
“Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek insanı seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, birlikte yaşamaya bağlılık ya da yaygınlaştırılmış bir bencilliktir. – Erich Fromm”
Yalnızlık çoğunlukla insana acı içinde hissettiren ve insanı korkutan bir durumdur. İnsanlar yalnızlıkla karşı karşıya kaldıklarında bundan kaçınmak için birçok yola başvurmaktadırlar. Weiss (1973) yalnızlığı; kişinin ihtiyaç duyduğu sosyal ilişkilerin olmaması veya değişik sosyal ilişkileri bulunmasına rağmen, bu ilişkilerde yakınlığın, içtenliğin ve duygusallığın bulunmaması durumuna kişinin verdiği tepkidir, şeklinde ifade etmiştir (akt; Turan, 2010). Bu bağlamda yalnızlık sadece yakın ilişkiler kuramama durumunda değil, kişilerarası ilişkilerde yakınlık ihtiyacı karşılanmadığında da ortaya çıkan bir durum olarak görülmektedir. Romantik ilişki içerisindeki bireyler, ilişkilerinde bekledikleri yakınlık ve sevgiyi bulamadıklarında bir birliktelik içerisinde olmalarına rağmen yalnız hisseden iki yabancıya mı dönüşmektedir?
Aşk insanlığın başlangıcından beri ilgi çekici bir konu olmuş ve birçok bilim dalı tarafından incelenmiştir. Lee’nin (1974, 1988) aşk biçimleri kuramı da bu alanda yapılan önemli çalışmalardan biri olarak görülmektedir. Bu kuramda aşk doğadaki üç temel renk (kırmızı, mavi, sarı) üzerinden belirlenmektedir. Üç temel aşk biçiminden biri tutkulu aşktır (kırmızı), bu aşkta ideal fizik ve güzellik arayışı belirgindir. Gücünü fiziksel çekim ve cinsellikten alır, bireyler birbirleriyle iletişime açıktır, birbirleriyle yakın ilişki kurarlar, birbirlerine karşı sevecendirler ve ilişki için riskleri göze alırlar. Temel güdüsü güvenli bağlanma ve yakınlıktır. Bir diğer aşk biçimi ise oyun gibi aşktır (sarı), bu aşkın temel güdüsünü ise eğlence oluşturmaktadır. Cinsel haz ve heyecan arayışı yüksektir, hazzın kendisini eğlence oluşturur. Çok eşlilik söz konusu olabilir, aldatma oyuna dahil edilebilir ve genellikle bu aşklar kısa sürer. Diğer temel aşk biçimi ise arkadaşça aşktır (mavi), bu aşkta zaman içerisinde gelişmektedir ve temellerini ortaklaşma, ilgi ve tutkudan alır. Bu aşkta bireyler birbirlerini gözetiyor olmayı, benzer özelliklere sahip olmayı, ortak paylaşımlarla beraber artan tutkuyu ön planda tutmaktadırlar.
Üç temel aşk biçiminden birinin bir diğeri ile birleşmesi sonucu ara ya da ikincil aşk biçimleri oluşmaktadır. Mantıklı aşk (yeşil), arkadaşça aşk ve oyun gibi aşkın birleşimiyle oluşur. Bu aşkta denklik arayışı vardır, bireyler ırk, sınıf, eğitim, gelecek güvencesi gibi kategoriler oluşturup bunlarda denk olmayı hedeflerler. Sahiplenici aşk (turuncu), tutkulu aşk ve oyun gibi aşkın birleşiminden oluşur, bağımlı aşk olarak da tanımlanır, patolojik olarak da görülmektedir. Bu aşkta baskın bir kıskançlık, güvensizlik ve kaybetme korkusu görülür. Sevgi ve ilgiye doyumsuzluk vardır, kişiler kolaylıkla ilişkiyi bitirme adımı atamaz, ilişki bitiminde ise ayrılığın etkisinden uzun süre sıyrılamazlar. Son olarak özgeci aşk (mor) ise tutkulu aşk ile arkadaşça aşkın bileşimidir. Bu biçimde âşık bağışlayıcı ve destekleyicidir. Partnerin kusurları ve ilişki sorunları görmezden gelinir. Kişinin kendinden fedakârlık yapması, kendinden vermesi vardır. Biz olgusunun içinde ben algısı kaybolabilir (akt; Gökçe Türk ve Demirli Yıldız, 2017).
Romantik ilişkiler bireylerin olumlu duygular yaşamasında oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Bununla birlikte partnerler arasında ilişkiye dair inançlarda ve beklentilerde, yaşanılanlara yüklenen anlamlarda, ideal ilişkiye yönelik düşüncelerde farklılıklar olması ve bu farklılıkların uyum ve tamamlayıcılık ile çözülmemesi ilişkilerde olumsuz duyguların da yaşanmasına sebep olmaktadır. İlk bakışta kişinin paylaşımda bulunabileceği, yakınlık kurduğu biriyle bir ilişkiye sahip olmasının onu yalnızlıktan koruyacağı düşünülebilir ancak bu her zaman, her ilişkide geçerli bir durum değildir. Partnerlerin aşk biçimleri birbirleriyle uyumsuz olduğunda bireyler ortak sorunlara odaklanamamakta, sorunlara farklı açılardan yaklaşmakta ve birbirlerini kendi yükledikleri anlamlara göre değerlendirmeye başlamaktadır. Aşk biçimleri arasındaki uyumsuzluk ve partnerler arasındaki farklılaşma bireylere yalnızlık duygusu yaşatabilmektedir. Bireyler ilişkiden nicel ve nitel beklentilerini karşılayamadıklarında, ilişkilerinden doyum alamadıklarında, ilişkide yakınlık, içtenlik ve duygusallık bulamadıklarında daha yüksek ölçüde bir yalnızlık deneyimleyebilmektedir. Bu yalnızlık bireylerde mutsuzluk, öfke, stres gibi duygulara sebep olabilmekte, bazen bunlara depresyon ve anksiyete eşlik etmektedir. Özetle romantik ilişkiler yalnızlıkla başa çıkmada güçlü bir yol olarak görülmelerine rağmen bazı durumlarda yalnızlığı daha da arttıran bir etkiye sahip olabilmektedirler (Gökçe Türk ve Demirli Yıldız, 2017).
Gökçe Türk ve Demirli Yıldız’ın (2017) aşk biçimleri ve yalnızlık ilişkisinin incelendiği araştırmaları tutkulu aşkın doyumu arttıran ve algılanan yalnızlığı azaltan bir yapısının olduğunu göstermekte; bunun yanı sıra sahiplenici aşk ve oyun gibi aşkın ise algılanan yalnızlığı arttıran bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte özgeci aşk ve arkadaşça aşk biçimlerinin ilişki doyumunu arttırdığı gözlenmiştir. Ancak sadece aşk biçimleri üzerinden yalnızlığı incelemek sınırlı bir bakış açısı getirmektedir, her ne kadar aşk biçimleri ilişkide büyük bir role sahip olsa da yalnızlık tek bir faktörle açıklanmayacak kadar karmaşık bir yapıya sahiptir.
İlişki içerisinde algılanan yalnızlıkta bir diğer önemli faktör de bireylerin bağlanma stilleri olarak görülmektedir. Bağlanma stilleri, ilk öznel yaşantılar ve algılar başladığı dönemden itibaren gelişmeye başlar. Bağlanma ilişkilerinin zayıf olması, bireylerin bir problem karşısında bile yardım istememelerine ve ilişkilerde yakınlık kuramamalarına sebep olmakta bu da ilişki içerisindeki yalnızlık hissini arttırmaktadır. Güvenli bağlananlar, ilişkide hem kendi hem de karşısındaki için olumlu görüşe sahiptir, kendilerini sevilmeye değer görür ve başkaları tarafından kabul edilmişlik hissederler. Araştırmalar yalnızca güvenli bağlanmanın ilişkide algılanan yalnızlığı azalttığını, geri kalan bağlanma stillerinin ise algılanan yalnızlığı arttırdığını göstermektedir (Akbağ ve İmamoğlu, 2010; Karakuş, 2012).
Kişiler yaşadıkları durumları çarpıtarak da kendilerini yalnız hissedebilmekte ya da yalnızlaştırabilmektedir. Bu bağlamda bireyler eğer benlik algılarına yönelik olumsuz tutum, kendini değersiz görme, kendini affetmeme gibi yönelimlere sahipse ilişkilerinin dinamiklerinden bağımsız olarak da ilişki içerisinde kendilerini yalnız hissetmektedirler Tüm bunlarla ek olarak ilişki içerisinde algılanan yalnızlık; benlik saygısı, geçmiş yaşantılar, utangaçlık, kültür gibi birçok farklı değişken tarafından dahi etkilenebilmektedir. (Aydemir ve Bayram, 2016).
Bireyler kimi zaman yaşadıkları yalnızlık hissini kolaylıkla fark edemezken kimi zaman ise bu yalnızlığı hissetmelerine rağmen ilişkiyi sürdürmeyi seçebilmektedirler. Romantik ilişkiyi devam ettirmek kişilerin ilişkilerine karşı geliştirdikleri bağlanım ile doğrudan ilgilidir. Bağlanım, bireyin ilişkiyi sürdürmeye duyduğu istek ya da psikolojik olarak ilişkisine bağlı olma durumu olarak tanımlanabilir. Rusbult (1980) ilişkideki doyum ve bağlanımın birbirinden farklı olduğunu ifade etmektedir. Doyum ilişkide “ben bu ilişkide mutlu muyum?” sorusu ile ilişkilidir ancak bağlanım “ben bu ilişkiyi sürdürmeli miyim?” sorusu ile ilişkilidir. Bireylerin yaşadıkları yalnızlık hissi ile ilişkiye dair düşük doyum yaşayabilirler ancak buna rağmen ilişkilerini sürdürmeleri başka birçok faktör ile ilişkili olabilmektedir. Johnson’ın (1973) modeline göre ilişkilerdeki bağlanımın 3 boyutu vardır; kişisel (partnerin ve ilişkinin çekiciliği), ahlaksal (kişinin dini inançları ve değerlerinin ilişkinin sürdürülmesine etkisi) ve yapısal var olan ilişkiye yapılan yatırımlar ve bu ilişki dışındaki seçenekler). Levinger’in (1965) geliştirdiği modele göre evlilik ilişkilerinin sürdürülmesi 3 temel faktörden etkilenmektedir; mevcut ilişkinin çekiciliği, seçeneklerin çekiciliği ve engeller. İlişkideki cinsel doyumlar, arkadaşlık, olası yeni ilişki seçenekleri ve bunların çekicilik düzeyleri, yaşanacak maddi kayıplar, evliliğin sürekliliği ile ilgili dini inanışlar, ahlaki değerler, ilişkiye yapılan yatırımlar ilişkileri gibi faktörler bireylerin ilişkilerini bitirme/sürdürme kararında etkili olmaktadır. Bu doğrultuda ilişkiye olan doyum ve yatırım artarsa, dış seçenekler daha olumsuz değerlendirilirse ilişkiye olan bağlanımın da artacağı ifade edilmektedir (akt; Okutan ve Büyükşahin-Sunal, 2010).
İlişkiyi devam ettirmede bir diğer önemli faktör de romantik ilişkilerde kadın ve erkek rollerine karşı kalıp yargılar olarak görülmektedir. Bu kalıp yargılar, toplumsal cinsiyet rollerinden doğrudan etkilenmektedir. Geleneksel cinsiyet rollerine göre erkeğin etken ve karar verici olması; kadının ise edilgen ve kabul edici olması ilişkinin sürdürülmesindeki kararları etkilemektedir (Okutan ve Büyükşahin-Sunal, 2010). Bu bağlamda kalıp yargılara sahip olma, ilişkide karar verici rolüne sahip olamama, ilişki dair gelecek yönelimleri, toplumsal değerler ve toplum baskısı gibi faktörlerde ilişkide bağlanım ile ilişkili olarak görülmekte ve bu sebeplerden ötürü de bireyler ilişkiyi sürdürme yolunu seçebilmektedir.
Sonuç olarak bireylere birçok olumlu duyguyu yaşatma potansiyeli taşıyan ve bireylerin yaşadığı yalnızlık hislerini gidermede olumlu rol oynayabilecek romantik ilişkiler; kimi zaman sanılanın aksine bireylerin ilişki içerisinde daha da yalnız hissetmesi riskini de beraberinde getirebilmektedir. Aşk stilleri, bağlanma biçimleri, partnerler arası uyumsuzluk ve bunlarla beraber kişilerin kimliklerini oluşturan diğer faktörlerin etkisi, tarafların romantik bir birlikteliğin içinde “birlikte ama yalnız olan iki yabancıya” dönüşmelerine sebep olabilmektedir.
Merve Yüksek
Psikolojik Danışman