
İlk olarak 10 Aralık 2019 tarihinde Çin’de saptanan Covid-19 bulaşıcı hastalığı önceleri pek çoğumuz için ‘uzaktan bir sada’ gibi gelse de, ilerleyen süreçte tüm dünyanın yakından tanık olduğu ölçülerde günlük hayatın tam merkezine dahil oldu. Simbiyotik bir ilişkiye ihtiyaç duyan bu varlık bir organizma değil, kendine yer bulduğu organizmanın içinde çoğalmak ve varlığını sürdürmek misyonuna sahip bir virüstür. Tıpkı vücudun içinde hücre işleyişine verdiği fizyolojik zarar gibi, toplumsal yaşantıya da benzer bir simbiyoz dahilinde hasar vermektedir. Vücut içinde ‘canlı hücrelere’ ihtiyaç duyduğu gibi, sosyal yaşamda da insanların sosyal ve dolayısıyla fiziksel olarak birbirine yakın olması ile varlığını devam ettirebilmesi mümkün hale gelmektedir. Ortalama bir asırda bir tekrarlayan pandemilerden bir yenisinin aslında on yılı aşkın bir süre önce ‘bilimin öngördüğü şekilde’ Çin’in egzotik hayvan pazarlarından kaynaklanacak durumda ‘bir saatli bomba’ olduğu, bir dizi ihmalin ortaya çıkardığı küresel sonuçla birlikte daha iyi anlaşıldı. Bu anlamda ‘hayatta en yüce yol gösterici bilimdir’ sözüne her zaman olduğu gibi bir kez daha göndermede bulunmak gerekiyor. Doğa ve sağlık bilimleri bu sürecin bir parçası olduğu gibi, sosyal ve ekonomi bilimleri de sağladığı bilgiler aracılığı ile bu süreçte önemli rollere sahiptir. Sosyal bilimler bağlamında bu süreçte bireylerin, grupların ve toplumların psikolojik ve psikososyal süreçlerini irdelemek insanların fiziksel iyi oluşu ile bütünün ayrılmaz bir diğer parçası olan psikolojik iyi oluşunu ele almaya pek tabii ki yardımcı olacaktır. Bu bağlamda şu sıralar dünya gündeminin en önemli maddesi olan Covid-19 kaynaklı pandemi sürecini, yarattığı psikolojik etkileri açısından ele almak gerekir. Bu noktada kriz nedir, birbirine yakın kriz ve travma kavramlarının birbiri ile ilişkisi nedir, pandemi bir travma mıdır, pandemi psikolojik ve psikososyal açıdan bize neler yapar, bu süreci anlamak ve anlamlandırmak adına orta ve uzun vadede öncelikle bireysel anlamda bizleri neler bekliyor olabilir gibi sorulara yanıtlar çalışılacaktır.
Kriz Tanımı ve Pandemi İlişkisi
Öncelikle krizi tanımlayarak başlamak gerekir. Kriz kavramı genel anlamda gelişimsel ve durumsal olmak üzere iki şekilde ele alınır. Gelişimsel krizler, dönemlerinde karşılaşılan yaşamın tipik yaşantılarını ve güçlüklerini ifade eder. Pandemi sürecine değinecek olursak bu durumda durumsal kriz kavramına yoğunlaşmamız gerekiyor; çünkü durumsal krizler tam da tanımı itibarıyla kaza, afet, terör olayları gibi öngörülemeyen, bir anda gelişen, insanların var olan bireysel sistemleri ya da güçleriyle üstesinden gelmeyi başaramadığı düzeyde zorlayıcı ve bir yönüyle yaşamda ‘kırılma anı’ olabilecek potansiyele sahip yaşantıları ifade ediyor. Bu nedenle pandemi bir durumsal krizdir ve bu durumun pek çok farklı doğurguları olmaktadır ve olacaktır. Bunları anlamak çok önemlidir.
Krizin Öznel Deneyimi ve Psikolojik Etkileri
Kriz, tehdit algısına ilişkin öznel bir deneyimdir. Öznel bir deneyim olması, yaşantının nasıl bir etki yaratacağına dair bireysel bağlamda gözlemin gerekliliğine işaret eder. Bu durumda yoğun bir şekilde enfekte hastalar ile ilgilenen ve teknik olarak bulaşma olasılığı açısından büyük bir risk altında olan bir sağlık çalışanı ile birçok özelliği ile düşük risk altında tanımlanabilecek evinde izole durumdaki bir kişinin bu süreçten psikolojik olarak nasıl ve ne derece etkilendiği birbirinden farklı ve öznel deneyimlerdir; karşılaştırarak bu doğrultuda bir öngörüde bulunmak anlamlı olmamakla birlikte, her zaman doğru sonuç da vermeyebilir. Bireysel pek çok faktörü ele almak gerekir. Durumsal krizler psikolojik travma yaratma potansiyeli olan yaşantılardır, fakat psikolojik travma dolayısıyla travma yaşantısına bağlı belirtiler göstermek de bireysel anlamda değerlendirilerek karar verilebilecek durumlardır. Yine pek çok ve öncelikle bireysel faktörü ele almak gerekecektir.
Pandeminin Kısa Vadeli Psikolojik Etkileri
Pandemi bize kısa, orta ve uzun vadede pek çok farklı şekilde etkide bulunabilir. Bu nedenle öncelikle görece kısa vadede neler olduğuna bakmak gerek. Bu stresli ve zorlayıcı yaşam olayı nedeniyle fiziksel olduğu kadar ruhsal olarak da örselenebiliriz. Fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel olarak çeşitli belirtiler gösterebiliriz. Bunların özelliği, tıpkı yoğun fiziksel stres altında vücudun verdiği tepkiler gibi, zorlayıcı koşullara uyum sağlayabilecek ve dolayısıyla hayatta kalmayı önceleyen şekilde bir niteliğe sahip olmalarıdır. Yani ruhsal ve fiziksel olarak olağanüstü koşullara bünyemiz kendini hazır etmeye çalışır ki bu koşullarla baş edebilsin. Örneğin fiziksel olarak yorgunluk, bitkinlik, uyku ve iştah düzensizlikleri; duygusal olarak şok, öfke, güvensizlik; bilişsel olarak, odaklanma, konsantre olmakta ve karar vermekte güçlük; davranışsal olarak da, agresyon, iletişim çatışmaları, içe kapanma gibi tepkiler sayılabilir. Buna benzer burada değinilmeyen pek çok belirti çok geniş bir yelpazede gözlemlenebilir. Bunlar yaşanan olağanüstü duruma verilen olağan tepkilerdir. Tabii ne kadar olağan olduğu yine bireysel olarak ele alınmakla birlikte genel manada bu şekilde ifade edilebilir. Bu belirtiler bazı kişilerde hiç gözlemlenmemekle birlikte, gözlemlenen kişilerde de bir süre sonra, ortalama 1,5-2 ay içinde kendiliğinden kaybolurlar çünkü artık tehdit edici koşullar ortadan kalkmıştır. Fakat bazı kişiler fiziksel ve mental olarak bu geri dönüşü kendiliğinden yaşayamaz ve belirtileri tehdit ortadan kalkmış olsa bile göstermeye devam ederler. Bu durumda travma sonrası stres bozukluğundan söz edilebilinir. Bu durumda günlük işleyişin geri kazanılmasına destek olacak bir dizi çalışma yürütülür. Bu bilgilere travmatik yaşam olayları üzerine yapılan çalışmalar ve klinik deneyimler itibarıyla sahibiz fakat pandemiye bağlı sürecin kendine özel bazı farklı özellikleri de olabilir ve bunu anlamak için henüz erken.
Orta Vadeli Etkiler: Kontrol Kaybı ve Belirsizlik
Nispeten orta vadede ortaya çıkabilen stres tepkilerinin yanı sıra, geniş çapta meydana gelen zorlayıcı yaşantılarda ortak olarak görülen bir dizi etki vardır. Bunların en önemlisi, günlük yaşamımızda sahip olduğumuz kontrol duygusunun ve buna bağlı olarak günlük şekilde duyumsadığımız güvenin işleyişimizi etkileyecek örselenmiş olmasıdır. Belirsizlik ve buna bağlı yoğun stres ile birlikte hayatımızın kontrolünü öngöremediğimiz, nereden geleceği belli olmayan tehdit veya tehditlere teslim etmiş gibi hissederiz. Her zaman bastığınız merdiven basamağının görünürde bir sorunu olmadığı halde iyice aşınmış, adeta size tuzak kurmuş şekilde sizi bekliyor olması gibi. Sağlam görünse de tekin olmayan bir şeyler olduğunu hisseder ve basmakta tereddüt edersiniz. İşte bu belirsizlik ile birlikte sonu nereye çıktığı belli olmayan bir koridorda yürüyoruz ya da hatta belki de aynı nedenle duraksadık. Ürkütücü senaryolar kurgulamak için oldukça uygun bir zemin. Gerçekte var olan ve tehdit oluşturan pek çok uyaranın yanı sıra, bir de zihnimizde ürettiklerimizin oluşturduğu bir karmaşa söz konusu. Yani hem pek çok, nedeni belli ve gerçekçi ya da belirsiz ve gerçekçi olmayan düşünce, hem de benzer şekilde karmaşık duygular söz konusu. Bu nedenledir ki, tıpkı içinden geçmekte olduğumuz süreç gibi belirsizlik içeren ve stres yükü yüksek yaşam olayları ‘bardağı taşıran son damla’ kimliğine bürünebilir. Yani tıpkı birçok işareti nedeniyle düşmeyeceğinden neredeyse emin olduğunuz halde bile olsa hava akımına kapılan bir uçakta iken korkularınızın su yüzüne çıkması ve hava akımı sona erse de korkularınızın dinmeyerek sizi esir alması, seyrinde giden hayatı bir müddet durdurması gibi.
Duyguları Anlama ve Anlamlandırma
Bu nedenle esiri olunan duyguların arka planı anlaşılmadan ne yaşadığımızı anlamamız da bir bakıma eksik kalır. Gerçekten evde sıkıntıdan mı yiyoruz örneğin? Ya da evde sıkılıyor iken neler hissediyoruz, ya da hiçbir şey yapmazken? Zihnimizle baş başa kaldığımızda olan biten, sonuç olarak ortaya çıkan davranışlarımızın arka planını oluşturur. Yani yaptıklarımız, karmaşık veya yoğun duyguların ve buna bağlı karmaşık ya da yoğun düşüncelerin birer göstergesi niteliğindedir. Bu durumda yoğun stres altında neler yaptığımız, aslında bu duygu ve düşüncelerle ne yaptığımızdan önemli şekilde etkilenir. Pek tabii ki davranışlarımız, yani basitçe modumuzu değiştirecek bir şeyler yapmak bahsettiğim duygu ve düşünce seline kapılmamıza yardımcı olacaktır. Fakat temelde ortaya çıkan duygular, düşünceler, hayaller ne olup bittiğini açıklayıcı niteliktedir. Çoğu zaman problem olarak yaşadığımız şeyin çözümünü de biliriz. Örneğin sağlıklı bir bünyeye sahip olmak için sigara ve alkolün bir engel olduğunu biliriz. Fakat pek çok kez bilmek yetmez. Bu tür davranışların benliğinizle nasıl bir ilişki içinde olduğunu tasvir etmeden bildiklerimizin davranışta değişiklik oluşturması mümkün olmaz, olsa da uzun vadeli bir değişiklik yaratılmaz. Duygular, düşünceler ve yaptıklarımız arasındaki bağlantıyı kurmak nihayetinde aktif bir süreçtir. Kişi bu bağlantı açısından içgörü kazanabilmek için kendi ile aktif çalışmalı. Bu, tüm bu sürecin ‘yeni normale’ dönüldüğünde yaşadıklarımızı nasıl anlamlandıracağımıza ışık tutacak en önemli nokta. Çünkü insan anlama ihtiyacı duyar ve anlamlandıramamanın acısını fazlasıyla yaşar. Anlamlandırabilmek ise kişinin aktif olarak içinde bulunduğu bir süreçtir. Kendimizi gözlemleyebilmek, zaman zaman acı verici de olsa gündelik eski yaşamımızdan daha sık ve yoğun hissettiğimiz olumsuz duyguların düşüncelerimiz ve yaptıklarımız ile bağlantılarını kurmaya, anlamaya çalışmamız bu proaktif yaklaşımımızın en önemli parçası olurlar.
Sosyal İlişkilerin Önemi ve Toparlanma Gücü
Bu yalnızca kişisel bir süreç olamaz. Çünkü, varlık özelliklerimizden biri olan ‘sosyal’ olmamızın yaşamımızda belirleyici bir rolü vardır. Dolayısıyla duygu, düşünce ve davranışlarımız arasındaki bağlantıları kurabilmenin en önemli yollarından biri de, hele ki böyle bir süreçte, sosyal ilişkilerin gücünden faydalanabilmektir. Başka bir deyişle, duygu, düşünce ve davranışlar arasındaki bağlantıların anlaşılmasının en iyi yollarından biri, ‘sessiz gerçeğe’ ses verebilmekle olabilir. Yani diğerleriyle konuşarak. Ne yaşadığımızı anlatarak ve diğerlerinin ne yaşadığını dinleyerek. Bunun bireysel anlamda bir diğer getirisi, kendimizi konuşurken dinleme fırsatı bulabilmemizdir. Ne düşündüğümüz ile ne söylediğimiz arasında farklar vardır ve ne söylediğimiz pek çok kez tasarımlanmayan ya da neden öyle tasarımlandığı bilinmeyen yönleriyle de aktarılır. Bu nedenle konuşmak ne yaşadığımıza yardımcı olan en önemli araçlardan biridir.
Uzun Vadeli Etkiler ve Kişisel Dönüşüm
İnsanın, doğuştan getirdiği potansiyeli itibarıyla toparlanma gücü vardır. Bu nedenle zorlayıcı yaşam olaylarına bir süreç şeklinde maruz kalan insanlar bu zorluğa karşı koyabilme yetisini artırabilirler. Temel inançlara ilişkin kırılma yaşanan zorlayıcı yaşam olayları dünyaya ilişkin algılarımızı kökünden değiştirdiği gibi uzun vadede yaşam doyumunu ve ruhsal dengemizi de dolayısıyla etkileyebilmektedir. Yaşanan olaya ilişkin algılarımızı yönetebildiğimiz ölçüde çeşitli yönleriyle benliğimizi anlamlı bir şekilde geliştirebiliyoruz. Örneğin, hayatın değeri ve anlamını anlama, diğer insanlarla etkileşimin olumlu şekilde değişmesi, ortaya çıkan sonuçtan hayata dair yeni rotalar ve dolayısıyla bu yeni rotalarda ortaya çıkan yeni seçeneklere yelken açabilme, yara izlerini kabul etme onlarla birlikte var olabilme, manevi/spiritüel dönüşüm yaşama gibi çeşitli sonuçlar çıkarılabilir. Bunların ortaya çıkmasının mümkün olabilmesinde en önemli bireysel etken ise daha önce söz ettiğim gibi olan biteni anlamlandırabilmek noktasında proaktif bir mantalite benimseyebilmektir. Yani yaşantının süreç olarak içinden geçerken kendimizde olup biteni göz ardı etmemek, değerlendirebilmek, yaşantının içinde nasıl konumlandığımızı gözlemleyebilmek, duygular, düşünceler ve davranışlar arasındaki ilişkilere dikkat ederek tıpkı dışarıda olup biteni anlamaya çalıştığımız gibi bu olup bitenle bizim aramızdaki ilişkileri gözden geçirebilmek gibi bireysel olarak aktif olunan bir süreç. Tabii yazıldığı kadar kolay olan bir şey değil, epeyce zorlayıcıdır muhakkak. Örneğin, her gün uzun mesai boyunca hastalığa yakalananlar ile yüksek risk altında çalışan sağlık çalışanlarının bir gün içinde pek çok yoğun duyguyu bir arada yaşaması, ya da işini kaybeden ebeveyn nedeni ile geçim sıkıntısı yaşayan aileler, sosyal izolasyonu çeşitli nedenlerle öteden beri zaten yaşamakta olanlar ve daha birçok insan. Bununla birlikte, insanoğlunun mücadele potansiyeli vardır ve bunun farkında olarak bu potansiyeli gerçekleştirmek ve güçlendirmek mümkün olabilir. Bu süreçte ‘eski normale’ katılanlarla birlikte oluşan ‘yeni normal’ içinde bazı alışkanlıklar farklı olacak. Sokağa özgürce çıkılabildiği bildirildikten sonra dahi bir müddet yaşananların etkisi sürecektir. İlk akla gelen, fiziksel mesafenin korunması ve fiziksel mesafeye ilişkin tereddüt ve korkular bir süre daha devam edebilir. Geriye dönük yaşantılar içinden yeni bazı ayrıntılar fark edilecek ve bu ayrıntılar bizleri yeni farkındalıklara götürecektir. Bunlar açısından da proaktif olmayı tekrar hatırlatmak isterim. Çünkü kişisel dönüşümü yaşayabilmenin ve dolayısıyla yeni zorlayıcı yaşantılara yönelik toparlanma gücünü artırabilmenin önemli bir yolu karşılaşılan güçlüklerle yüzleşmek, onları ertelememektir.
Son olarak bu süreci bir şeye benzetecek olursak yaşamımızda global olarak görülen dolayısıyla toplumsal belleğe girecek bir film yapımı aşamasındayız. Pek çok sahne çekildi ve halen sahne çekimleri devam ediyor. Filmin nasıl bir şey olduğunu tahmin edebilsek de tam olarak olayların nasıl geliştiğini, nasıl sonlandığını, yani bütünü bilemiyoruz. Bunun için zamana ihtiyacımız var.
Dr. Onur ÖZMEN
Öğretim Üyesi & Psikolojik Danışman