Kapatmak için ESC'ye basın

PsikolektifPsikolektif Ortak Noktamız: Ruh Sağlığı

Beni Hiç Anlamıyorsunuz – Psikolektif Dergisi – Sayı – 21

Bu Yazıyı Tahmini Okuma Süresi: 4 Dakikadır.

“Beni hiç anlamıyorsunuz” “Sanki sadece sen haklısın hiç benim açımdan bakmıyorsun” gibi serzenişler aile içindeki tartışmalarda çok sık duyduğumuz cümlelerden. Bu noktada toplumun en küçük birimi olan aileyi iletişim açısından incelemek günlük yaşamda karşılaştığımız iletişim sorunlarına da ışık tutacaktır.

Aile; Türk Dil Kurumu (TDK, 2022) sözlüğünde evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma bakarak aile içinde küçük sistemler olduğunu söyleyebiliriz. Aile içinde eşlerin birbirleri arasındaki ilişkileri, anne-baba olarak çocukları ile olan ilişkileri, kardeşlerin birbirleri ile olan ilişkileri ve aile içindeki bireylerin tüm varlığı bizzat iletişimin kendisini oluşturmakla birlikte aile içi iletişim adını almaktadır (Baran, 2004). Aile içindeki iletişim doğru temeller üzerine inşa edilirse aile içinde huzur ve barış ortamı sağlanacağından iletişim anlamında daha sağlıklı bir ortam oluşacaktır. 

Kurulan iletişim paylaşımcı, uzlaşmacı ve eşitlikçi bir durum alıyor ise aile içi ilişkilerin demokratik olduğundan söz edilir. Aksi durumda erkeğin sözünün geçerli olduğu ve ilişkilerin paylaşımcı olmayan bir biçim aldığı durumlarda ise ilişkiler hiyerarşiye dayalı otoriter bir yapı sergiler (Baran,2004). Bu tarz bir iletişim türü de aile içindeki iletişimi zedeler ve sorunlu bir hale getirir. Örneğin günümüzde oldukça yaygın olan, erkeğin otoritesinin baskın olduğu aile türlerinde babayla iletişim sürekli olarak dolaylı yollardan sağlanmaya çalışılır. Arkadaşlarıyla buluşmak isteyen çocuk annesini devreye sokarak izin almaya çalışır. Bu durum bir saygı göstergesi olarak anılsa da aslında temelinde korku duygusu yatmaktadır. Çocuk babayla sadece iletişim kuramamakla kalmamış aynı zamanda da sevgisinden de mahrum kalmıştır. Babanın evde korkulan bir figür olması ona bir şeyleri söylemekten kaçınılmasına, yalanlara başvurulmasına neden olur. Bu durum da aile bireylerinin günlük yaşamına etki edebilecek seviyede olumsuzluklara neden olacaktır. Böyle bir ortamda yetişen çocuk sosyal hayatında da kolaylıkla yalana başvurabilecektir.  Bu da elbette ki kabul edilebilir bir iletişim türü değildir.  

  Ailenin duygusal anlamda bazı temel gereksinimleri vardır. Bu gereksinimler doğru şekilde karşılandığı taktirde aile bireylerinin birbirleri arasındaki etkileşim de daha sağlıklı bir hal alır. Bunlardan bir tanesi değerli olma/hissetme duygusudur. Aile içindeki etkileşim çocukları “ben değerliyim” ya da “değersizim” duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk farklı yollarla bu duyguyu elde etmeye çalışır (Çalışkan ve Aslanderen, 2014). Özellikle ergenlik dönemindeki çocukların arkadaş çevresine kabul edilebilmek ve o değeri kazanabilmek açısından sergiledikleri olumsuz davranışlar aile içinde bu değerin karşılanamamasından kaynaklanabilmektedir.

Bir diğer gereksinim de güven ortamının sağlanmasıdır. Aile içindeki bireyler kendilerinin aile içinde emniyette olduğunu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusunu sağlamak ister. Bu duygu da aile içinde kazanılması gereken bir duygudur (Çalışkan ve Aslanderen, 2014). Aile, bireylerin güvenli alanı olmalıdır. Eğer ailede bu güven ortamı sağlanmışsa çocukların dış dünyayı algılama çabaları daha sağlıklı bir hal alacaktır. Ancak bu durumun sağlanamadığı durumlarda örneğin aile bireylerinden herhangi birinin başka bir aile üyesi tarafından fiziksel sözel ya da cinsel şiddete maruz kalması güven ortamını bozacaktır. Bu durumda da bireyler güven ortamını dış dünyada aramaya başlayacaktır. Bu da özellikle çocuklar açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir.

Aile içinde sağlıklı bir güven ortamı oluşmuşsa bireylerin günlük yaşamda karşılaştığı stres verici durumlar yıkıcı olma özelliğini kaybeder. Yani bireyin psikolojik sağlamlığını aile içinde kurduğu sağlıklı iletişim ve güven ortamı etkilemektedir. Çocukların ruhsal açıdan güvene ihtiyaçları vardır. Gök (2013), güven hissinin sağlıklı bir gelişim için en önemli unsur olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle etkili iletişimin aile içinde sağlanması sağlıklı bir toplumun ön koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki bu etkili iletişimi nasıl sağlayabiliriz?

Başarılı bir iletişimin temel koşullarından biri karşımızdakine saygı duymaktır. Kıral (2018), kurulan ilişkilerde her iki tarafın da memnun olmasının ancak karşılıklı saygı çerçevesinde gerçekleşeceğini belirtirken; Güngör (2000), saygıdan yoksun ilişkilerin insanı bir arada tutmadığı gibi birbirinden uzaklaştırdığını ifade etmiştir.  Özellikle aile içindeki iletişimde hem eşler arasında hem de ebeveyn-çocuk ilişkisinde karşılıklı saygının bulunması iletişimin sağlıklı olması açısından önemlidir. Çocukların yaşı ne olursa olsun onları bir birey olarak görüp oldukları gibi benimseyerek iletişim kurmak benlik gelişimlerine önemli ölçüde katkı sağlayacaktır.

Bu noktada empati kavramından yararlanabiliriz. Uzuntaş (2013) empati kurabilme ile başkasını anlayabilme arasında sıkı bir bağ olduğunu ve empatinin öğrenilebilir bir kavram olduğunu belirtmiştir. Empatiyi hem günlük yaşamda hem de aile içindeki ilişkilerde karşı tarafı anlamak hatta olaya veya duruma onun penceresinden bakabilme becerisi olarak da tanımlayabiliriz. Özellikle çocukların yaşadığı sorunları anlayabilmek ve ebeveyn olarak gerekli çözümü bulabilmek için empati bir anlamda temel gereksinimdir.

Göz teması da iletişimde etkili unsurlardan biridir. Göz teması kurmak iletişime geçtiğimiz kişiye “sen benim için değerlisin, dikkatim şu an sende” mesajı verir. Yukarıda bahsettiğim değerli hissetmenin önemi düşünüldüğünde çocuklarla iletişime geçerken göz temasının sağlanması hatta gerekirse diz çökülerek onların göz hizasına girmek değerli hissedilmesi açısından gerekli ve önemlidir. Konuyla ilgili Cüceloğlu (2016) şöyle söylemiştir;       çocuklar ona bakışınızdan, onunla konuşurken ki ses tonunuzdan, onunla ilişki kurarken ki haliniz ve tavrınızdan ya kendini tek, özel, yeri doldurulamaz biri olarak hisseder, ya da onlar, binler, yüz binlerden biri olarak (s.19).

Son olarak dinlemek de etkili bir iletişim için olmazsa olmazdır. Kültürümüzde özellikle çocuklara karşı kullanılan -ne yazık ki gelenekselleşmiş- bazı cümle kalıpları vardır. Bu kalıplar çocuklarını dinlemekten sıkılmış yetişkinlerin konuyu bir an önce kapatarak çocuklarından daha önemli gördükleri işlerine odaklanmaları için ortaya atılmış ve zamanla toplum tarafından da kabul görmüştür. Bunlardan bazıları “çocuklar öyle çok konuşmaz” “çocuklar çok soru sormaz” “sen küçüksün anlamazsın” gibi merak ve özgüven kırıcı cümlelerdir. Oysa ki Selçuk (2022) merakı taşın içinden kendine yaşam bulan bir çiçeğe benzetmiştir. Çocuklukta merak ve keşif duygusunun önü kesilen bireyler içine kapanarak toplumdan soyutlanma riski taşımaktadırlar. 

Dinleme sırasında çocuğun/bireyin sözünü kesmeden, duraksadığında “hmm, evet anlıyorum…” gibi sözlü belirtiler ya da gülümseme, baş sallama gibi sözsüz belirtiler yapılmalıdır. Tüm bu belirtiler, kişinin anlattığı problemi sorduğu soruları duyduğumuzu, onu önemsediğimizi ve değer verdiğimizi hissettirir.

Birbirimizi anlayabildiğimiz oranda sorunlarımızı çözebiliriz. Anlamak için de sağlıklı iletişimin gerekliliklerini içinde barındıran ortamı oluşturmak gerekir. Toplumun en küçük birimi olan ailede bu ortamı sağlarsak belki de toplumsal anlamda büyük bir değişimin kapısını açmış oluruz.

     Semih ÜLKER

Psikolojik Danışman