
Dünya var olduğu günden bu yana insanlık tarihinin şahit olduğu birçok yıkıcı, sarsıcı olaya ve duruma şahit olmuştur. Bu olay ve durumlar çevresel etmenler yüzünden olabildiği yani insan eliyle çıkabildiği kadar doğal ve yapısal nedenlerle de ortaya çıkmıştır. Yüzyıllar öncesinde yaşanan devir açıp devir kapatan doğa olayları, influenza şeklinde sınıflandırılan ve dünyada birçok kişinin ölümüne sebep olan gripler, seller, tropik fırtınalar, depremler ve maalesef savaşlar…
Küresel değişim ve teknolojik gelişmelerin varlığı ile birçok krize günümüzde daha da hızlı müdahale edilse de hala ortaya çıkan sarsıcı ani, kriz durumlarına yönelik bir süreç yönetiminden yoksun ilerlediğimizi söylemek mümkün. Tabi bu yaşadığımız coğrafyayı, özelliklerini bilmek, dünyayı koruma değerinden yola çıkan bir anlayışla ne kadar yaşamak istediğimize de bağlı oluyor. 2019’un aralık ayı ile birlikte tüm dünyaya yayılan Covid-19 pandemisi, teknolojinin en yüksek imkanlarına sahip olduğumuz bu zamanda en çaresiz kaldığımız günleri bize gösteriyor. Geçmiş salgınlardan alınan dersler, ortaya çıkan sonuçlarla birlikte sadece anlık çözümler üretildiğini ve salgınlara ve olası virüs tehlikelerine karşı hala insanlığın savunmasız olduğunu gösterirken laboratuvar çalışmalarının ne derecede önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Dünya sadece salgın değil artık insan nüfusunun artması, doğal tahribat, küresel ısınma gibi durumların etkisiyle artık kendini yenilemek ve düzenlemek için fiziksel birçok olaya sebep olmaktadır. Volkanizma faaliyetlerinin artması, tektonik hareketlerin ciddi derecede oluşması, sel, tropik olaylar vb. doğal afetlerin daha şiddetli ve ölüm bırakması insan eliyle dünyaya verilen zararların da bir sonucu olarak görülebilir.
Dünya’da bunlar gözle görünür şiddette yaşanırken, bu coğrafyalarda yaşayan halk ve yöneticilerin (yetki sahipleri) olası etkilerin önlenmesi ve daha az zararla bu etkilerin geçirilmesi üzerinde çalışmalar yapmadıklarını olaylar olduktan sonra önlem almaya çalıştıklarını görmekteyiz. Yaşanan her olayın bir sebebi olduğu gibi bir sonucu ve hepsinden ötesi bir öngörülebilir değeri vardır. Öngörü ve olası durumlar üzerinden çalışmalar yapmak ve ihtimalleri hesaplayarak hareket etmek olay yaşandıktan sonra yapılacak maddi ve manevi tahribatın daha da az olmasını sağlamaktadır. Bu konuda dünyada bazı ülkelerde ciddi derecede bu önlemde çalışmalar yapılsa bile ülkemizde hala günü kurtarma ve olay sonrası yapılan çalışmaların içeriklerine odaklanmış durumdayız.
Psikososyal kavramı da tam burada ortaya çıkan, kriz afet ve olası durumlar için son yıllarda disiplinler arası alanlarla desteklenen bir ilk yardım çantasıdır. Araçlarda, okullarda, işyerlerinde olası bir durum için olması zorunlu olan ve içinde birçok envanterin bulunduğu bir ihtiyaç çantası. Krizlerin ve afetlerin yol açtığı tepkileri önceden görmeyi, plan yapmayı, olay sonrasına yönelik yapılacak çalışmaların şemalarının belirlendiği, sosyal, ekonomik, biyolojik, fizyolojik, duygusal ve ruh sağlığı alanında kapsayıcı çalışmaların yapıldığı apayrı bir alandır.
Dünya’da ve ülkemizde 2019-2023 yılları arasında geçen dört senede üzerinde sıkıca durulan ancak yaşanan krizlerin etkisi geçince yine rafa kaldırılan bir alan diyebiliriz. Toplumun her kesimindeki bireylerin yaşam standartlarını etkileyen, ani ölüm, doğal afet, pandemi, kısıtlayıcı yaşam koşulları, intihar, yaşlılık vb. durumların her yönünü kapsayan etkili bir iyileşme aracına dikkat çekmek adına 26. Sayımız olan bu sayıda “Psikososyal” başlığı altında bizleri en içimizden etkileyen olaylara profesyonel ruh sağlığı çalışanları açısından yaklaşmak istedik.
6 Şubat depreminin yıldönümüne denk gelen bu sayıda bugüne kadar yitirdiğimiz tüm canları en kalbi duygularımızla anıyoruz.
Psikolektif Dergi Editörleri
Kadriye Ulus & Berk Çeşmeli