
“Kendimizden yoksunsak, elbette her şeyden yoksun kalıyoruz (Goethe, 2018: 51).”
İnsanın biyolojik yapısını yaşayan ve anlamlılığa ulaştıran ruhsal yönü geçen yüzyıllar içinde ait olduğu zamanla birlikte değişimin etkilerini hissetmiştir. Göçebe yaşam tarzından yerleşik düzene geçilmesi, üretimin ve ticaretin başlaması, toplumsal sınıfların oluşması, aydınlanma çağı ve endüstri devrimleri sonucu teknolojik gelişmelerde bilim ve sanatta yeniliklerin ortaya çıkması ile dünya farklı bir döneme doğru ilerlemeye başlamıştır (Meder, 2001; Kaypak, 2013). Bu evrilmenin beraberinde, insanın güç ve otorite hırsı ile yıkıcı dürtülerini doyuma ulaştırma arzuları sonucunda tarihte kanlı savaşlar ve toplumlara uygulanan acımasız işkenceler kaçınılmaz bir son olmuştur. Modern çağın insanı bilginin gücü sayesinde birçok konuda hâkimiyet kurmayı başarmıştır. Yaşama doğrudan müdahale eden bu güç, değişim dönüşüm etkisinin yanı sıra potansiyelini yok edebilme boyutuna da ulaştırmıştır (Şimşek, 2017). Bu noktada varolușçuluk, modern zamanın insan üzerindeki bu yok edici-yıkıcı etkisine karşı duruşu temsil eder (Cevizci, 2014, s.442; Akt., Karhan, 2019). İnsanın içinde bulunduğu dünyayı anlamsız görerek bu anlamsızlık içinde varlığını nasıl sürdürdüğü sorusuna yanıt arayan varoluşçu yaklaşım-felsefe Kierkegaard, Marcel, Heidegger, Sartre gibi düşünürlerin konuya dair çeşitli görüşlerini barındırır (Gürsoy, 1987: 38, 49; Popkin ve Stroll, 1956: 190, Akt. Bender, 2009). Hegel’in monolitik felsefesine bir tepki niteliğinde olan Bilimdışı Çıkarsamaların Eleştirisi adlı ilk eserinde Kierkegaard, insan varoluşunun belirsizlikler karşısında alınan kararlar ve seçimler sonucu belirlendiğini savunur (Gaidenko, 1966: 34, Akt. Yener, 2012). Yani varoluşçu yaklaşıma göre insan kendine bir şeyler katabilen, kendi varlığını anlamlandıran ve özgür iradesiyle yaptığı seçimlerle kendi varoluşunu gerçekleştirebilen bir canlıdır (İlgar & İlgar, 2019). Bu özgür iradenin varlığına dayanarak Sartre, yalnızca insanda varoluşun özden önce geldiğini savunur. Önceden belirlenmiş kalıplarla dünyaya gelmiş olmak söz konusu özgürlüğe aykırı olacağından insanın varoluşu özünün oluşumuna da olanak sunar (Sartre, 2005: 75; Akt. Çelebi, 2014). Modern çağ, insana bir yandan özgürlük sunarken öte yandan onu bağımlı hale getirmektedir (Uludağ, 2017). Bu durum ise temelini özgürlükten alan varoluş konusunda ikilemin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Yeni çağın zeitgeist’ı (dönemin ruhu) adeta tüketim haline gelmiştir (Fromm, 2002: 49-50 ; Akt. Şentürk, 2008). Tüketimi merkeze alan makineleşmiş bu anlayış insana bir yandan yönetim ve kontrol mekanizması verirken diğer taraftan onu geleneklerden ve temel değerlerden uzaklaştırarak bireyselleştirmektedir (Bahadır, 2002). Temel değerlerin yerini ise yarışma, rekabet gibi bireyi asıl varoluş gayesinden uzaklaştıran olgular almaktadır (Konuk, 2002:322 ; Akt. Şentürk, 2010). Ürünler gibi insanlar da ambalajlanarak dış dünyanın mekanik nesnesi haline getirilmektedir (Altuntuğ, 2010). Tüm bu devinim içinde modern yüzyılın kalabalıklar içinde yalnız ve kendini arayan insan portresi çizilmektedir (Paksoy, 2014). Söz sahibi olduğu ve her şeyi basite indirgediği bu hız çağında kendi öz’ünü var etmeye ve anlamlandırmaya çabalayan insan elbette kendini varoluşsal bir arayışın girdabında da bulmaktadır. Bireyi kendine yabancılaştıran bu sistem güvenilir dünya şemasının yerini güvensiz bir dünya algısına bırakmasına neden olmaktadır (Durakoğlu & Urhan, 2007). Uygarlığın huzursuzluğunda kıvranan insan modern çağın bir getirisi olan değersizleşmenin ve varoluşsal arayışının sonucu olarak varlığını anlamlı bir temele oturtmak, ulaşacağı sonu ve yaşadığı hayatı “yaşanmaya değer” kılmak diğer bir ifade ile yaşamına etkin bir katılım sağlamak arzularını hissetmektedir. Geçmişte, dünya üzerinde anlamlı bir yeri olduğunu düşünen birey, ilerleyen zamanlarda ortaya çıkan modern özgürlüğün geleneksel değerleri yok etmesiyle beliren anlamsızlık sonucu varoluşsal boşluğu yaşamaktadır.
Dayandığı temel referans noktalarını yitiren insan, kırılgan bir zemine tutunan ruhsal dünyası ile varoluşunu devam ettirmeye çabalamaktadır (Bahadır, 2002).
Ayşe BAŞBUĞ
Psikolojik Danışman