalması zaman içerisinde yaşlılığın inşasını, temsilini ve yaşlılığa yönelik algıları değiştirmiştir (Öztuğ, 2016). Dezavantajlı gruplardan biri olarak nitelendirilen yaşlılara yönelik tutum ve davranışların nasıl kodlandığı, gençlik yönelimli kültüre zıt ve çoğu zaman bağımlı oldukları düşüncesi toplumsal bellekte dışlayıcı, kötü ve korkulması gereken bir durum olarak görülmüştür. 

Yaşlanma korkusuna yönelik kuramsal yaklaşımlar sosyokültürel ve eleştirel yaklaşımlar olarak karşımıza çıkmıştır: Sosyokültürel yaklaşımlar; cinsiyet ve etnisite gibi yaş da sosyal kimliğimizin bir ögesidir. Sosyal kimliğimizin bu önemli ögesine yönelik korkuların ve olumsuz tepkilerin nedenleri ölüm korkusu, bedensel gücün azalması ve özgüven kaybı olarak değerlendirilmiştir. Ölüm korkusuna göre bir insan yaşlı birini gördüğünde kendi kaçınılmaz kaderini de görmektedir. Dolayısıyla yaşlılıktan korkmanın en önemli nedenlerinden biri yaşlılığın ölümü hatırlatmasıdır (Öztuğ, 2016). 

Eleştirel yaklaşımlar; eleştirel yaklaşıma göre yaşlılığı ve yaşlılığın getirdiği sorunları anlamak için cinsiyet, sosyal sınıf ve etnisite analizlerinin etkilerini ve sosyoekonomik eşitsizlikleri anlamak gerekmektedir. Cinsiyet temelli bir beden ve yaşlılık anlayışına göre bedenlerimiz hastalık ve sağlık için bir uzam olmaktan daha fazlasını ifade etmektedir. Yaş ve yaşlanma kavramları kültürün içine işler dolayısıyla bedenlerimiz yerine kültür tarafından yaşlandırıldığımız öne sürülmektedir. Baskın kültür, yaşlanma hakkında erken yaşlardan itibaren kötü hissetmemiz ve bedenlerimizdeki yaşlanma belirtilerini çürüme ve düşüş işaretleri olarak kaygılı bir şekilde okumamız gerektiğini bize öğretmektedir (Öztuğ, 2016).

Geleneksel toplumlarda yaşlı birey toplumda saygı gören “bilge kişi” olarak kabul edilip yaşlıya saygı ve sahip çıkma beklentisi görülürken küreselleşmeyle birlikte yaşlı insanların aktif ve üretken katılımdan dışlanması söz konusudur. Kullandığımız medya araçlarında da bu algıyı güçlendirecek yansıtmalar yaşlılığın korkunç olduğu düşüncesini destekler niteliktedir. Özellikle kozmetik alanda sık sık karşımıza çıkan “yaşlanma karşıtı” kavramı, piyasada da hem fazla sayıda hem de yüksek çeşitlilikte bulunan ürünler toplumun yaşlanmaya karşı direnç içerisinde olduğuna örnek olarak verilebilir. 

Popüler kültürün yaygınlaşması toplumları da etkilemiş, aslında doğal olan süreçler problemli bir algıya dönüşmüştür. Sanayi devrimi ile birlikte toplumsal hayat yeniden yapılandırılmış, gençlik yüceltilmiş, yaşlılık olumsuz bir özellik kazanmıştır. Yaşlıların toplumsal hayatın dışına itilmesine sebep olmuştur (İnce, 2012). 

Tüm dünyada yaşlı nüfusun giderek artıyor oluşu, toplumun yaşlıyı ve yaşlanmayı nasıl algıladığı, yaşlanma hakkındaki yanlış inanışlar ve olumsuz tutumları bireyleri de yaşlılık konusunda olumsuz etkilemekte ve yaşlanmayı mümkün olduğunca kaçınılması gereken bir durum olarak görüp yaşlılık kavramını acizlik, kronik hastalık, yoksunluk kelimeleri ile bağdaştırmalarına neden olmaktadır. Halbuki yaşlanma tıpkı bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik gibi yaşamın doğal bir parçasıdır. Bebeklik, çocukluk döneminden kaçılamayacağı gibi yaşlılık döneminden de kaçış olmayacaktır (Erkuran, 2020).

Beyza ALBAYRAK 

Sosyal Hizmet Uzmanı